Ana Sayfa Blog

YAŞAMIN BAŞLANGICI SESTİR.

Yaşamın başlangıcı sestir

SESİN ALTI GİZLİ GÜCÜ
1-SES DNA’YI DEĞİŞTİREBİLİR
2011 yılında, Rus biyofizikçi Pjotr Garjajev, DNA’yı değiştirme konusunda sadece ses ve ışık frekanslarını kullanarak bazı deneyler yürüttü. Sadece frekansları kullanarak DNA bilgi modellerini aktararak, kurbağa embriyolarını semender embriyolarına dönüştürdü.
2-SES LEVİTE EDEBİLİR (Maddeyi havada yükseltebilir)
İspanyada ve İngilterede 2015’te bir grubun ürettiği bir cihaz, küçük nesneleri havaya kaldırabiliyor ve hareket ettirebiliyordu.
Teorik olarak, eğer ses yeterince yükseltilirse, çok büyük nesneler de levite edilebilirdi.
3-SES SUYU KAYNATABİLİYOR
Peter Davey, bir mucit ve bir saksofon ustası, suyu ses dalgalarıyla saniyeler içinde kaynatabilen bir cihaz üretti. Kendisi buna “sonik kaynatıcı” adını veriyor. Isıtıcının çalışma şekli uzmanları şaşırtıyor.
4-SES IŞIK YARATIYOR
Sesin ışığa dönüşmesi, ışıkla harekete geçirilen ve bir sıvıda patlayan baloncukların kısa ışık parlamaları halinde yayılması demektir.
Burada yoğun bir miktar enerji de meydana getirilmektedir.
5-SES IŞIKTAN DAHA HIZLI HAREKET EDER.
2007 yılında, bilim adamları deneysel olarak, ses itilimlerinin ışık hızından daha hızlı hareket edebildiğini ispatladılar. Aynı zamanda, ses dalgalarının süratinin sonsuz boyutuna kadar varabildiğini de gösterdiler.
6-SES VİRÜSLERİ ÖLDÜREBİLİYOR.
2008 yılında yapılan bir araştırma, basit virüslerin aktive olduğu frekansları matematik olarak tespit etti. Bu, tüm nesnelerin yapısında mevcut olan bir karakteristik özellikten; “rezonans frekansı”ndan kaynaklanıyor. Rezonans Frekans, bir objenin doğal olarak titreştiği frekanstır.
SES GELECEĞİN TIBBI OLABİLİR Mİ?

CEVİZ YAĞI VE FAYDALARI

0

CEVİZ YAĞI VE FAYDALARI

Doğal bir antioksidan kaynağı olan ceviz yağı, gerek yemek yapımında gerekse tedavi amaçlı olarak çok eski yıllardan beri kullanılmaktadır.

Yapılan araştırmalarda ceviz yağı kullanımı, bugün Irak topraklarının olduğu bölgede M.Ö 2000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Ceviz ağacı, ülkemiz dahil Dünya’nın pek çok yerinde yetişmektedir.

Ancak kullanım yaygınlığına dair kesin veriler henüz bilinmemektedir. Ceviz yağını aktar ve eczanelerden temin edebilirsiniz. Ceviz yağı fiyatı, gramaj, marka ve sıkım teknikliklerine bağlı olarak 10 ila 20 TL arasında değişkenlik göstermektedir.

Ceviz yağı günümüzde birçok kozmetik ürününün içeriğinde yer almaktadır. Buna bağlı olarak ceviz yağını doğrudan kullanabileceğiniz gibi bu kozmetik ürünleri kullanarak da etkilerinden faydalanabilirsiniz.

Ceviz Yağının Faydaları Nelerdir?

Hormon dengeliyici özelliği bulunan ceviz yağı, hormon seviyelerinin dengede kalmasını sağlar.
Kolesterölü düşürür.
Müshil görevi görür.
Kan şekerini dengeler.
Romatizmal ağrıları dindirir.
Kalp damar hastalıklarına karşı koruma sağlar.
Bronzlaşmaya yardımcı olur.
Öksürük tedavisinde etkili sonuçlar verir.
Nasır tedavisinde kompres olarak kullanılır.
Boğaz, ağız boşluğu ve diş eti hastalıkları karşısında gargara olarak kullanılır.
Yaraların çabuk iyileşmesini sağlar.
Sakinleştirici etkiye sahiptir.
Beynin çalışma fonksiyonlarını düzenler.
Regl kanamalarını düzenler ve dengeler.

