Barnaba İncili – Sunuş
Barnabas aslen Kıbrıslı olup Yahudi bir aileden doğmuştur. Asıl adı Joseph
(Yusuf)’tur. Barnaba ise teselli oğlu anlamında ona sonradan verilmiş bir
lâkaptır. Barnabas’ın kaleme aldığı İncil, İsa’nın bir şakirdi, yani zamanının çoğunu,
mesajını yaydığı üç yıllık süre içinde bizzat İsa’nın yanında geçiren bir kişi
tarafından yazılmış ve bugüne kadar gelmiş, bilinen tek İncil’dir. Kabul
edilmiş dört İncil’in yazarlarının aksine, o İsa ile doğrudan teması olmuş ve
öğretisini doğrudan İsa’dan almış biriydi.
Barnaba İncili, M.S. 325’e kadar İskenderiye Kiliselerinde Kanonik
(-gerçek-sahih-) bir İncil olarak kabul ediliyordu. Tevhid lehinde yazan
Iraneus’un (MS.130-200) yazılarından, bu İncil’in İsa’nın doğumundan sonraki
birinci ve ikinci yüzyıllarda elden ele dolaştığı anlaşılmaktadır. Putperest
Roma dininin ve Eflâtun’un felsefesinin İsa’nın aslî öğretileri içine
girmesinden sorumlu olmakla suçladığı Pavlos’a karşı çıkan İraneus, kendi
fikirlerini desteklemek için Barnaba İncili’nden geniş alıntılarda bulunmuştur.
İznik Konsülü 325 Yılında Yüzlerce Yazımla Birlikte Barnaba İncili’ni de Yasaklıyor
325’te ünlü İznik Konsülü toplandı. Teslis Pavlos Kilisesi’nin resmî inancı
olarak ilân edildi ve bu kararın sonuçlarından birini de, o zaman elde bulunan
üç yüz kadar İncil’den dördünün Kilise’nin resmî İncilleri olarak seçilmesi
oluşturdu. Bunlar, Matta, Markos, Luka, Yuhannâ’nın yazdıkları İncîllerdir.
Özünde Eflâtûnun ortaya attığı trinity fikri, İsa’dan sonra 1. ve 2’inci
yüzyıllarda kaleme alınan bu İncîllerde yer aldı. İçlerinde Barnabas İncili’nin
de bulunduğu diğer Încillerin bütünüyle yok edilmesi emredildi. Geçerliliği
tanınmamış İncillerden birini yanında bulunduranın öldürüleceğine dair emir
çıkarıldı.
M.S. 366’da papa olan Damasus’un, Barnabas İncili’nin okunmaması hakkında
buyrultu yayınlandığı kaydedilir. Bu buyrultu M.S. 395’te ölen Sezarya
piskoposu Gelasus tarafından desteklenmiştir. Bu piskopos İncil’i Apoler; fal
kitaplar listesine almıştır. Apokrifa (-apocrypha-) basitçe ‘halktan gizlenen’
demektir. Böylece, daha bu aşamada İncil kimsenin eline geçmez olmuştur.
Pavlos Kilisesi 1700 Senedir Barnaba İncilini İmha Etmeye Çalışıyor
Barnaba İncili’yle ilgili daha bazı buyrultular da vardır. 382’de Batı Kiliseleri Buyrultusu’yla ve 465’te papa Innocentın buyrultusuyla yasaklanmıştır. Tüm bu buyrultular Şansölye Seguier Kütüphanesi’ndeki B. de Montfaucan tarafından hazırlanmış Yunanca elyazmalar katalogunda anılmaktadır.
Barnabas İncili’nin Dikkat Çekici Yolculuğu
İmparator Zeno’nun yönetiminin dördüncü yılı olan M.S. 478’de Barnabas’ın
mezar ve kalıntıları keşfedilmiş ve kendi eliyle yazılmış İncili’nin bir
nüshası göğsünün üzerinde bulunmuştur. Bu olay, 1698’de Antwerp’de yayınlanan
Acta Sanctorum, Boland Junii, Tome II, sayfa 422-450’de geçmektedir.
Barnaba İncili’nin, buradaki metne de kaynaklık eden, İngilizce çevirisine
esas olan el yazması Papa Sextus’un (1589 -1590) elindeydi. O’nun, kendinden
pek çok alıntılar yapmış olan Iraneus’un yazılarını okuduktan sonra Bamabas İncili’ne
büyük ilgi duyan Fra Marino adında rahip bir arkadaşı vardı. Birgün bu rahip
Papa’yı görmeye gitti. Birlikte öğle yemeği yediler ve sonra Papa uykuya daldı.
Peder Marino Papa’nın özel kütüphanesindeki kitapları karıştırmaya başladı ve
Bamabas İncili’nin İtalyanca bir el yazmasını ele geçirdi. Bunu cübbesinin
yenine gizleyerek oradan ayrıldı ve kitapla birlikte Vatikan’dan çıktı. Sonra
bu el yazma elden ele dolaşıp, nihayet Amsterdam’da, “hayatı boyunca bu parçaya
büyük bir değer verdiği sık sık işitilen büyük bir isim ve yetkiye sahip bir
kişi”ye ulaştı. Onun ölümünden sonra, Prusya Kralı’nın danışmanlarından John
Frederick Cramer’a geçti. 1709’te Cramer bu el yazmayı ünlü ‘kitap kurdu’ saray
prensi Eugene’e sundu. 1738’de kitap, Prens’in kütüphanesiyle birlikte
Viyana’da Hofbibliothek’e geçti ve hâlâ oradadır.
Erken kilise tarihçilerinden önemli bir zat olan John Toland, bu yazmayı
incelemiş ve ölümünden sonra 1747’de basılmış olan çeşitli çalışmalarında ona
atıflarda bulunmuştur. İncil hakkında şöyle der: “Bu, tıpkı kutsal bir kitap
görünümündedir.”
İtalyanca elyazma Canon ve Bayan Beggo tarafından İngilizce’ye çevrilerek,
1907’de Oxford Üniversitesi Basımevi tarafından basılıp yayınlandı. Bu
İngilizce çevirinin hemen tüm nüshaları birden ve esrarengiz bir şekilde
piyasadan kayboldu. Şu anda, biri British Museum’da, diğeri Washington’da
Kongre Kütüphanesi’nde olmak üzere, yalnızca iki nüshasının var olduğu
biliniyor. Kongre Kütüphanesi’ndeki nüshanın bir mikrofilm kopyası elde edilip,
İngilizce çevirinin Pakistan’da yeni bir baskısı yapıldı. Jesus, A Prophet of
İslam, Londra, 1979, s : 39 – 42).
Pavlos Öğretilerine Uyan Hıristiyanların Barnaba İncilini İnkar Çabaları ve Tarihi Gerçekler
Hıristiyan literatüründe Barnaba İncili’nin adı nerede geçmişse, oraya bir
muhalefet şerhi konmuş, bu İncil’in, sahte ve uydurma olduğu, dolayısıyla
reddedilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Hattâ bu İncil’in, bir Müslümanın
hayal gücünün bir eseri olduğu iddia edilmiştir. Bu, iddia tarihi hiçbir
dayanağı olmadan inkar amaçlı olarak ortaya atılmıştır; çünkü böyle bir kitap
Müslümanlar tarafından bilinmiyordu. Eğer bilinseydi pek çok eserde ondan söz
edilirdi. Taberî, Mes’ûdî, Ya’kûbî, Bîrûnî, İbn Hazm, İbn Teymiyye gibi
Hıristiyan kaynaklarına vâkıf olan yazarlar, Hıristiyanlık ve onun kutsal
kitaplarından bahsederken, Barnabas İncili’ne en ufak bir işarette bile
bulunmamışlardır.
George Sale’nin, 1734 yılında, Kuran’ın İngilizce çevirisinde bundan
bahsetmesinden önce Müslümanlar, Barnabas İncili’nin adını bile duymamışlardı.
İbnü’n-Nedîm tarafından 995 yılında ve Hacı Halife tarafından 1657’de
hazırlanan, geniş birer bibliyografya eseri olan ‘el-Fihrist’ ve
‘Keşfü’z-Zünûn’ adlı kitaplarda da bu İncil’in adı geçmemektedir. Bu eserlerin
yanı sıra 18’inci yüzyıl öncesi süreçte Müslümanlarca kaleme alınan ve bugün
bilinen hiçbir metinde bu İncilin isminden ya da içeriğinden bahsedilmediği
gibi İslam uygarlıklarında söylenti-hikaye-efsane düzeyinde dahi adı bir kayda
geçmemiştir.
Hz. Muhammed’in Doğumundan 75 Sene Önce.
Barnabas İncili’nin Müslümanlar tarafından yazılmadığının bir delili de
şudur: Hz. Muhammed’in dünyaya gelişinden 75 yıl önce (M.S. 496), Papa
I.Gelasius döneminde ‘yanlış ve dînî düşüncelere aykırı kitaplar’ adı altında
hazırlanan listede (-Decretum Gelasianum-), Barnabas İncili’nin adı
geçmektedir. Ayrıca 7’inci yüzyıl öncesinden günümüze gelen ikinci ve farklı
bir belgede yasaklanan 60 kitap içinde (-List of the Sixty Books-) Barnabas
İncili de yer almaktadır. Barnabas İncili’nin tarih boyunca aslında var olmadığı
şeklindeki iddialara değinen Avustralyalı bilim insanı(-La Trobe Universitesi
Bendigo-) Dr. Rodney Blackhirst, bir bilimsel makalesinde yukarıdaki iki
listeye dikkat çekerek, şöyle demektedir:
“Bazıları, ortaçağın sonlarında Barnabas İncili isimli yazıma rastlanılması
öncesi süreçte, böyle bir incilin tarihsel olarak var olmadığını kesin bir
güvenle iddia ediyorlar. Oysa farklı yüzyıllardan, iki ayrı liste bunun tersini
kanıtlıyor. İki listede de aynı yanlışın olması, aslında olmayan bir şeyin
yanlışlıkla iki ayrı listede de “Barnabas İncili” adıyla yer alması
mümkün müdür? “60 kitap listesi” sadece bu tek konuda yanlış olabilir
mi? Barnabas İncili’nin hiç var olmadığı iddiası kimilerinde, bu İncil’den
bugüne hiçbir parçanın gelmediği iddiasına yerini bırakıyor. Fakat o zaman
“60 kitap listesi’nde yer alan kitaplardan sadece Barnabas İncili’nin bir
iz bırakmadan kaybolması gibi bir sonuç akla yatkın olacak mıdır?”
Barnabas İnciline getirilen bu yasaklamalar, o çağlarda, bu İncil’i yazacak
bir Müslümanın var olamayacağını açıkça gösteriyor. Çünkü o zaman daha Hz.
Muhammed (doğumu 571) bile doğmamıştı.