Ceviz Yağının Cilde Faydaları

Yaşlanma karşıtı olarak nitelendirilen ceviz yağı, 17. yüzyıldan bu yana kırışıklık tedavisinde ceviz yağından sıkça yararlanılmaktadır. Vitamin ve mineral bakımından oldukça zengin bir içeriğe sahip olan ceviz yağı, oldukça güçlü bir antioksidandır. Ceviz yağının cilt üzerindeki etkileri günümüzde bilim tarafından da desteklenmiştir. İçeriğindeki amino asitler ve yüksek orandaki E vitamini sayesinde cildi onarır ve yumuşamasını sağlar. Cildin yıpranmasını önleyerek güçlenmesini sağlayan ceviz yağı, cildi yaşlanma etkilerine karşı koruma altına alır. Cilt sağlığı denilince akla ilk gelen bitkisel yağlardan biri olan ceviz yağı, cildi besler ve nemlendirir.

Cildi yıpranmaya karşı koruyan ceviz yağı, mantar enfeksiyonları karşısında da oldukça etkilidir. Ayak mantarı başta olmak üzere diğer mantar enfeksiyonu karşısında da etkili sonuçlar alınmasını sağlar. Ceviz yağının reçetesiz satılan mantar ilaçları ile eş değer fayda sağladığı belirtilmektedir. Mantar yağını doğrudan mantarlı bölgeye uygulayabileceğiniz gibi sarımsak kullanarak etkisini arttırabilirsiniz. Mantar tedavisinde kullandığınız ceviz yağını mantara iyi gelen bitkiler ile güçlendirebilirsiniz. Toplumda sık rastlanılan cilt hastalıklarından biri olan egzama ve sedef hastalığının belirtileri ceviz yağı ile birlikte hafifletilebilir. Cildin yumuşamasını sağlayan ceviz yağı, egzama ve sedef hastalığında bitkisel çözüm niteliğindedir. Ancak ceviz yağını sorunlu bölgeye uygulamadan önce cildinizin küçük bir bölgesinde denemeli ve cildinizin tepkisini test etmelisiniz.

Ceviz Yağının Saça Faydaları

Cilt sağlığının yanı sıra saç sağlığına da önemli katkılarda bulunan ceviz yağı, saç derisini besleyici özelliğe sahiptir. İçeriğindeki proteinler sayesinde saç derisini bakterilerden ve ölü hücrelerden arındıran ceviz yağı, aynı zamanda saçı nemlendirir ve dökülmesini önler. Saçı canlandıran ve sağlıklı görünmesini sağlayan ceviz yağı, saça doğal bir parlaklık kazandırır. Kepek problemi karşısında oldukça etkili olan ceviz yağı, kepeği önleyici özelliğe sahiptir. Potasyum bakımından zengin bir içeriğe sahip olan ceviz yağı, saçların daha çabuk uzamasını sağlar. Etkili bir sonuç almak isteyenlerin haftada iki kez banyodan önce saça masaj yapılarak uygulanması önerilmektedir.

Kullanım Şekli

Ceviz yağı tıpkı diğer bitkisel yağlar gibi ısıtılması önerilmeyen bir yağ çeşididir.
Tabii ceviz yağı içilir mi diye düşünüyor olabilirsiniz. İster için ister sürün. Tüm kullanımları fayda sağlar. Bu nedenle yenilmesi gerekiyor ise salata ve soslarda kullanılması uygun görülür. Fakat cilde etkisi olması isteniyorsa masaj yolu ile ilgili bölgeye tatbik edilerek de faydası görülebilir.
Eğer salatalarda kullanmak istemiyorsanız bir tatlı kaşığı olarak içmeniz de mümkün.
Lakin tadı hoşunuza gitmiyor ise her sabah bir bardak su içerisinde üç damla ceviz yağı ekleyerek de su olarak tüketebilirsiniz.
Tam olarak doğal bir ilaç olarak görülebilecek olan ceviz yağı her evde bulunması gereken bir yağ çeşididir.