Ayrıca yukarıdaki delillere ek olarak şunu vurgulamak yerinde olacaktır:
Allah ve bir Peygamberi hakkında yalan söylemek demek olacak böyle bir
sahtekarlık; yani bir İncil uydurma eylemi; yalancılık ve sahtekarlığa karşı
duruşu ve doğruluk ve dürüstlük ahlakını Hz. Peygamber ve Kuran’dan alan bir
Müslümandan beklenemez. Böyle bir şeyi iddia edebilenler, bazı değişiklikler ve
tahrifler yaşadığı Spinoza, Goethe ve daha nice batılı entelektüeller
tarafından ifade edilen 4 İncilin dışında ve 2000 sene önceki orijinal halinde
ya da orijinal haline yakın bir İncil’den güçlü yansımalar bulunan bir metinle
karşılaşmanın şok ve şaşkınlığı ile bunu yapıyor olmalılardır.
Alman Protestan Kilise Komisyonu’nun kontrolünden geçerek basımına izin
verilen eski ve yeni Ahit çevirileri, şu sunuşla başlar:
“Kutsal kitap gökten inmiş değildir. Eski Ahit (-Tevrat-)’in 39 kitabıyla
dört İncil yüzlerce yılda yavaş yavaş gelişmiş ve son şeklini almıştır.” Burada
Tevrat ve İncil üzerinde tarih boyunca tahrifat ve değiştirmeler yapıldığı
gayet net bir şekilde kilise tarafından, ifade ediliyor.
Hakkari’de 1984 Yılında Bulunan Barnabas Nüshası
1984’te Hakkari civarında bir mağarada, İsa Peygamberin konuşma dili olan Ârâmî dilinde ve Süryânî alfabesi ile yazılmış ceylan derisinden bir kitap bulunduğu ve bunun Barnaba İncili olduğu, yurt dışına kaçırılmak istenirken kaçakçıların yakalandığı ve kitabın bir yerde muhafaza edildiği ifade edilmektedir. Kitabı bulanların, kitabın içeriğini anlamak amacıyla, Hamza Bektaş’a kitabın ilk sayfasını getirdikleri, Bektaş’ın tercüme ettiği sayfaya göre bu kitabın Barnabas İncili olduğu ve aşağıda bulunan İncil metninin girişine benzer ifadelerin bu sayfada yer aldığı detayları verilmektedir. (bk. İlim ve Sanat, Mart-Nisan 1986, sayı: 6, s. 91-94).
Pavlos Öğretileri ve Resmî Roma Hıristiyanlığı
Paulus=Pavlos=Pavlos=Bolis, Tarsuslu Saul M.S. 10-67 yılları arasında
yaşadı. Pavlos Roma Yurttaşlığı’nı kazanmış Yahudi bir aileden geliyordu. Bu
nedenle hem Yahudi adı Saul’u hem de Romalı Adı Pavlos’u kullanıyordu. Yahudi
önderi I.Gamalyel dönemi’nde Kudüs’te hahamlık öğrenimi gördü.
İlk dönemlerinde bağnaz bir Ferisi (-Yahudi din adamı-) olarak
Hıristiyanlığı Yahudilik karşısında büyük bir tehdit saydığı için Kilise
Üyeleri’ne yönelik kıyımlarda, yüzlerce inananın öldürülmesinde etkin roller
oynadı.
Daha sonraları, “inananların peşine düşerek Şam’a giderken yolda İsa’nın
görüntüsü’yle karşılaştığını, böylece tövbe ettiğini” iddia etti. İddiasını
doğru kabul eden Hıristiyanların arasında yaşadı. Kısa bir süreç ardından ise
bir topluluğun lideri haline gelerek inananlar arasında önemli ayrışmalara
neden oldu. Dini Yahudi olmayanlar arasında yayması farklı yönlerinden
birisidir.
Hıristiyanlığın bir Yahudi Mezhebi olmaktan çıkıp bir Roma Dini’ne
dönüşmesine belirleyici katkı’da bulunan kişidir Pavlos. Yeni Ahit’in yaklaşık
1/3 ünü oluşturan mektupları günümüze ulaşmış en eski Hıristiyan Metinleri’dir
ki bugünkü Hıristiyan İlahiyatı’nın temellerini oluşturur. Yeni Ahit’teki
Resullerin İşleri Kitabı’nın yarıdan çoğu Pavlos’un etkinlikleri’ni aktarır.
Romanın resmî dini haline gelen Hıristiyanlık Pavlos’un takipçilerinin dini
anlayışını yansıtır. Roma kilisesi=Pavlos kilisesi, tevhide (Allah’ın birliği
inancı) inanan ya da buna yakın diğer Hıristiyan mezhep ve topluluklarını
ortadan kaldırmak için mücadele etmiş. Bu uğurda aforoz (dinden atma) ve ölüm
cezaları uygulamış ve bunlarla korkutmuştur.
Pavlos’un İlk Günah – Kefaret Anlayışı
“İlk Günah Kavramı – her doğanın günahkar doğduğu iddiası -”’nı ileri süren
Pavlos mektup ve etkinlikleriyle, Tevrat’ta yer alan Allah’ın emirlerinin
dikkate alınmayarak uygulanmamaları sonucunu verecek biçimde kefaret inancını
kurmuştur. (-Kefaret; İsa Peygamberin çarmıha çekilerek kendini, insanların
günahtan kurtulmaları için feda ettiği, böylece sadece Hz. İsa’ya inanmanın
sonsuz kurtuluş için yeterli olacağı inanışı. -Barnabas İnciline ve İslam
kaynaklarına göre ise çarmıha gerilen kişi, Hz. İsa’ya ihanet eden ve bunun
cezası olarak mucize ile İsa’ya benzetilen Yahuda İskariyot’tur.-)
Pavlos’un bu öğretileri ile sadece “kalp temizliği ve İsa’ya inanmayı”
yeterli gören, Allah’ın koyduğu kurallar ve O’nun emirlerinden soyutlanan bir
din yapılanması ortaya çıkmıştır. Böylesi bir din anlayışı ne diğer dört
kanonik incilde ne de Barnabas incilinde Hz. İsa tarafından dile
getirilmemiştir.
Barnabas’ta; Hz. İsa döneminde, dini kuralların titizlikle uygulandığı ve
doğru inanca sahip olmanın, Tevrat’ta yer alan (-domuz eti yasağı gibi-)
yasaklamalardan kaçınmanın ve sünnet olma emrinin uygulanması ve ibadetin
samimiyetle ve sürekli yapılmasının Hz. İsa’nın temel direktifleri arasında
olduğu görülür.
Bugünkü haliyle Yeni Ahit’te (-incilde-) yer alan şu metin konumuz
itibariyle oldukça dikkat çekicidir:
“Hz. İsa’ya tâbi (uyanlar) olanlar kendisinin yeryüzünde olduğu zaman
diliminde ve göğe yükseltilmesinin sonrasında Tevrat’a bağlı Yahudi cemaati
ile, Kudüs’teki Mabede gitmeye devam etmişlerdir”(-Resullerin İşleri, 3, 1)
Barnaba İncil’inde Çelişkiler Olduğuna Dair İddialar Hakkında
Yukarıda sıralananlara göz atıldığında Barnabas İncili’yle ilgili herhangi
bir konuda Müslümanların sorumlu olmadığı oldukça açık bir şekilde
anlaşılmalıdır. Müslümanların bu İncil’e ilgilerinin sebebi bir Peygamber
olarak kabul ettikleri Hz. İsa’nın gerçek yaşam kesitlerinin detaylarına ve
Allah’ın gönderdiği kitaplardan biri olduğuna inandıkları İncilin gerçek haline
duydukları doğal meraklarıdır.
Bu incilin 2000 sene önceki gerçek incilin tam olarak aynısı olduğunu da
iddia edemeyiz. Çünkü, Kanonik kabul edilen diğer 4 İncil gibi bu İncil de Hz.
İsa’nın dili olan Aramice değildir, belki en azından birkaç kere tercüme
edilmiş bir metindir; örneğin, Aramiceden önce Latinceye daha sonra İtalyancaya
çevrilmiş olabilir. Türkçe çeviriye kaynaklık eden İngilizce’ye ise bu yüzyılın
başında tercüme edilmiştir. Bu tercümeler esnasında mütercimlerin yetkinlik
derecelerinin ya da bilgisel yetersizliklerinin; kasıtsız kelime yanlışlıkları
ve unutkanlıkların roller oynadığı pekala düşünülebilir.
Bu İncil vasıtasıyla sezilen ve tarihsel süreciyle varılan sonuç “asıl
İncil’den” güçlü esintileri yansıtmasıdır.
Çelişki olarak iddia edilenler metinde yer alan temel konu doğrultularında
değildir, tam tersine, Barnabas İncili’ni diğer İncillerden ayıracak en
açıklayıcı kelime “baştan sona tutarlılık” olacaktır.
“Nasıraya doğru gemiyle yola çıkmak”
En çok çelişki iddiasının vurgulandığı yer, 20’inci bölümde, Galile denizi
üzerinden “Nasıra’ya doğru gemiyle yola çıkılması’dır. “Nasıra’ya
gemiyle gidildi” şeklinde bir cümle kurulmamıştır. 16’ıncı bölümde Hz.
İsa’nın şakirdlerini çağırarak bir dağa çıktığı ifade edilmektedir. Bu bölümden
sonra bir yolculuktan bahseden ilk bölüm 20’inci bölümdür. Dolayısıyla
“Nasıra’ya doğru nereden hareket edildiği” belirgin değildir, ancak
bilinmeyen bir yerden başlayan yolculuğun bir kısmının Galile Gölü’nün
geçilerek yapılması pekala mümkündür.
20’inci bölümde; “Nasıra kentine gemiyle yanaşıldığı” da yer
almaz, sadece, “Nasıra kentine gelince” denir. Nasıra’ya doğru
giderken Hz. İsa ve şakirtlerinin yolculuğun bir kısmını Galile gölü üzerinden
yaptıkları, sonucunu çıkarmamız metne göre mümkündür.
Öte yandan gerçek-dışına çıkılarak, Barnabas İncili metninde güya
“Nasıra Limanı’ndan” bahsedildiği, güya “Kudüs’ten Nasıra’ya
gemiyle gidildiği” ekleniyor ki, Barnabas’ta bu şekilde ya da aynı anlama
gelecek ifadeler kesinlikle yer almıyor.
Yukarıda yer alan objektif-net-tarihi verilere karşı, duygusallığı yansıtan
bir alaycılık ile gerçek-dışı demogojik yaklaşımlara yönelebilen bazı
çevrelerin yukarıda adı geçen onlarca tarihi belgeye göz gezdirmeleri, hiç
değilse kolayca edinebilecekleri Dr. Rodney Blackhirst’a ait yukarıda bir yargı
paragrafı alıntılanan makaleyi okumaları önerilebilir.
Diğer çelişki iddiaları Romalı bir valinin (Plate=pilatus=pilotus) ismi
hakkında dile getiriliyor, iki ayrı dönemde gelen iki valinin isimlerinin aynı
olması ihtimal dahilindedir. Ya da bazı detaylarda tercüme yanlışlıkları ya da
çelişki iddialarının kendilerinde yanlışlıklar söz konusu olabilir.
Hz. İsa Peygamber, neden “Gelecek Mesih ben değilim.” diyor?
Mesih nitelemesini İsa’dan sonra gelecek Peygamber hakkında telaffuz
edilmesi, Hz. İsa’nın Mesih olmadığından değil, metinden de anlaşılacağı üzere
o dönem topluluklarının Mesih denildiğinde bunu en son gelecek Allah’ın Elçisi
olarak algılamalarıdır. İsa, “Sen Mesih misin?” şeklindeki sorulara
yanıt verirken kendinden sonra gelecek Allah’ın Elçisi’nden haber vermektedir.