SOR,SORGULA,KARAR VER.!!!

0

Yeni Tayin Olduğu Alayı Denetleyen Albay, Nizamiyedeki Bankın Başında Nöbet Tutan 2 Eri Görüp “Neden Orada Nöbet Tuttuklarını”
Sormuş

“Bilmiyoruz Komutanım, Eski Komutanımızın Emri İle Sürekli Bu Banka Nöbet Yazılır” Diye Cevap Vermiş Askerler.

Merakını Yenemeyen Albay Bir Önceki Alay Komutanını 📞Telefonla📞 Aramış Ve Sormuş,

“Valla Bilemiyorum” Demiş
Eski Komutan, “Epey Önceden Konulmuş Bu Nöbet Geleneğini Biz De Devam Ettirdik.”

Israrla Üç Komutan Geriye Giderek Bu Nöbeti İlk Koyan 80 Yaşındaki Emekli General’e Ulaşılmış.

“Affedersiniz Efendim, Ben Sizin 30 Yıl Önce Başında Olduğunuz Alayın Yeni Komutanıyım” Diye Kendini Tanıtmış,
Albay, “Nizamiyedeki Bir Bahçe Bankının Başında 2 Tane Nöbetçi Buldum.
Bu Nöbeti İlk Siz Koydurmuşsunuz.
Bu Bankın Özelliği Hakkında Bilgi Lütfeder Misiniz.?

Emekli General “Nasıl Olur?” Demiş,
“Boyası Hâlâ Kurumamış mı?

HAYATIMIZLA OYNUYORLAR..!

0

HAYATIMIZLA OYNUYORLAR..!

Baktım markette zencefilli gazoz da var, ithal etmiş büyüklerimiz,sağ olsunlar. İçinde zencefil var mı? Yok. Aroması da, rengi de yapay.Ama kendisi doğala özdeş.Bizim bir çiçekçi var, serada karanfil ve gül yetiştiriyor.Satmadan önce üstlerine koku sıkıyor.Doğala özdeş gül!Zavallı bülbül!Kayseri’nin en ünlü mantıcısına götürdüler, Kaşıkla diye bir yer.’Yer’ demek doğru değil, entegre tesis mübarek.Bir kapıdan 80 kilo giren, diğer kapıdan 100 kilo çıkıyor.”En iyi Kayseri mantısı burada”Aldım iki kutu, eve getirdim koydum dondurucuya.Bir ay sonra yemeğe kalktık, baktık mantı acılaşmış.Niye ki? Et mi bozuldu?Etin bozulması mümkün değil, çünkü et yerine soya kıyması kullanıyorlar, içinde et olan mantı neredeyse kalmadı.Acılık içindeki azot gazından geliyor. Raf ömrü uzasın diye paketlenme aşamasında azotu basmışlar mantıya.Doğala özdeş!Bir bilgi daha:O, mantının raf ömrü uzasın diye içine konan azot gazı zamanla gıda zehirlemesine yol açıyor. Bunların hepsi doğayla özdeş gazlar. Onlara “gıda gazı” diyorlar. Azot gazı da, oksijen de istenmeyen durumlarda inert atmosfer oluşturarak gıdaların kısa sürede bozulmasını önlüyor. Mesela, taze etlere de oksijen gazı veriyorlar ki, hep taze, kıpkırmızıgörünsün raflarda. Yasal bunlar, girin internete “gıda gazı” diye yazın, görün neleryediğinizi.Markete üzüm gelmiş. Kırmızı, iri, dipdiri şeyler. Erik gibiler maşallah!Nereden geliyor bunlar? Şili’den.Şili mi?Evet!Kaç gündür buradalar?3-5 gün oldu.Düşünün, Şili’nin bir köyünde topluyorlar bunları. Uzun yolculuklar sonunda bizim kasabaya kadar geliyor. Bir süre bizim manavda bekliyor. Alıyorsun eve getiriyorsun, evde de3-5 gün daha, bana mısın demiyor. Hala kütür kütür.İyi ama, nasıl?Şahane şeyler var, adına ilaç diyorlar. Üzümlere verilen bu ilaçlardan birinin etiketindeki faydaları sayalım mesela:Dane büyüklüğünü arttırır,Dane ağrılığını arttırır,Dane şeklini daha düzgün olarak değiştirir, Tam olgunlaşmadan daneye parlak sarı yeşil rengini verir, Dayanıklı ve dirençli kabuk sayesinde hasat ve hasat sonrası olabilecek yaralanmalar en aza iner, hastalıklara direnç katar, Kullanım dozu yükseldiğinde sofralık üzümlerde hasadı geciktirir. Raf ömrü uzar.Nedir bu?Sitokinin.Büyüme hormonu.Bakın şu şansa ki, sitokinin insanda da aynı işe yarıyor. Sonra anneler şikayet ediyorlar “ee benim çocuk erken kıllanıyor!”Bu dünya böyle hanım abla, sen üzümü alırken kıllanmazsan, çocuğun kıllanır.Adana’da çiftçilerle çalışıyoruz. Yaz güneşi altında soğutması olmayan tankerle süt topluyorlar mandıralara.Şöföre soruyorum “Bozulmuyor mu bu sıcakta süt?””Abi, tankere iki bardak hidrojen peroksit döküyorum, akşama kadar bir şey olmuyor.”Hidrojen peroksit dediği şey kadınların saçlarının rengini açmak için kullandıkları bir kimyasal.Çok kötü değil, sadece canlıları öldürüyor.Süte koyunca bütün bakteriler ölüyor, geriye bozulacak bir şey de kalmıyor.Doğala özdeş süt!Bu anlattıklarımın hepsi yasal.Temel problem şu ki: İnsan doğa ilişkisi değişti.İnsan yeni bir doğa kurgusu yaptı, kendini doğanın dışına aldı, doğayı alınır-satılır mal yaptı, sentetikleştirdi ve tüketime sundu.Hal böyle olunca, insan kendinin doğal bir varlık olduğunu unuttu.(Beşer işte, unutacak elbet)İnternetten pantalon, ayakkabı, peynir, arkadaş ve sevgili edinmeyi marifet bildi.Optik kabloların sunduğu hayatı da hayat bildi.İnsan artık bu!Doğala özdeş!

PROF DR. ERKAN TOPUZ Alıntıdır.