Barnabas İncili’nin ilk başlığında, girişi ve 6’ıncı bölümünde de İsa Peygamber
için “Mesih” denmektedir.
İsa Peygamber’in “Sen Mesih misin?” şeklindeki soruya verdiği
cevabı bu gerçeği gösteriyor:
“..Çünkü ben, sizin “Mesih” dediğiniz, benden önce yaratılmış ve benden
sonra gelecek ve inancı (dini) son bulmasın diye gerçeğin sözlerini getirecek
olan Allah’ın Elçisi’nin ayakkabılarının iplerini ya da çoraplarının bağlarını
çözecek değerde değilim.”
Tahrifler sonucu sürrealist ve ancak ruhban derecelilerin anladığı(!)
anlaşılmaz semboller anlatımı haline gelen ve bünyesinde tahrif ve
değişmelerden doğan yanlışlardan yüzlerce sancıyı taşıyan 4 kanonik (!)
İncil’den örnekler vererek, gerçek ve pek çok “çelişki’leri gerçek anlamda
göstermek mümkündür. Bu çelişkiler doğu ve batıda, yerinde ve yeterince ele
alınarak ilgilenenlere gösterilmiştir. Alman Protestan Kilise Komisyonu’nun,
yukarıda yer alan, İncil’e yazdığı sunuş yazısı da bu gerçeğin başka türlü bir
ifadesi olarak değerlendirilebilir.
Barnaba İncili, anlaşılmaz hale getirilmiş bir dinin özündeki gerçek
halini; aydınlık ve açıklığı, Peygamberlerle iletilen ilahi mesajların
tazeliğini okuyanlara hemen hissettiriyor. Barnabas İncili’nin Matta, Yuhanna,
Luka ve Markos ile kıyaslamalı okunuşunda, diğer İncillerdeki çıkarmalar ve
değiştirmeler nedeniyle nasıl anlam bütünlüğünün bozulduğu ve cümle
düşüklükleri oluştuğu, böylece yarım ya da aralarda kalan konu ve cümlelerin
aslında nereden başladığı ve nasıl geliştiği de ortaya çıkıyor ve nasıl
insafsız bir tahrif budamasına maruz kaldıkları da anlaşılıyor.
Barnaba İncili, 2-12. Bölüm
2. Cebrail’in Bakire Meryem’in hamileliğiyle ilgili olarak Yusuf’a yaptığı hatırlatma.
Allah’ın iradesini öğrenen Meryem, yüklü olduğundan kendine saldırırlar ve
zina suçlusu sayarak taşlarlar diye insanlardan korkup, dindar, takva sahibi,
namaz ve oruçla Allah’a ibadet eden ve bir marangoz olarak ellerinin yaptığı
ile geçinen bir adam olduğundan, ayıpsız yaşantılı Yusuf adında kendi soyundan
bir yoldaş seçti.
Bakire, bildiği böyle bir adamı yoldaşı olarak seçti ve îlâhî teklifi ona
açtı.
Dindar bir adam olan Yusuf Meryem’in hamile olduğunu anlayınca, Allah’tan
korkup, ondan ayrılmayı düşündü. Bak ki, uyurken, “Ey Yusuf, neden kadının
Meryem’i bırakmayı düşünüyorsun?” diye Allah’ın meleği tarafından uyarıldı (ve
şöyle denildi.): “Bil ki, ona ne olmuşsa, hepsi Allah’ın iradesiyle olmuştur.
Bakire, bir çocuk dünyaya getirecek, adını İsa koyacaksın; şaraptan, kuvvetli
içkiden ve her türlü temiz olmayan etten onu uzak tutacaksın; çünkü o, annesinin
rahminden Allah’ın kutsal bir (kuludur). O, – Juda’yı (Yehuda) kalbine
döndürsün İsrail kavmi Musa’nın Kanunu’nda yazılı olduğu gibi, Rabb’in kanunu
yolunda yürüsün diye İsrail halkına gönderilen Allah’ın bir peygamberidir. O,
Allah’ın kendine vereceği büyük güçle gelecek, büyük mucizeler gösterecek ve bu
sayede pek çok insanlar kurtulacaktır.”
Uykudan uyanan Yusuf, Allah’a şükretti ve bütün içtenliğiyle Allah’a ibadet
ederek, ömrü boyunca Meryem’in yanında kaldı.
3. İsa’nın harika doğuşu ve Allah’ı Öven meleklerin görünüşü
Bu sıralar, Kayser Avgustos’un buyruğuyla, Yahudiye’de Hirodes hüküm sürüyor ve Arma ve Sayfa şehirlerinde de Pilotus vali bulunuyordu. Bütün dünya kütüklere kayıt yaptırmakta olduğundan, herkes kendi memleketine gidiyor ve kayıt için kendi kabileleriyle kendilerini takdim ediyorlardı. Bu nedenle Yusuf Sezar’ın buyruğuna göre kayıt yaptırmak için, Beytlehem’e (burası, Davut soyundan gelme olduğundan kendi kentiydi) gitmek üzere kadını hamile Meryem’le birlikte Galile’nin bir kenti olan Nasıra’dan ayrıldı. Beytlehem’e varan Yusuf burası çok küçük ve yabancılarla dolu bir kent olduğundan, kalacak yer bulamayıp, kent dışında bir çobanın sığınağı olarak yapılan bir odayı tuttu. Yusuf burada kalırken, Meryem’in de doğum günleri gelmişti. Bakire oldukça parlak bir nurla kuşatıldı ve hiç sancısız çocuğunu doğurdu, kucağına alıp kundağına sardı ve yemliğe yatırdı; çünkü odada hiç yer yoktu. Bir çok melek, Allah’ı takdis edip, Allah’tan korkanlara salât ve selam getirerek sevinç içinde odaya geldiler. Meryem ve Yusuf Rabb’e İsa’nın doğumundan dolayı hamd ve senada bulundular ve sonsuz bir neşe ile çocuğu doyurdular.
4. Meleklerin İsa’nın doğuşunu çobanlara bildirmesi ve çobanların da çocuğu gördükten sonra bunu ilân etmeleri.
Bu sırada, adetleri üzere çobanlar sürülerine bakıyorlardı ve dikkat et ki,
içinden Allah’ı takdis eden bir meleğin göründüğü oldukça parlak bir nur sardı
onları da. Çobanlar, bu ani nur ve meleğin görülmesi nedeni ile korkuya
kapıldılar; bunun üzerine Rabb’in meleği şöyle diyerek onları rahatlattı:
“Bakın, size büyük bir müjde veriyorum; çünkü, Davud’un kentinde Rabb’in
peygamberi olan bir çocuk doğdu; İsrail’in ailesine büyük kurtuluş getirir.
Çocuğu Allah’ı ta’zim eden annesi ile birlikte yemlikte bulacaksınız.” Ve, o
bunları söyleyince, hayırlı istekleri olanlara selâm ederek, Allah’ı ta’zim
eden pek çok melekler geldiler. Melekler gidince, çobanlar birbirlerine şöyle
dediler:. “Beytlehem’e kadar gidelim ve Allah’ın meleğin aracılığıyla bize
bildirdiği kelimeyi görelim.”
Beytlehem’e yeni doğan bebeği aramaya pek çok çobanlar geldi ve kent
dışında, meleğin sözlerine göre, yemlikte yatan yeni doğmuş çocuğu buldular.
Ona saygı gösterip, annesine gördüklerini ve duyduklarını bildirerek ellerinde
olanı verdiler. Meryem bütün bunları kalbinde tuttu ve Yusuf da (aynı şekilde)
Allah’a şükretti. Çobanlar sürülerinin başına döndüler ve ne büyük bir şey
görmüş olduklarını herkese söylediler. Ve, böylece tüm Yahudiye tepeleri
haşyetle doldu ve herkes içinden söyle diyordu: “Bu çocuk acaba ne olacak?”
5. İsa’nın sünnet olması
Musa’nın kitabında yazıldığı gibi, Rabb’ın kanununa göre, sekiz gün dolduğu zaman, çocuğu alıp, sünnet etmesi için mabede götürdüler. Çocuğu sünnet ettiler ve Rabb’in meleğinin çocuk ana rahmine düşmeden önce söylediği gibi, İsa adını verdiler. Meryem ve Yusuf, çocuğun pek çoklarının kurtuluşuna ve pek çoklarının da helakine neden olacağını seziyorlardı. Bundan dolayı, Allah’tan korkuyorlar ve çocuğu Allah korkusuyla koruyorlardı.
6. Yahudiye’nin doğusundaki bir yıldızın yol göstermesiyle gelip, İsa’yı bularak, saygı ve hediyeler sunan üç müneccim.
Yahudiye kralı Hirodes’in egemenlik günlerinde, İsa’nın doğumu sırası doğu
bölgelerinde üç müneccim gökteki yıldızlan gözlüyorlardı. Nihayet kendilerine çok
parlak bir yıldız göründü; bunun üzerine, aralarında karar vererek önlerinden
giden yıldızın kılavuzluğunda Yahudiye’ye geldiler ve Kudüs’e varıp Yahudilerin
kralının nerede olduğunu sordular. Hirodes bunu işitince korktu ve bütün kenti
tedirginlik kapladı. Bunun üzerine, Hirodes kâhinleri ve yazıcılar
(kahinler-yazıcılar:Yahudi din adamları) toplayarak, “Mesih nerede doğması
gerekir?” diye sordu.
“Beytlehem’de doğması gerekir. Çünkü, Peygamber tarafından şöyle
yazılmıştır: “Ve, sen Beytlehem, Yehuda reisleri arasında küçük değilsin; çünkü
senden kavmim İsrail’e önder olacak bir lider gelecektir” diye cevap verdiler.
Hirodes bunun üzerine müneccimleri toplayarak, gelişlerini sordu. Doğuda
kendilerini bu tarafa getiren bir yıldız gördüklerini ve hediyelerle gelip,
yıldızın bildirdiği bu yeni Kral’a tapınmak istediklerini söylediler.
Ardından Hirodes şöyle dedi: Beytlehem’e gidin ve bütün dikkatinizle çocuğu
araştırın; bulduğunuz zaman gelin ve bana söyleyin; çünkü, ben de seve seve
gelecek ve ona secde edeceğim ve o yalandan böyle konuştu.
7. Müneccimlerin İsa’yı ziyareti ve İsa’nın rüyalarında yaptığı uyarıyla kendi memleketlerine dönüşleri.
Müneccimler Kudüs’ten ayrıldılar ve bir de ne görürsün, kendilerine
doğrudan görünen yıldız önleri sıra gitmiyor mu? Yıldızı gören müneccimleri
sevinç kapladı ve böylece Beytlehem’e gelip, şehir dışında, yıldızın İsa’nın
doğmuş olduğu hanın üstünde durduğunu gördüler. Bunun üzerine müneccimler o
tarafa yönelip, içeri girerek çocuğu annesi ile birlikte buldular ve önünde
eğilip saygı gösterdiler ve müneccimler üzerine altın ve gümüşle baharat
saçarak gördükleri her şeyi Bakire’ye anlattılar.
Sonra uykularında çocuk tarafından Hirodes’e gitmemeleri için ikaz
edildiler. Bu nedenle, müneccimler bir başka yoldan kendi memleketlerine dönüp,
Yahudiye’de ne gördülerse hepsini yaydılar.
8. İsa Mısır’a götürülüyor Ve Hirodes suçsuz çocukları katliamdan geçiriyor.
Müneccimlerin dönmediğini gören Hirodes kendisi ile alay edildiğini sanarak doğan çocukları öldürmeye karar verdi. Ama bak ki, uykusunda Yusuf’a Rabb’in meleği göründü ve “Çabuk kalk ve çocuğu annesi ile birlikte alıp Mısır’a git; çünkü Hirodes onu öldürmek istiyor” dedi. Yusuf büyük bir korkuyla uyanıp, Meryem ve çocuğu alarak Mısır’a vardı ve müneccimlerin kendisi ile alay ettiklerini sanarak, Beytlehem’de bütün yeni doğan çocukları öldürmek için askerlerini gönderen Hirodes ölünceye kadar orada kaldı. Askerler Beytlehem’e gelip Hirodes’in emri üzerine orada bulunan tüm çocukları boğazladılar. Böylece, peygamberin şu sözleri yerine gelmiş oldu: “Roma’da figan ve büyük ağlamalar var Rahel oğullan için yas tutar, fakat ona teselli verilmez; çünkü onlar yoktur.”
9. Yahuda’ya dönen İsa, on iki yaşına gelmiş olup, muallimlerle harikulade tartışmaya giriyor.
Hirodes ölünce bak ki, Rabb’in meleği rüyada Yusuf’a göründü ve şöyle dedi:
“Yahudiye’ye geri dön; çünkü, çocuğun ölmesini isteyenler ölmüş bulunuyor.”
Yusuf, Meryem’le (yedi yaşına girmiş olan) çocuğu alarak Yahudiye’ye geldi; bu
kez, Hirodes’in oğlu Arhedous’un Yahudiye’de egemen olduğunu duyup, Yahudiye’de
kalmaktan korkarak Galile’ye gitti ve Nasıra’da yerleşmek üzere ayrıldılar.
Çocuk, insanlar önünde ve Allah’ın önünde kerem ve hikmet içinde büyüdü.
On iki yaşına gelen İsa, Musa’nın kitabında yazılı bulunan Rabb’in kanununa
göre ibadet etmek için Meryem ve Yusuf ile Kudüs’e geldi. İbadetleri bitince
İsa’yı kaybederek ayrıldılar; çünkü, yakınlarıyla eve döneceğini sanıyorlardı.
Bu nedenle Meryem, yakınları ve bildikleri arasında İsa’yı aramak için Yusuf
ile Kudüs’e geri geldi. 3. gün, çocuğu mabette muallimler arasında, kanunla
ilgili tartışma yaparken buldular. Herkes sorduğu sorulara ve verdiği cevaplara
şaşırmıştı ve şöyle diyorlardı: “Bu kadar küçük olduğu ve okuma bilmediği
halde, bunda böyle bir akide nasıl bulunabilir?”
Meryem onu azarlayarak şöyle dedi: “Oğul, bize yaptığını görüyor musun?
Bak, baban ve ben seni üç gündür yana yakıla arıyoruz.” İsa şöyle cevap verdi:
“Allah’a hizmetin baba ve anneden önde gelmesi gerektiğini bilmiyor musunuz?”
Sonra İsa annesi ve Yusuf ile birlikte Nasıra’ya gelip, tevazu ve saygı ile
onlara tabi oldu.
10. İsa, otuz yaşında iken Zeytinlik dağında, mucize olarak melek Cebrail’den İncil’i alıyor.
Otuz yaşına gelmiş olan İsa, kendisinin bana söylediğine göre, annesi ile
zeytin toplamak için Zeytinlik Dağı’na çıktı. Sonra öğleyin dua ederken, “Rabb,
rahmetle.” sözlerine geldiğinde, çevresini oldukça aydınlık bir nur ve sonsuz
sayıda, “Allah’ı tesbih ve ta’zim ederiz” diyen melekler sardı. Melek Cebrail
ona, ışıldayan bir aynaymış gibi bir kitap sundu. İnsanın kalbine inen bu
kitapta, Allah’ın neler yaptığının, neler dediğinin ve neler irade buyurduğunun
bilgisini aldı; öyle ki, “İnan Barnabas, her peygamberlikte her peygamberi
öylesine biliyorum ki, söylediğim her şey şu kitaptan geliyor” şeklinde bana
anlattığı gibi her şey açık ve çıplak önüne kondu.
Bu vahyi alan ve İsrail Oğulları’na gönderilen bir peygamber olduğunu
anlayan İsa her şeyi annesi Meryem’e anlattı ve Allah’ın şanı için büyük
eziyetlere katlanması gerektiğini ve kendisine hizmet için daha fazla yanında
kalamayacağını söyledi. Bunun üzerine Meryem şöyle karşılık serdi: “Oğul, sen
doğmadan önce her şey bana anlatıldı, Allah’ın yüce adını tesbih ve tazim
ederim.” İsa hemen o gün peygamberlik görevini yapmak üzere annesinden ayrıldı.
11. İsa, mucizevi bir şekilde bir cüzzamlıyı iyileştiriyor ve Kudüs’e gidiyor.
Kudüs’e gitmek için dağdan inen İsa, ilâhi ilhamla kendisinin peygamber
olduğunu bilen bir cüzzamlıya rastladı. Gözyaşlarıyla kendisine, “İsa, sen
Davud oğlu, bana merhamet et” diye yalvaran cüzzamlıya İsa (şöyle) cevap verdi:
“Sana ne yapıvermemi istersin, kardeş?”
Cüzamlı cevap verdi: “Rabb (Rabb=Efendim anlamında kullanılıyor), bana
sıhhat ver.”
İsa, azarlayarak şöyle dedi: “Aptalsın sen; seni yaratan Allah’a dua et, o
sana sıhhat verecektir; çünkü ben de senin gibi bir insanım.” Cüzamlı cevap
verdi: “Rabb, senin bir insan olduğunu biliyorum, fakat, Rabb’ın kutlu bir
insanı. Dolayısıyla, Allah’a sen dua et ve O bana sıhhat versin.” Sonra İsa, iç
çekerek (şöyle) dedi: “Rabbim, Kadir olan Allah, kutsal peygamberlerinin aşkı
için, bu hasta adama sıhhat ver.” Ardından, bunları söyledikten sonra, hasta
adama Allah adına elleriyle dokunarak (şöyle) dedi: “Ey kardeş, sıhhat bul.”
Ve, bunu deyince cüzzam kayboldu, öyle ki, cüzamlının derisi bir çocuğunki gibi
oldu. Lyileştiğini gören cüzzamlı yüksek sesle bağırdı: “Allah’ın üzerinize
gönderdiği peygamberi almak için, ey İsrail kavmi, bu yana gelin!” İsa ona rica
ederek, (şöyle) dedi: “Kardeş, sus bir şey söyleme.” Fakat, İsa rica ettikçe o
daha çok bağırıyordu : “Peygamberi görün! Allah’ın kutsal (kulu)’nu görün.” Bu
sözler üzerine, Kudüs’ten çıkanların çoğu koşarak geri döndüler ve İsa ile
birlikte Kudüs’e girerek, Allah’ın İsa aracılığıyla cüzzamlıya yaptığını
anlattılar.
12. İsa’nın Allah’ın adı konusunda halka ilk verdiği akideyle ilgili harika vaazı.
Tüm Kudüs şehri bu sözlerle çalkalandı ve hep birden, İsa’yı görmek üzere
ibadet için girdiği mabede koşuştular ve sıkışık bir biçimde oturdular. Bunun
üzerine kâhinler İsa’ya ricada bulundular: “Bu insanlar seni görmek ve işitmek
isterler; bu nedenle şu en yukarı çık ve Allah’ın sana verdiği kelimeleri Rabb
adına konuş!”
Sonra İsa, yazıcıların şimdiye kadar konuşa geldikleri yere çıktı ve
susulması için bir işaret yapıp, konuşmaya başladı: “Rahmet ve iyiliğinden,
yarattıklarını kendisini yüceltsinler diye yaratmak dileyen Allah’ın kutsal
adını tesbih ederim. Kulu Davud’a “velilerin parlaklığı içinde Zühre
yıldızından önce seni yarattım” diyerek konuştuğu gibi, dünyanın kurtuluşu için
göndermek üzere her şeyden önce tüm velilerin ve peygamberlerin ihtişamını
yaratan Allah’ın Kutsal adını tesbih ederim. Kendisine hizmet etsinler diye
melekleri yaratan Allah’ın kutsal adını tesbih ederim. Ve, Allah’ın saygı
duyulmasını irade ettiğine saygı duymayan şeytanı ve peşinden gidenleri
cezalandıran ve yoksunluğa iten Allah’ı tesbih ederim, insanı yeryüzünün
çamurundan yaratan ve işlerinin başına gönderen Allah’ın kutsal adını tesbih
ederim. Koyduğu kutsal kuralı çiğnediği için insanı cennetten çıkaran Allah’ın
kutsal adını tesbih ederim. Merhametiyle, insan soyunun ilk anne, babası olan
Adem ve Havva’nın göz yaşlarına bakan Allah’ın kutsal adını tesbih ederim.
Adaleti ile kardeş katili Kabil’i cezalandıran, yeryüzüne tufan gönderen, üç şerli
kenti yakıp yıkan, Mısır’a azap eden Firavun’u Kızıl Deniz’de boğan, kendi
kullarının düşmanlarını dağıtan, kafirleri azapla cezalandıran ve tövbe edip
doğru yola girmeyenlerin cezasını veren Allah’ın kutsal adını tesbih ederim.
Yarattıklarına rahmetiyle bakan ve bu nedenle önünde doğruluk ve takva ile
yürüsünler diye kutsal peygamberlerini gönderen; kullarını her kötülükten
koruyup, kurtaran ve babamız İbrahim ile oğluna sonsuza değin söz verdiği gibi,
bu toprağı kullarına veren Allah’ın kutsal adını tesbih ederim. Sonra, kulu
Musa aracılığıyla, şeytanın bizi aldatmaması için bize kutsal kanununu verdi ve
bizi bütün diğer kavimlerin üstüne çıkardı.
“Fakat, kardeşler, bugün, günahlarımızdan ötürü ceza görmememiz için ne
yapıyoruz?”
Ve ardından İsa, Allah’ın sözünü unuttuklarından ve kendilerini boş şeylere
verdiklerinden dolayı halkı şiddetli azarladı; Allah’a hizmeti bırakıp,
dünyalık hırsları için (çalışan) kâhinleri azarladı; Allah’ın kanununu bırakıp,
boş akideler vaaz ettiklerinden dolayı yazıcıları azarladı; kendi gelenekleri
ve yaptıklarıyla Allah’ın kanununu bir hiç duruma düşürdüklerinden dolayı
muallimleri azarladı. Ve, insanlara karşı öyle hikmetli sözler söyledi ki, en
küçüğünden en büyüğüne kadar herkes, merhamet için haykırarak ve İsa’ya kendileri
adına dua etmesi için yalvararak ağladı; yalnız, o gün, kâhinlere, yazıcılara
ve muallimlere karşı bu şekilde konuştuğu için İsa’ya karşı nefret duyan
kâhinler ye reisler (ağlamadı). Ve, onu öldürmeyi düşündüler, fakat, onu
Allah’ın bir peygamberi olarak kabul etmiş bulunan halktan korkarak hiçbir söz
söylemediler.