JOHN D. ROCKEFELLER’İN MASON İNANCINDAN ALINAN METİN

JOHN D. ROCKEFELLER’İN MASON İNANCINDAN ALINAN METİN

“Tersini yapıyormuş gibi davranırken hayatlarını kısa ve zihinlerini zayıf tutacağız. Bilim ve teknoloji bilgimizi, onların neler olduğunu asla görmemeleri için en ince şekillerde kullanacağız. Yumuşak metalleri, yaşlanmayı hızlandırıcıları ve uyuşturucuları yiyeceklerine sularına ve hatta soludukları havaya karıştıracağız… Döndükleri her yerde zehirlerle kaplanacaklar.Yumuşak metaller onların akıllarını kaybetmelerine neden olacak. Desteklediğimiz kurumlar vasıtası ile onlara bu rahatsızlıkları için çare bulacağımıza söz vereceğiz, aksine çare diye ürettiğimiz ilaçlarla onlara daha fazla zehir vereceğiz. Ünlü aktörler ve ünlü sanatçılar tarafından reklamı yapılan ve aslında kimyasal zehir olan hijyen ve güzellik ürünlerini aptallar yüzlerine ve bedenlerine gençlik getireceğine inanarak sürecekler ve derilerinden bu zehirler emilecek, susuz ve aç ağızlarından onların zihinlerini, iç organlarını, üreme kapasitelerini yok edeceğiz. Çocukları sakat ve deforme olmuş olarak doğacak ve bunun sebebini onlardan saklayacağız.Zehirler, etraflarındaki her şeyde, içtiklerinde, yediklerinde, soluduklarında ve giydiklerinde gizlenecektir. Zehirleri dağıtmakta ustaca olmalıyız çünkü anlayabilirler. Onlara zehirlerin iyi bir şey olduğunu TV’de ki uzmanlarla, güzel animasyonlarla, müziklerle cazip hale getirip öğreteceğiz. Uzman görünümlü adamlarımız onların aldanmasına yardımcı olacaktır. Zehirlerimizi almaları için her yöntemle destekleyeceğiz.Ürünlerimizi filmde kullanıldığını görecek ve alışacaklar ve gerçek etkilerini asla bilemeyecekler. Doğum yaptıklarında aşılarla çocuklarının kanına zehir enjekte edeceğiz ve aslında aşılarla onlara yardım ettiğimize onları ikna edeceğiz! Mümkün olduğu kadar erken yaşlardan başlayacağız, zihinleri gençken çocukları en çok sevdikleriyle, tatlılarla, şekerlerle zehirleyeceğiz.Dişleri çürdüğünde onları zihinlerini öldürecek ve geleceklerini çalacak metallerle dişlerini dolduracağız. Öğrenme yetenekleri etkilendiğinde, onları daha da hasta edecek ve başka hastalıklara yol açacak ilaçlar vereceğiz ve oluşan bu yeni hastalıklar için yeni ilaçlar üretip onlara vereceğizki yeniden hasta olsunlar. Gücümüzle onları uysal ve zayıf hale getireceğiz. Depresif, yavaş ve obez olacaklar ve yardım için bize geldiklerinde onlara daha fazla zehir vereceğiz.Dikkatlerini paraya ve ekonomiye odaklayacağız, böylece asla iç benlikleriyle bağlantı kurmaya vakitleri kalmayacak. Onları cinsellik, zevkler ve video oyunlarıyla oyalayacağız ki hiçbir zaman herkesin birliği için bir araya gelemesinler. Akılları bize ait olacak ve dediğimiz her şeye itaat edecekler. Reddederlerse, beyin kontrolü yapan teknolojiyi uygulamanın yollarını bulacağız.Korkuyu silahımız olarak kullanacağız. Hükümetlerini biz kuracağız ve onların içinde muhalefetleri de biz tesis edeceğiz. Her iki tarafa da biz sahip olacağız. Hedefimizi her zaman saklayacağız ama planımıza aralıksız devam edeceğiz.Bizim için çalışacaklar ve biz onların emeğinden çalarak zengin olacağız.Ailelerimiz asla onların ailelerine karışmayacak. Kanımız saf olmalıdır. Bize karşı geldiklerinde birbirlerini öldürmelerini sağlayacağız. Onları dogma ve din yoluyla birbirlerine düşman ve ayrı tutacağız. Hayatlarının tüm yönlerini kontrol edip onlara ne düşüneceklerini ve nasıl düşüneceklerini söyleyeceğiz. Onlara hissettirmeden yol göstereceğiz ve kendi kendilerine karar verdiklerine inanmalarına izin vereceğiz.İhtilaflarımız aracılığıyla aralarında düşmanlığı körükleyeceğiz. Aralarında bir ışık parladığında, onu alay, karalama, iftira veya ölümle yok edeceğiz ki bize en çok bu yakışır. Kalplerini parçalayıp kendi çocuklarını öldürmelerini sağlayacağız. Bunu en önemli silahımız olan nefreti kullanarak, ve en iyi arkadaşımız olan öfkeyi kullanarak başaracağız. Nefret onları tamamen kör edecek ve çatışmalarında liderleri olacağımızı asla göremeyecekler.Birbirlerini öldürmekle meşgul olacaklar. Bize karşı olduklarını gördüğümüz müddetçe kendi kanlarında yıkanacaklar ve komşularını öldürecekler.Bundan çok yararlanacağız, çünkü bizi görmeyecekler, çünkü bizi göremeyecekler. Savaşlarından ve ölümlerinden zenginleşmeye devam edeceğiz. Nihai hedefimize ulaşılana kadar bunu tekrarlayacağız. Onları korku ve öfke içinde yaşatmaya devam edeceğiz, onlara yanlış imaj ve haberler vereceğiz. Bunu başarmak için sahip olduğumuz tüm araçları kullanacağız. Araçlar çalışmaları ile sağlanacaktır. Onlara kendilerinden ve komşularından nefret ettireceğiz.Hepimizin bir olduğumuza dair ilahi gerçeği her zaman onlardan saklayacağız. Asla bilmemeleri gerekiyor! Farklılıkların bir illüzyon olduğunu asla bilmemeliler, her zaman eşit olmadıklarına inanmalıdırlar. Damla damla, adım adım hedefimize ilerleyeceğiz. Onları kontrol etmek için topraklarını, kaynaklarını ve servetlerini devralacağız. Sahip oldukları küçük özgürlüğü çalacak yasaları onlara kabul etmeleri için onları kandıracağız. Onları sonsuza kadar esir edecek, onları ve çocuklarını borç içinde tutacak bir para sistemi kuracağız.Onların uyanışlarını yasakladığımızda onları cinayetle suçlayacağız ve dünyaya farklı bir hikaye sunacağız çünkü tüm medyanın sahibi biz olacağız. Medyayı, bilgi akışını ve onların duygularını bizim lehimize kontrol etmek için kullanacağız. Bize karşı ayaklandıklarında, onları böcekler gibi ezeceğiz, çünkü böcekten dahi daha güçsüzler. Bununla ilgili bir şey yapmaktan aciz olacaklar.”Siz hala düşünmez misiniz siz hiç akıl etmez misiniz başımıza gelenlerŞeytan aklını yazdığı senaryo bu işe sebep olanlar yöneticiler bilim adamları ibret almaz mısınız Rabbim alanlardan eylesin âmin

RIZIK ENDİŞESİ ÇEKENLER!

0

Musa aleyhisselâmın eceli yaklaşmıştı. Ey Musa, çoluk çocuğuna vedâ et emri geldi. Musa aleyhisselâm, emre uyarak, çoluk çocuğuna vedâ eyledi.Küçük bir çocuğu vardı. Onu kucağına alınca kalbine, benden sonra bu küçüğün hâli ne olacak düşüncesi geldi.ALLAHü Teâlâ, Ey Musa, deniz kenarına git buyurdu. Musa aleyhisselâm deniz kenarına gitti. Ey Musa, asânı denize vur buyurdu.Denize vurdu. Deniz açıldı. Dibi göründü. Musa aleyhisselâm baktı. Bir taş gördü. Kaygan, yarığı, çatlağı olmayan, yekpare bir taş idi. Ey Musa o taşa işaret eyle buyurdu Taşa işaret eyledi. Taş yarıldı. Musa aleyhisselâm baktı. İçinde zayıf, gözleri görmez, bacaksız bir böcek gördü. Ağzında yeşil, taze bir yaprak vardı.Ey Musa, ben O ALLAH’ım ki Razzâkım; zayıf, görmez, elsiz ayaksız bir böceği denizde sert, yekpare bir taşın içerisinde yaşatıyorum ve ona taze yeşil bir yem veriyorum da, sen, seni seven dostunun senin çocuğunu zâyi edeceğinden korkuyorsun.Benim rahmetim senin çocuğundan üstündür ve senin şefkatinden ziyadedir buyurdu…

HARİKA FİKİR!!!

0

TÜRKİYE’DE BİR AN ÖNCE KATILMALI

Kanada ‘ da harika bir fikir hayata geçiriliyor…!

Huzurevlerini yetimhanelerle birleştirdiler…

Sonuç tüm beklentileri aştı..!

Büyükler torunları buldu, yetimler anne ve babalarına olan sevgiyi ve ilgiyi ilk kez yaşadı…!

Yaşlılar sağlıklarında ve yaşama isteklerinde önemli ölçüde gelişti..!

Hayata olan ilgileri geri döndü..!

Doktorlar ;” Hepimizin sevgiye ihtiyacı var dediler..!”

Neden her yerde uygulanmasın ki…Bu muhteşem fikir..