İsa ellerini Rabb Allah’a açarak dua etti ve halk ağlayarak “amin, amin”
dedi. Dua bitince İsa kürsüden indi ve o gün ardından gelen pek çok kişi ile
birlikte Kudüs’ten ayrıldı.
Ve, kâhinler İsa hakkında aralarında kötü kötü söyleştiler.
Barnaba İncili, 13-19. Bölüm
13. İsa’nın dikkat çekici korkusu, duası ve melek Cebrail’in harika biçimde onu rahatlatması.
Birkaç gün sonra, ruhunda kâhinlerin arzularını sezen İsa, dua etmek için
Zeytinlik Daği’na çıktı. Ve, bütün geceyi ibadetle geçirerek, sabah olunca
şöyle dua etti: “Ey Rabb’im, biliyorum ki, yazıcılar benden nefret ediyor ve
Ferisîler, beni, senin kulunu öldürmeyi düşünüyorlar; bu bakımdan Rabb’im,
Kadir ve Rahim Allah, merhamet et ve bu kulun dualarını duy ve beni onların
tuzaklarından kurtar; çünkü benim kurtuluşum Sende’dir. Ey Rabb’im, sözünü
söyle; çünkü Senin sözün sonsuza değin sürecek olan gerçektir.”
İsa bu sözleri söyleyince, bak ki, onu melek Cebrail gelip dedi: “Korkma ey
İsa; çünkü senin giysilerini koruyan bir milyon (melek) vardı. Gökler üstünde
ve sen her şey yerini buluncaya ve dünya sonuna yaklaşıncaya kadar
ölmeyeceksin.”
İsa yere kapanıp, “Ey Rabb’im Allah, Senin bana olan merhametin ne
büyüktür; senin bana bahşettiğin bütün bu şeyler karşısında ben Sana ne
vereceğim Rabb’im?” dedi.
Melek Cebrail cevap verdi: “Kalk İsa ve Allah’a bir tanecik oğlu İsmail’i
Allah’ın sözünü yerine getirmek için kurban etmek isteyen İbrahim’i ve oğlunu
bıçak kesmeyince bir koyun kurban etmesini bildiren benim sözümü hatırla. Sen
de böyle yapacaksın Ey Allah’ın kulu İsa.”
İsa cevap verdi: “Başım üstüne, fakat kuzuyu nerede bulacağım? Görüyorum
ki, param yok ve çalmak da meşru değil.”
Bunun üzerine, Cebrail kendisine bir koyun gösterdi ve İsa her zaman şanı
Yüce Allah’ı hamd ve tesbih ederek onu kurban etti.
14. Kırk günlük oruçtan sonra İsa On iki Havari’-yi seçiyor.
İsa dağdan inip, yalnız başına geceleyin Erden’in karşı yakasına geçti ve
kırk gün, kırk gece hiçbir şey yemeden, sürekli Rabb’e Allah’ın kendilerine
göndermiş olduğu halkının kurtuluşu için niyazda bulunarak oruç tuttu ve kırk
günün sonunda aç bir insandı. Sonra, şeytan göründü ve pek çok sözlerle onu
iğfal etmeye çalıştı. Fakat İsa, Allah’ın sözlerinin gücü ile onu def etti.
şeytan çekilip gittikten sonra melekler gelip, İsa’nın ihtiyaç duyduğu şeyleri
kendisine verdiler.
Kudüs bölgesine dönen İsa’yı halk yine coşkun bir sevinçle karşıladı ve ona
kendileri ile kalması için ricada bulundular; çünkü onun sözleri yazıcılarınki
gibi değildi; bir güç taşıyor ve kalbe dokunuyordu.
İsa, Allah’ın kanunu üzerinde yürümek için kendilerine dönen insanların
çokluğunu görünce dağa çıktı ve bütün gece orada kalıp dua ve ibadette bulundu;
gün başlayınca dağdan inip, Havariler diye adlandırdığı, aralarında çarmıha
gerilip öldürülen Yahuda’nın da bulunduğu on iki kişi seçti. Adları budur:
Balıkçı iki kardeş Andreas ve Simon (Petrus), vergi mültezimi Matta ve bu kitabı
yazan Barnabas, Zebedi’nin oğulları Yuhanna ve Yakup, Tomas (Taddeus) ve
Yahuda, Bartolomeus ve Filipus, Yakup ve hain Yahuda îskaryot. Bunlara her
zaman ilâhî sırlan açıklardı; fakat, zekatları (toplayıp) dağıtmakla
görevlendirdiği Yahuda îskaryot her şeyin onda birini çalardı.
15. İsa’nın bir evlenme töreninde suyu şarap yapan mucizesi.
Gül bayramı yaklaştığında, bilinen zengin bir adam İsa’yı ve şakirtlerini
annesi ile birlikte bir evlenme törenine davet etti. İsa da davete gitti ve
ziyafet sırasındalarken şarap yetmedi. Annesi İsa’ya usulcâ seslendi:
“Şarapları kalmadı.” İsa cevap verdi: “Bana ne bundan, anneciğim?” Annesi,
hizmetçilere İsa ne buyurursa itaat etmelerini emretti. Orada, İsrail kavmi
adetine göre, ibadet için temizlikte kullanılmak üzere altı su küpü
bulunuyordu. İsa, “Bu küpleri suyla doldurun” dedi. Hizmetçiler de dediğini
yerine getirdiler, İsa onlara, “Allah’ın adıyla, yemek yiyenlere içmeleri için
verin” dedi. Hizmetçiler, bunun üzerine tören sahibine (küpleri) götürdüler ve
azar duydular: “Ey işe yaramaz hizmetçiler, neden şarabın daha iyisini şimdiye
kadar bekletirsiniz?” Çünkü, onun, İsa’nın yaptıklarından hiç haberi yoktu.
Hizmetçiler cevap verdiler.- “Ey efendimiz, burada Allah’ın kutlu bir
kişisi var, o suyu şarap yaptı.” Törenin sahibi, hizmetçilerin sarhoş
olduklarını sandı Fakat, İsa’nın yanında oturanlar tüm olan biteni
gördüklerinden, sofradan kalkarak saygılarını sundular: “Kuşkusuz sen Allah’ın
bir mukaddesisin, Allah’tan bize gönderilen gerçek bir peygambersin.”
Ardından şakirtleri ona inandılar ve çokları kendinden geçerek şöyle
dediler: “İsrail kavmine rahmeti ile davranan ve Yahuda’nın ailesini sevgiyle
ziyaret eden Allah’a hamd olsun, onun kutsal adını tesbih ederiz.”
16. İsa’nın havarilerine kötü yaşantıdan kurtulmakla ilgili olarak verdiği harika ders.
Bir gün İsa şakirtlerini çağırarak dağa çıktı ve orada oturunca, şakirtleri
yanına geldiler ve ağzını açıp onlara şunları öğretti: “Allah’ın bize
bahşettiği nimetleri büyüktür. Bu nedenle, gerçek bir kalple ona hizmet etmemiz
gerekir ve madem ki yeni şarap yeni kaplara konuyor ve öyle de, eğer benim
ağzımdan çıkan yeni akideyi alacaksanız, sizin de yeni adamlar olmanız
gerekmektedir. Hemen size söylüyorum ki, nasıl bir kişi gözleri ile göğü ve
yeri bir arada göremezse, Allah’ı ve dünyayı sevmek de işte böyle imkansızdır.
“Ne kadar akıllı olursa olsun, hiç kimse, birbirine düşman iki efendiye
hizmet edemez; çünkü, biri seni severse, diğeri senden nefret edecektir. İşte,
ben size gerçekten söylüyorum ki, Allah’a ve dünyaya (bir anda) hizmet
edemezsiniz; çünkü dünya yalancılık, aç gözlülük ve eza ile cefa doludur. Bu
bakımdan, dünyada rahat edemez, ancak zulüm ve yenilgi görürsünüz. Dolayısıyla,
Allah’a hizmet edin ve dünyayı hakir görün. Benden ruhlarınız için sekinet elde
edeceksiniz; sözlerime kulak verin; çünkü size doğruyu söylüyorum.”
“Gerçekten, bu dünya hayatına ağlayanlara ne mutlu; çünkü onlar rahata
ereceklerdir.”
“Dünyanın zevklerinden gerçekten nefret eden yoksullara ne mutlu; çünkü
onlar Allah’ın hükümdarı olduğu ülkenin zevklerini bol bol tadacaklardır.”
“Gerçekten, Allah’ın sofrasından yiyenlere ne mutlu; çünkü onlara melekler
hizmet edecektir.”
“Siz hacılar gibi yolculuk ediyorsunuz. Bir hacı, yolu üzerindeki saraylar,
tarlalar ve başka dünyalık şeylerle eğler mi kendini? Emin olun ki, hayır! Ama
o, yolu üzerinde kullanışlı ve işe yarar olan hafif ve para eder şeyleri taşır.
Bu, şimdi size bir örnek olmalıdır ve eğer bir başka örnek daha isterseniz,
anlattıklarımın hepsini yapasınız diye onu da vereyim.”
“Dünyalık arzulan kalbinize ağırlık etmeyin. (Şöyle) diyerek:”
“Bizi kim giydirecek?” Veya “Bize kim yemek verecek?” Rabbımız Allah’ın,
Süleyman’ın tüm ihtişamından daha büyük bir ihtişamla giydirip beslediği
çiçeklere, ağaçlara ve kuşlara bakın ve O sizi yaratıp kendi hizmetine çağıran,
kadınlar ve çocuklar dışında sayıları altı yüz kırk bine varan kulları
İsrailoğulları’na çölde kırk yıl gökten kudret helvası indiren ve giysilerini
eskiyip yok olmaktan koruyan Allah, sizi beslemeye de kadirdir. Size
söylüyorum, gök ve yer tükenecek; yine de O’nun Kendi’nden korkanlara olan
rahmeti tükenmeyecektir. Fakat, dünyanın zenginleri, zenginlikleri içinde aç ve
sonludurlar. Geliri artıp duran bir zengin vardı ve (şöyle) derdi:
“Ne yapayım ey ruhum? Çiftliklerimi yıkacağım; çünkü onlar küçüktür; yeni
ve daha büyüklerini yapacağım, böylece sen zafer kazanacaksın ey ruhum!” Vah
zavallı adam! O gece ölüverdi. Yoksulları düşünmeliydi ve bu dünyanın haksız
zenginliklerinin sadakasını alanlarla (sadakalarıyla!) arkadaş olmalıydı;
çünkü, onlar gök sultanlığında hazineler getirirler.
“Söyleyin bana lütfen, paranızı bankaya, bir bankere, verseniz, o da size
verdiğinizin on katını, yirmi katını verse, böyle bir adama her şeyinizi vermez
misiniz? Fakat, size söylüyorum, Allah sevgisi uğruna ne verir ve ne
harcarsanız, geri yüz katını ve sonsuz bir hayatı alacaksınız. Allah’a hizmet
etmekle ne kadar sevinmeniz gerektiğini görün işte.”