Saramago’nun Körlük’ü Gözlerimizi Açıyor

0

Evinize doğru yol alırken trafik ışıklarında durup hareket edemediğiniz düşünün, çünkü göremiyorsunuz. Kör oldunuz. Bildiğimiz siyah, sonsuz bir karanlık olan körlük değil, bembeyaz adeta bir süt denizinin içinde yüzüyormuşçasına ışıklı bir körlük. İşte Saramago kitabında salgın bir hastalık gibi yayılan körlüğü böyle tanımlıyor ve toplumun bu felaketle beraber yaşadığı ahlaki çöküşü anlatıyor. Yazar, kitabında kimseye isim vermiyor, herkesi sıfatlarıyla anıyor ki bu bozulan bir düzende kimsenin isminin, birey olarak kim olduğunun bir önemi olmadığını daha iyi hissetmemizi sağlıyor.
“Hepimizin içinde adını koyamadığımız bir şey var, işte biz oyuz.”
Aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.”
Bulaşıcı körlüğün ilk kurbanları kader ortaklığıyla bir araya gelirken, eşini yalnız bırakmamak adına görebilmesine rağmen bunu gizleyen bir karakterle tanışıyoruz. İlerleyen zamanlarda dahi görmeye devam eden bu kadının neden kör olmadığı kitabın bize sorduğu önemli bir soruyu oluşturuyor. Belki herkese önyargısız bir şekilde bakabildiği için belki de görmemeye kendisi gönüllü olduğu için körlüğe yakalanmayan bu kadın, körler ordusunun gözleri oluyor. Bu şekilde yaşamaya alışmaya çalışan topluluk kısa bir süre sonra belki kendileri görmediği için belki de başkaları onları görmediği için insani şartlardan uzaklaşmaya, hayvani bir yaşam sürmeye başlıyor ve bu okuru kitabın bir diğer büyük sorusuna yönlendiriyor. İnsanların düştükleri halleri görmek zorunda kalan gören kadın, belki de bu felaketin tek şahidi olarak aslında asıl lanetin onda olduğu düşündürüyor: Körler ülkesinde gören biri olmak.
“Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük. Gören körler mi, gördüğü halde görmeyen körler.”
“Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım.”
Herkesin eşit derece eksik olduğu bir yerde yine de güç sahibi olmak isteyenler ortaya çıkar. Silah sahibi bir erkek, kendine adeta bir çete kurarak, yiyecekleri diğerlerinden saklayarak ve bir geçerliliği olamamasına rağmen paralara ve değerli eşyalara el koyarak kötülüğün her zaman var oluşunu ve anlamsızlığı bir kez daha kanıtlıyor. Bedenlerine saldırılan kadınların acısını paylaşan ve bunları görmek zorunda kalan gören kadınla beraber artık hikaye kötü bir erkek ve iyi bir kadın arasındaki sembolik savaşa eviriliyor. Şahit olduğu zulümlere son vermek için bir kereliğine kötü olmayı hakkı gören kahramanımız bizi de kötülük her zaman kötü müdür diye sorgulamaya itiyor.
“Nasıl ki cüppe giymekle keşiş olunmuyorsa, eline asa almakla da kral olunmaz.”
“Sonunda, en büyük kötülüklerin bile, içinde o kötülüğe sabırla katlanmamıza yetecek kadar iyilik barındırdığı sonucuna kaçınılmaz olarak bir kez daha varacağız”
Saramago’nun üslubu o kadar akıcı ve etkileyici ki, kitabı elinizden bırakamayınca bazen gördüğünüzü unutur bir hale gelebiliyorsunuz. Bu kadar içselleşen bir kıyamet senaryosunda aslında hayatın neresinde olduğunuzu bir kez daha sorguluyorsunuz. Belki asıl körlüğü şu an, gözümüzün önündeki kötülüklere karşı çıkmazken yaşıyoruz. Belki de kimse görmeyecek olsa sandığımız kadar iyi bir insan olmayacağız. Belki…

ORGANİZE OLMANIN GÜCÜ!!!

0

Yıl 1934 Haziran Ayı …

Leylek yavruları yumurtadan çıkalı henüz bir ay olmuştu.İrileşmişlerdi ama hala uçamıyorlardı. Yuvada anne ve babanın getirdiği yiyeceklerle beslenmek zorundaydılar.