17. Bu bölümde mü’minin gerçek inancı açıkça algılanıyor.
İsa bunu deyince, Filipus cevap verdi: “Allah’a hizmet etmeye razıyız, ama
Allah’ı bilmek de istiyoruz.” Çünkü İşaya peygamber “Cidden sen gizli bir
Allah’sın” demiş ve Allah kulu Musa’ya “Ben neysem oyum” demişti.
İsa cevap verdi: “Filipus; Allah, kendisi olmadan hiçbir hakkın olmadığı
bir Hakk’tır; Allah Kendisi olmadan hiçbir şeyin olmadığı Varlık’tır; Allah
Kendisi olmadan yaşayan hiçbir şeyin olmadığı bir Hayat’tır. Öylesine büyüktür
ki, her şeyi doldurur ve her yerdedir. Tektir, O’nun hiçbir dengi yoktur. Ne
başlangıcı vardır, ne de sonu olacaktır. Fakat her şeye bir başlangıç vermiş ve
her şeye bir de son verecektir. Ne babası vardır, ne de annesi; ne oğlu vardır,
ne kardeşi; ne de yoldaşı. Ve, Allah’ın hiçbir bedeni yoktur. Bu bakımdan
yemez, uyumaz, ölmez, yürümez, kımıldamaz, fakat, insandaki gibi olmayan sonsuz
bir hayatı vardır. Çünkü, cismanî değildir, bileşik değildir, maddî değildir,
en sâde özdendir. O kadar iyidir ki, iyiliği sever yalnızca; öylesine âdildir
ki, cezalandırdığı ve bağışladığı zaman, “Bu neden böyle?” denemez. Kısaca,
sana diyorum ki Filipus, burada yeryüzünde O’nu göremez ve tam olarak
bilemezsin de; fakat melekûtunda O’nu ebedî göreceksin, orada tüm mutluluğumuz
ve ihtişamımız bulunur.”.
Filipus cevap verdi: “Üstad, siz ne söylüyorsunuz? İyi biliyorum ki,
İşaya’da Allah’ın babamız olduğu yazılıdır; bu durumda, nasıl olur da, O’nun
hiçbir oğlu bulunmaz?”
İsa cevap verdi: “Peygamberler için yazılmış pek çok kıssalar vardır, bu
nedenle, harflere değil, manâya bakmalısın. Allah’ın dünyaya gönderdiği
(sayıları) yüz yirmi dört bine varan tüm peygamberler kapalı konuşmuşlardır.
Fakat, benden sonra bütün peygamberlerin ve kutsal kişilerin ULUSU gelecek ve
peygamberlerin söyledikleri tüm şeylerin karanlığı üstüne ışık dökecektir;
çünkü O, Allah’ın Elçisi’dir.” Ve İsa bunu söyledikten sonra iç çekerek,
(şöyle) dedi: “Ey Rabb (ım) Allah, İsrail kavmine merhamet et ve sana gerçek
bir kalple hizmet edebilmeleri için İbrahim’e ve zürriyetine acıyarak bak.”
Şakirtleri cevap verdiler: “Amin, ya Rabb, (Ey) Allah’ımız!”
İsa dedi: “Size ciddî olarak söylüyorum ki, yazıcılar ve muallimler,
Allah’ın kanununu, Allah’ın gerçek peygamberlerinin aksine sahte kehanetleriyle
boş (ve anlamsız) yaptılar; bu nedenle, Allah, İsrail kavmine ve bu imansız
nesle gazap etti. şakirtleri bu sözler üzerine ağlayarak, şöyle dediler:
“Merhamet et ey Allah (ımız), mabet üzerine ve kutsal şehir üzerine merhamet et
ve Senin kutsal ahdini hakir görmeyen milletleri ondan nefret ettirme.” İsa
cevap verdi: “Amin, (ey) babalarımızın Allah’ı Rabb (ımız).”
18. Burada, Allah’ın kullarına dünyanın zulmettiği ve Allah’ın korumasının onları kurtardığı anlatılıyor.
İsa bundan sonra (da şöyle) dedi: “Siz beni seçmediniz, fakat, benim
havarilerim olasınız diye ben sizi seçtim. Eğer, dünya sizden nefret ederse, o
zaman benim gerçek havarilerim olacaksınız; çünkü, dünya her zaman Allah’ın
kullarının düşmanı olmuştur. Dünyanın boğazladığı kutsal peygamberleri hatırlayın;
İlya zamanında bile Cizebel tarafından on bin peygamber katledilmiş, o kadar
ki, yoksul îlya güç belâ gizlenerek kurtulabilmiştir. Ve, yedi bin peygamber
oğlu da Ahab tarafından katledildi. Ah, Allah’ı tanımayan şerli dünya! Sen
korkma; çünkü başındaki saçlar o kadar çok ki, bitmeyecektir. Dikkat et, tek
bir tüyleri bile Allah’ın iradesi olmadan düşmeyen serçelere ve diğer kuşlara
bak. Hem sonra Allah, kuşlara, uğruna her şeyi yarattığı insandan daha mı çok
dikkat edecektir? Hiç mümkün müdür ki, kendi oğlundan daha çok ayakkabılarına
bakan bir insan bulunsun? Kuşkusuz ki, hayır. Şimdi, kuşlara (bile) bakarken,
Allah’ın seni terk edeceğini ne kadar da az düşünmen (hiç düşünmemen)
gerekiyor. Ve, ben neden kuşlardan söz ediyorum? Bir ağacın yaprağı (bile) Allah’ın
iradesi olmadan düşmez.
“Bana inanın; çünkü size gerçeği söylüyorum, ki eğer sözlerime kulak
verirseniz, dünya sizden çok korkacaktır. Çünkü, eğer o, kötülüklerinin açığa
çıkmasından korkmuyorsa, (o zaman) sizden nefret etmeyecektir; fakat, açığa
çıkmasından korkuyor, bu nedenle de, sizden nefret edecek ve size zulüm
edecektir. Eğer, sözlerinizden dünyanın hiç hoşlanmadığını görürseniz, onu
kalpte tutmayın, fakat, Allah’ın sizden daha büyük olduğunu göz önünde tutun;
kim dünyanın sevmediği ve hakir gördüğü böylesi bir akla sahipse, onun
akıllılığı delilik kabul edilir. Eğer Allah sabırla dünyaya katlanıyorsa, o
zaman sen de onu kalbine mi yerleştireceksin? Ey yeryüzünün tozu ve çamuru!..
Sen sabrınla ruhuna sahip olacaksın. Bu bakımdan, eğer bir kimse, yüzünün bir
tarafına bir yumruk vuracak olsa, ona vurması için öbür yanını teklif et.
Kötülüğe karşılık verme; çünkü, en kötü hayvanlar böyle yapar; fakat, kötülüğe
iyilikle karşılık ver ve senden nefret edenler için Allah’a yalvar. Ateş ateşle
söndürülmez, ama suyla söndürülür: îşte böyle, size diyorum ki, kötülüğün
üstesinden kötülükle değil, aksine iyilikle geleceksiniz. Güneşi iyilerin ve
kötülerin (birlikte) üzerine doğuran ve yağmuru da aynı şekilde (yağdıran)
Allah’a bakın. Evet, işte herkese iyilik yapmanız gerekiyor; çünkü kanunda
(öyle) yazılıdır : “Kutsal ol; çünkü senin Allah’ın (olan) Ben kutsalım; temiz
(ve pak) ol; çünkü Ben temiz (ve pak) im ve kâmil ol; çünkü Ben kâmilim.” Size
cidden söylüyorum ki, bir hizmetçi efendisini memnun etmek için çalışır ve
efendisini memnun etmeyecek herhangi bir giysi de giymez, sizin, giysileriniz
iradeniz ve sevginizdir. Bakın, Allah’ı, Rabbımızı razı etmeyecek bir şeyi
istememeye ve sevmemeye dikkat edin. Emin olun ki, Allah dünyanın debdebesinden
ve şehvetlerinden nefret eder, bu bakımdan siz de dünyadan nefret edin.
19. İsa, ihanete uğrayacağını haber veriyor ve dağdan inerken on cüzzamlıyı iyileştiriyor.
İsa, bunları söyledikten sonra Petrus (Simon) cevap verdi:
“Ey muallim bak ki, biz senin arkandan gelen her şeyi terk ettik, (şimdi)
bize ne olacak?”
İsa cevap verdi: “Kuşkusuz Hüküm Günü’nde yanıma oturacak (ve) on iki
İsrail kabilesine karşı şahitlik edeceksiniz.”
Ve, bundan sonra İsa iç çekerek (şöyle) dedi: “Ey Rabb (ım), nasıl şeydir
bu? Ben on iki tane (havari) seçtim ve içlerinden biri bir şeytandır.”
Bu söz üzerine havariler üzüntülerinden sapsarı kesildiler: ve gizlice
yazan (not alan) göz yaşlarıyla İsa’ya sordu: “Ey muallim, şeytan beni
aldatacak ve sonra ben tart mı edileceğim?”
İsa cevap verdi: “Bu kadar üzülme, Barnabas; çünkü, Allah’ın dünyayı
yaratmadan önce seçtikleri helak olmayacaktır. Sevin; çünkü senin adın hayat
kitabında yazılıdır.”
İsa (şöyle) diyerek havarilerini rahatlattı: “Korkmayın; çünkü, benim
kötülüğümü isteyecek olan benim sözüme üzülmez; çünkü onun içinde îlâhî duygu
yoktur.
Bu sözleri üzerine, seçilenler rahatladılar. İsa dualarda bulundu ve
şakirtleri de, “amin, amin, kadir ve rahim olan Rabb (miz) Allah” dediler.
Duasını bitirdikten sonra İsa, havarileriyle birlikte dağdan indi ve,
uzaklardan “İsa, Davud’un oğlu, bize merhamet et!” diye bağıran on tane
cüzzamlıya rastladı.
İsa onları yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Benden ne diliyorsunuz, ey
kardeşler?”
Hep birden bağırdılar: “Bize sıhhat ver!”
İsa cevap verdi: “Ah, ne kadar zavallısınız siz, aklınızı öylesine
yitirmişsiniz ki, “bize sıhhat ver!” diyorsunuz. Benim de sizin gibi bir insan
olduğumu görmüyorsunuz. Sizi yaratan Allah’ımıza seslenin: ve kadir ve rahim
olan O sizi iyileştirecektir.”
Cüzzamlılar gözyaşlarıyla cevap verdiler: “Senin de bizim gibi insan
olduğunu biliyoruz, fakat yine de, Allah’ın kutsal bir (insan)ı ve Rabb’ın bir
peygamberi; bu nedenle, Allah’a sen dua et kî, O bizi iyileştirsin.”
Bunun üzerine, havariler İsa’ya rica ettiler: “Rab, onlara merhamet et.”