Marmara’da sıcak bir ikindi vaktiydi…

Uludağ zirvelerinden inen 6 kartal, Bursa Orhangazi’de bir leylek yuvasına saldırdı.Anne ve baba leylekleri öldürüp, 4 yavruyu kaçırdılar.

Aradan bir kaç gün geçti…

Yine bir grup kartal, yine Orhangazi’de başka bir leylek yuvasına saldırdı.Ancak bu kez yuva boştu.Nasıl haberleştiler ise, leylekler yavrularını güvenli bir yere gizlemişti.

Sonra her yerden haberler gelmeye başladı.

Kartallar gruplar halinde leylek yuvalarına saldırıyordu.

Bir kaç gün sonra ülkenin dört yanından Bursa, Aydın ve Trakya’ya yüzlerce leylek akın etti.Aynı şekilde kartallar da toplanıyordu. İnsanlar çevrelerinde leylek ve kartal sayısının olağanüstü arttığının farkındaydı.

Gökyüzünde bir hareketlenme vardı.
Bir şeyler oluyordu.
Bu kuşlar neden toplanıyordu?
Bu neyin habercisiydi?

Leyleklerin ve kartalların toplanması iki ay sürdü.

Aylardan Ağustos …

Aydın’da Menderes deltasında inanılmaz bir savaş başladı.

Havada amansız bir mücadele vardı.
Bir tarafta leylekler, diğer tarafta kartallar.
Halk başı yukarıda bu savaşı izliyordu.

Kartallar güçlü pençeleriyle, leylekler de uzun gagalarıyla savaşıyordu.İnsanların gönlü leyleklerden yanaydı.Köylüler yaralanıp yere inen leylekleri tedavi etmeye çalışıyorlardı.

Nineler yaralı leyleklerin başında dua ediyordu.
Hatta Kızılay’ı göreve çağıranlar bile oluyordu.
Kimileri ağaçlara tırmanıyor, yuvalardaki yavru leyleklere yiyecek ulaştırıyordu.

Ülkenin genelkurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın bu savaşa müdahale etmesini isteyenler bile vardı.

Ama günler geçiyor, savaş sürüyordu.
İki taraf da kayıplar veriyordu.

Daha da ilginci hem leyleklere, hem de kartallara ülkenin değişik yerlerinden sürüler halinde takviye geliyordu.

Herkes birbirine soruyordu.

Bu savaşı kim kazanacak?

Kartallar güçlüydü ama leylekler sayıca üstündü.Üstelik daha organize idiler.Genç leylekler kartalları yoruyor, tecrübeli yaşlılar ise yorulan kartala öldürücü gagayı vuruyordu.

Ayrıca insanların yardımı nedeniyle leylekler yerleşim birimlerine yakın bölgelerde savaşıyordu.

Kartalların savaşı ormanlık, dağlık alanlara çekmesine izin vermiyorlardı.

Her yerden ölü ve yaralı haberleri geliyordu.
Sayıları yüzlerle ifade ediliyordu.
Neyse ki günler sonra savaş bitti.
Kazanan sayıca üstün olan leyleklerdi.
Kartallar bölgeyi terketmek zorunda kalmıştı..

Bu bir kurgu değil.
Bir öykü de değil.
Zaytung haberi hiç değil.

Yaşanmış bir olay…

1934 yılında yüzlerce insanın izlediği ve Cumhuriyet dahil pek çok gazeteye konu olmuş bir savaş bu.
Hatta, o günlerde Türkiye’de bulunan New York Times gazetesinin muhabirinin Amerika’ya bu haberi geçtiği söylenir.
Derler ki, leyleklerin ve kartalların savaşı bir kaç yıl sonra Kara Harp Okulu’nda havacılık dersinde işlendi.

İki tarafın savaş taktikleri öğrencilere anlatıldı…

Kıssadan hisse.
Yıllar önce yaşanan bu leylek ve kartal savaşı tarihi bir gerçeği hatırlatıyor bize…

“Birleşenler kazanır.