Sonra, İsa derin bir iç geçirdi ve Allah’a yalvardı: “Kadir ve rahim olan Rabb
(im) Allah, kuluna merhamet et ve sözlerini duy: ve babamız İbrahim aşkına ve
senin kutsal vadin için bu adamların isteklerine rahmetinle davran ve onlara
sıhhat bahşet.” Ardından İsa bunları söyleyince cüzzamlılara döndü ve (şöyle)
dedi: Gidin ve Allah’ın kanununa göre kâhinlere görünün.
Cüzzamlılar ayrıldılar ve yolda giderken temizlendiler. Bunun üzerine,
içlerinden biri iyi olduğunu görünce İsa’yı bulmak için geri döndü; kendisi bir
îsmailî idi. İsa’yı bulunca önünde eğilip saygı gösterisinde bulunarak (şöyle)
dedi: “Bildim ki, sen Allah’ın bir mukaddesisin” ve teşekkür ederek kendini
hizmetçi edinmesi için yalvardı. İsa cevap verdi: “On kişi temizlenmişti;
dokuzu nerede?” Ve temizlenene dedi:
“Ben kendime hizmet edilsin diye değil, hizmet etmek için geldim. Haydi
evine git ve (evdekilerin de) İbrahim’e ve oğluna verilmiş sözlerin Allah’ın
sultanlığı ile birlikte yaklaşmakta olduğunu öğrenmeleri için, Allah’ın sende
neler yaptığım anlat.” Temizlenen cüzzamlı ayrıldı ve kendi oturduğu bölgeye
gelince Allah’ın İsa aracılığıyla kendinde neler yaptığını anlattı.
Ve, kâhinler İsa hakkında aralarında kötü kötü söyleştiler.
Barnaba İncili, 20-25.Bölüm
20. İsa’nın denizde gösterdiği mucize ve İsa, bir peygamberin nerede kabul gördüğünü bildiriyor.
İsa, Galile denizine gitti ve bir gemiye binerek Nasıra’ya doğru yola
çıktı. Bu sırada denizde büyük bir fırtına başladı. O kadar ki, gemi nerede ise
batacaktı ve İsa geminin pruvasında uyuyordu. Havariler yanına yaklaşarak
uyardılar. “Ey muallim, kurtar kendini, helak oluyoruz!” Ters taraftan esen
kuvvetli rüzgâr ve denizin kükremesi nedeniyle büyük bir korkuya kapılmışlardı.
İsa uyandı ve gözlerini gök yüzüne dikerek dedi: “Ey Elohim Sabao (Çoğul kipi,
orijinal dilde saygı ifadesi olarak kullanılmaktadır, Türkçedeki ‘Siz’ gibi),
kullarına merhamet et.” İsa bunu demişti ki, birden rüzgâr durdu ve deniz
sakinleşti. Bunun üzerine denizciler korkuya kapılarak dediler: “Kimdir bu,
deniz ve rüzgâr kendisine itaat ediyor?” Nasıra kentine gelince denizciler, İsa
ne yaptıysa hepsini yaydılar. Bunun üzerine İsa’nın kaldığı evin çevresine
şehirde oturanların hemen hemen hepsi yığıldı ve yazıcılarla fakihler
kendilerini O’na takdim ederek dediler: “Denizde ve Yahudiye’de yaptıklarını
işittik; bu nedenle burada kendi memleketinde de bize bazı işaretler (ayetler)
göster.” İsa cevap verdi: “Bu imansız nesil bir işaret ister, fakat bu onlara
gösterilmeyecek. Çünkü hiçbir peygamber kendi memleketinde kabul görmez. îlya
zamanında Yahudiye’de pek çok dullar vardı. Fakat emzirilmesi için hiç birine
gönderilmedi. Saydalı bir dula (gönderildi). Elişa zamanında ise Yahudiye’de
pek çok cüzzamlı vardı. Ama, yalnız Suriyeli Naaman temizlendi.”
Bunun üzerine şehir halkı kızarak O’nu yakaladılar ve aşağıya atmak için
bir uçurumun tepesine götürdüler, fakat İsa aralarından geçip giderek onlardan
ayrıldı.
21, İsa bir deliyi (cin çarpmış) iyileştiriyor ve domuzlar denize atılıyor. Ardından Kenânîler’in kızını iyileştiriyor.
İsa Kefernahum’a gitti ve şehre yaklaştığında, bak ki kabirlerden cinlere
tutulmuş birinin çıkıp geldiğini ve ne yapılırsa yapılsın hiçbir zincirin
kendisini zaptedemediğini ve adama büyük zarar verdiğini gördü. Cinler ağzıyla
bağırdılar:
“Ey Allah’ın mukaddesi, vaktinden önce bizi incitmek için neden gelirsin?”
ve kendilerini fırlatıp atmaması için yalvardılar.
İsa, kaç tane olduklarını sordu : Cevap verdiler: “6666.” Havariler bunu
duyunca korktular ve İsa’ya gitmesi için ricada bulundular. Sonra İsa dedi:
“Sizin îmanınız nerede? Cinlerin gitmesi gerekir, benim değil. Cinler, bunun
üzerine bağırıştılar : “Çıkacağız fakat bize izin ver de şu domuzların içine
girelim. Deniz kenarında Kenanîler’e ait on bin kadar domuz otluyordu. İsa
dedi: “Çıkın ve domuzların içine girin.”
— Büyük bir gürültüyle cinler domuzların içine girerek, onları baş aşağı
denize düşürdüler. Bunun üzerine domuzlara bakanlar şehre kaçarak, İsa’nın
yaptığı her şeyi anlattılar.
Bunun üzerine, kent halkı hemen ileri çıkıp, İsa’yı ve iyileştirilen adamı
buldu. Halk korkuya kapıldı ve İsa’ya sınırlarının dışına çıkmasını rica
ettiler. İsa, buna uyarak onlardan ayrıldı ve Sur ve Sayda bölgelerine gitti.
Ve, işe bakın, İsa’yı bulmak için memleketinden ayrılan Kenanî bir kadın
iki oğluyla birlikte gelmiyor mu! İsa’nın havarileriyle birlikte karşıdan
geldiğini görünce, bağırdı: “İsa, Davud’un oğlu, kızıma merhamet et, cinler
kendisine işkence ediyor!”
İsa, bir kelimeyle olsun cevap vermedi: çünkü onlar sünnet olmayan
insanlardandı. Havarilerin acıma duyguları harekete geçip, dediler: “Ey
muallim, onlara acı! Bak, nasıl da ağlayıp çığrışıyorlar!”
İsa cevap verdi: “Ben ancak İsrail kavmine gönderildim.” Bunun üzerine,
kadın iki oğluyla birlikte İsa’nın önüne gelip, ağlayarak dedi: “Ey Davud’un
oğlu, bize merhamet et.” İsa cevap verdi; “Ekmeği çocukların ellerinden alıp,
köpeklere vermek doğru değildir.” Ve, İsa bunu, onların temiz olmaması
nedeniyle söyledi. Çünkü onlar, sünnet olmayan insanlardandı.
Kadın cevap verdi: “Ey Rab, köpekler, sahiplerinin sofralarından düşen
kırıntıları yerler.” İsa, kadının sözüne hayran kalarak, dedi: “Ey kadın, senin
İmanın çok hoş.” Ve, ellerini gök yüzüne kaldırıp, Allah’a dua etti ve ardından
dedi:
“Ey kadın, kızın kurtulmuştur, var, huzurla yoluna git.” Kadın ayrıldı ve
eve döndüğünde, kızını Allah’ı tesbih ederken buldu. Bunun üzerine (şöyle)
dedi:’“Bildim ki, İsrail kavminin Tanrı’sından başka Tanrı yoktur.” Ardından,
tüm yakınları, Musa’nın kitabında yazılan kanuna göre (Allah)’ın kanununa
teslim oldular.
22. Sünnet olmayanların zavallı hali.
Havariler, o gün İsa’ya şunu sordular: “Ey muallim, neden o kadına, onların
köpek olduğu şeklinde cevap verdin?”
İsa cevap verdi: “Bakın, size diyorum ki, bir köpek, sünnetsiz bir adamdan
daha iyidir.” Buna havariler üzülerek, dediler: “Bu sözler ağır, onları kim
kabul edebilecek?”
İsa cevap verdi: “Eğer siz, ey budalalar, aklı olmayan bir köpeğin sahibi
için neler yaptığını düşünürseniz, benim dediklerimin doğru olduğunu
göreceksiniz. Söyleyin bana, köpek sahibinin evini koruyup, soyguncuya karşı
hayatını ortaya koymaz mı? Kesinlikle, böyle. Fakat, ne görür (karşılığında)?
Dayak, incinme, azıcık ekmek ve (yine de) sahibine daima neşeli bir yüz
gösterir. Doğru değil mi?”
“Evet muallim, doğru” diye cevap verdi havariler.
Ardından İsa dedi: -Şimdi düşünün, Allah insana neler veriyor ve Allah’ın,
kulu İbrahim’e verdiği söze itibar etmemekte, onun ne kadar haksız olduğunu
görün. Filistinli Calut karşısında İsrail kralı Saul’e Davud’un dediklerini
hatırlayın “Rabbim! Senin kulun Senin kulunun sürüsüne bakarken, kurt, ayı ve
aslanlar gelip, kulunun koyunlarını yakaladı; bunun üzerine, kulun gidip onları
öldürerek, koyunları kurtardı ve işte onlara (ayı, aslan, kurt) benzemekten
başka nedir bu sünnetsiz adam? Bu bakımdan kulun, İsrail’in Tanrısı Rabb adına
gidecek ve Allah’ın kutsal milletine küfreden bu necisi öldürecek.”
Sonra havariler dediler: “Söyle bize ey muallim, ne sebeple insanın sünnet
olması gerekir?”
İsa cevap verdi: “Allah’ın İbrahim’e olan şu emri yetsin: “İbrahim,
kendinin ve evinde, bulunanların ön derisini al (sünnet et); bu seninle Benim
aramda ebedî bir ahittir.”
23. Sünnetin kökeni, Allah’ın İbrahim’le ahitleşmesi ve sünnetsizlerin lanetlenmesi.
Ve bunu dedikten sonra, İsa seyretmekte oldukları dağın yanına oturdu. Ve,
havarileri sözlerini dinlemek için yanına geldi. Sonra İsa dedi: “îlk insan
Adem, şeytanın kandırması ile Allah’ın yasakladığı yemeği Cennet’te yeyince,
derisi ruhuna isyan etti; bunun üzerine yemin edip dedi: “Vallahi seni
keseceğim!” Ve bir kaya parçası bulup, taşın keskin kenarıyla kesmek için
derisini ele aldı; bunun üzerine Cebrail tarafından azarlandı. Ve, cevap verdi:
“Onu keseceğim diye Allah’a yemin ettim: Asla bir yalancı olmayacağım!”
“Ardından, Melek ona derisinin fazla kısmını gösterdi ve o da bunu kesti.
İşte, bundan böyle nasıl herkes derisini Adem’in derisinden aldı ise, öyle de
Adem’in bir yeminle söz verdiği şeyi yerine getirmekle yükümlüdür. Adem bunu
oğullarına uyguladı ve bu sünnet zorunluluğu nesilden nesile süregeldi. Fakat
İbrahim’in zamanında yeryüzünde yalnızca birkaç kişi vardı sünnetli. Çünkü, şu
putatapıcılık yeryüzünde pek yaygındı. Bunun üzerine, Allah İbrahim’e sünnetle
ilgili gerçeği söyledi ve bu ahdi yaptı. “Derisini sünnet ettirmeyecek kişiyi,
ebediyen kullarım arasından atacağım.”
Havariler İsa’nın bu sözleri üzerine konuşmasının ciddiyet ve ateşinden
dolayı korkuyla titrediler. Sonra İsa dedi: “Korkuyu, ön derisini sünnet
ettirmeyene bırakın; çünkü o, Cennet’ten mahrumdur.” Ve İsa bunu deyip ardından
da şöyle konuştu:
“Pek çoklarının ruhu Allah’ın hizmetine hazırdır, fakat beden zayıftır. Bu
bakımdan Allah’tan korkan insan bedenin ne olduğuna, nereden geldiğine ve neyde
yok olacağına bakmalıdır. Yeryüzünün çamurundan Allah bedeni yarattı ve ona bir
iç üflemeyle hayat nefesini üfledi ve bu nedenle, beden Allah’ın hizmetinden
geri kaldığı zaman, bu dünyada ruhundan nefret ettiği kadar, sonsuz hayatta
onunla birlikte olacağı düşünülerek çamur gibi atmalı ve çiğnenmelidir.
“Şimdiki halde bedeni, arzuları ortaya koyuyor —bütün iyiliklerin amansız
düşmanıdır o—; çünkü tek başına günahı arzulayan odur.
“İnsan, bir düşmanını tatmin etmek uğruna, Allah’ın, Yaratıcısının rızasını
bir kenara mı atmalıdır? Buna dikkat edin, bütün veliler ve peygamberler,
Allah’a hizmet için bedenlerinin düşmanı olmuşlardır. Bu nedenle de, Allah’ın
kulu Musa’ya verilen kanuna karşı gelmemek ve gidip sahte ve yalancı tanrılara
hizmet etmemek için, tereddüt etmeden ve severek ölüme gitmelidir.
“Dağların çöllük yerlerine kaçıp, yalnızca ot yiyen ve keçi derisi giyen
İlya’yı hatırlayın. Ah, kaç gün ağzına yiyecek, içecek bir şey almadı! Ah, ne
kadar da dayandı, sabretti! Ah, ne yağmurlar ıslattı onu ve yedi yıl necis
İzabel’in acımasız zulümlerine tahammül etti!
“Arpa ekmeği yiyen ve kaba giysileri giyen Elisa’yı hatırlayın. İşte size
söylüyorum ki, bedeni terk etmekten korkmayan bu zatlardan krallar ve prensler
şiddetle korkuyorlardı. Bedenin terk edilmesi için bu kadarı yetmelidir size ey
insanlar. Taş türbelere bakarsanız, bedenin ne olduğunu bilirsiniz.”
24. Bir İnsanın ziyafet ve çok yemekten nasıl kaçması gerektiğine dair ilgi çekici örnek.
Bunu söyledikten sonra İsa ağladı ve dedi: “Bedenlerinin hizmetçisi
olanlara yazıklar olsun; çünkü onlar, öbür hayatta günahlarının azabından başka
kesinlikle hiçbir iyilik görmezler. Size anlatıyorum ki, yiyip içmekten başka
hiçbir şey düşünmeyen zengin bir obur vardı ve her gün görkemli, ziyafetler
verirdi. Lazarus adında yoksul bir adam dururdu kapısında; yaralarla kaplıydı
(bedeni) ve oburun sofrasından düşen ekmek kırıntılarını seve seve almaya
(razıydı). Fakat, bunları (bile) vermiyordu kimse ona; tersine herkes alay
ediyordu kendisiyle. Ona yalnızca köpekler acıyordu da, yaralarını
yalıyorlardı. Gün geldi, yoksul adam öldü ve melekler onu babamız İbrahim’in
kucağına taşıdılar. Zengin adam da öldü, onu da cinler şeytanın kucağına
taşıdılar. Evet şimdi azabın en büyüğüne maruz kalan (bu adam) gözlerini
kaldırınca uzaktan Lazarus’u İbrahim’in kucağında gördü. Gördü de bağırdı: “Ey
baba İbrahim, bana merhamet et de Lazarus’u gönder. O bana bu alev içinde azap
gören dilimi serinletmek için bir damla su getirebilir belki.”
”İbrahim cevap verdi: “Oğul, hatırla ki sen öbür hayatın tadını aldın,
Lazarus ise kötülüklerini tattı; bu bakımdan şimdi sen azapta olacaksın,
Lazarus nimetler içinde.
“Zengin, adam yeniden bağırdı: “Ey baba İbrahim, evimde üç kardeşim var.
Lazarus’u gönder de onlara benim ne kadar işkence çektiğimi anlatsın, belki
tövbe ederler de buraya gelmezler.”
İbrahim cevap verdi: “Onların Musa’sı ve peygamberleri var, onları
dinlesinler.”
Zengin adam cevap verdi: “Hayır baba İbrahim; ama bir ölü kalkar varırsa
inanırlar.”
İbrahim cevap verdi: “Musa’ya ve peygamberlere inanmayan, kalkıp gitseler
bile, ölülere de inanmazlar.”
“Görün işte,” dedi İsa, “sabreden ve gerekli tek arzusu bedenden nefret
etmek olan yoksulların kutsanıp kutsanmadığını! Başkalarını, bedenleri
solucanlara yem olsun diye mezara götürenler ve gerçeği öğrenmeyenler ne kötüdür!
Gerçekten öylesine uzaktalar ki, büyük büyük evler yapıp, büyük akarlar satın
alırlar ve böbürlene böbürlene ömür sürerek, ölmeyecekler gibi yaşarlar
burada.”
25. Kişi bedeni nasıl hakir görmeli ve dünyada nasıl yaşamalı.
Sonra, (bunları) yazan dedi: “Ey muallim, sözlerin doğru; bunun için biz
peşinden gelmek uğruna her şeyden geçtik. Ama, bedenimizden nasıl nefret
etmemiz gerektiğini bize söyle; çünkü, kişinin kendini öldürmesi meşru değil,
yaşamak için de, bedene yiyeceğini vermemiz gerekiyor.”
İsa cevap verdi: “Bedenini bir at gibi tut; o zaman güven içinde yaşarsın.
Şöyle ki, bir ata yemek ölçüyle verilir ve ölçüsüz çalıştırılır, istediğiniz
gibi yürümesi için gemlenir, herhangi birini incitmesin diye bağlanır, kötü bir
yerde tutulur ve itaat etmediği zaman dövülür ve sen de Barnabas, işte böyle ol
ve o zaman daima Allah’la yaşarsın.
“Ve, benim sözlerime alınmayın, Davud peygamber de, itirafta bulunurken
aynı şeyi yapmış ve (şöyle) demişti: “Ben sizin önünüzde bir atım ve daima
sizinle beraberim.”
“Şimdi söyleyin bana, az ile yetinen mi daha yoksuldur, yoksa, çok şeyi
arzulayan mı? Bakın, size diyorum ki, dünyanın sağlam bir aklından başka hiçbir
şeyi olmasa, kimse kendisi için bir şey biriktirmez, her şey ortak olurdu.
Fakat, bu durumda onun deliliği biliniyor, ne kadar çok biriktirirse, o kadar
çok arzu duyuyor. Ve, biriktirdikçe biriktiriyor; çünkü, başkalarının bedeni
rahatı aynı şekilde biriktirmeyi gerekli kılıyor. Bu bakımdan, bırakın, tek bir
ip size yetsin, kesenizi fırlatıp atın, hiçbir cüzdan taşımayın, ayağınızda
sandal olmasın; ve, “bize ne olacak” diye düşünmeyin, aksine, Allah’ın
iradesini yerine getirme düşüncesi içinde olun; O, hiçbir eksiğiniz olmayacak
şekilde ihtiyaçlarınızı karşılayacaktır.
“Bakın, size söylüyorum, bu hayatta biriktirdikçe biriktirmek, öbüründe
hiçbir şey bulamamanın kesin kanıtıdır. Kudüs’ü vatan edinen, Samiriye’de evler
yapmaz; çünkü, bu şehirler arasında düşmanlık vardır. Anlıyorsunuz değil mi?”
“Evet” diye cevap verdi havariler.
Barnaba İncili, 26-33. Bölüm
26. Kişi Allah’ı nasıl sevmeli ve bu bölümde, İbrahim’in babasıyla harika mücadelesi yer alıyor.
Sonra İsa dedi: “Seyahat etmekte olan bir adam vardı ve giderken, beş
paraya satılacak olan bir tarlada bir hazine buldu. Bunun üzerine hemen bu
tarlayı satın almak için pelerinini sattı. İnanır mısınız buna?
“Havariler cevap verdiler: “Buna inanmayacak olan delidir.”
Bunun üzerine İsa dedi: “İçinde sevgi hazinesinin yattığı ruhunuzu satın
almak için, duyularınızı Allah’a vermezseniz deli olursunuz; çünkü sevgi,
hiçbir şeyle mukayese edilemez bir hazinedir. Allah’ı seven içindir Allah ve
kimin Allah’ı varsa her şeyi vardır.”
Petrus cevap verdi: *Ey Rab (Ey Saygıdeğer Efendim anlamında), kişi, gerçek
bir sevgiyle Allah’ı nasıl sevmelidir? Siz bize söyleyin,”
İsa cevap verdi: “Bakın, size söylüyorum ki, kim, Allah sevgisi uğruna
babasından ve annesinden ve kendi hayatından ve çocuklarından ve karısından
nefret etmezse, böyle bir kişi, Allah tarafından sevilmeye değer bulunmaz.”
Petrus cevap verdi: “Ey Rab, Musa’nın kitabındaki Allah’ın kanununda
(şöyle) yazılıdır: “Babana çok saygı göster ki, yeryüzünde fazla
yaşayabilesin.” Ve şöyle devam eder:
“Babasına ve annesine itaat etmeyen oğula lanet olsun.” Bu bakımdan Allah,
böyle itaatsiz bir oğulun, halkın gazabıyla şehir kapısı önünde taşlanmasını
emretmiştir. Böyleyken, şimdi siz bize nasıl baba ve anneden nefret etmeği
emrediyorsunuz?” İsa cevap verdi:. “Benim her sözüm doğrudur; çünkü benim
değil, beni îsrail kavmine gönderen Allah’ın sözüdür. Bu bakımdan size diyorum
ki, sahip olduğunuz ne varsa, hepsini size bahşeden Allah’tır; o halde, -hediye
mi daha kıymetlidir, yoksa hediyeyi veren mi? Başka şeylerle birlikte, baban ve
annen Allah’a hizmette önünde engel oluyorlarsa, bırak o düşmanları. Allah,
ibrahim’e; “Babanın ve yakınlarının evinden uzaklaş, sana ve soyuna verdiğim
ülkeye gel ve yerleş” demedi mi? Allah bunu neden dedi; yalnızca, İbrahim’in
babası sahte tanrılar yapıp tapınan bir put yapıcı olduğu için değil mi? Bu
nedenle, aralarında, babanın oğlunu yakmayı isteyecek kadar düşmanlık vardı.”
Petrus cevap verdi: “Dediklerin doğrudur; şimdi sizden, ibrahim’in
babasıyla nasıl alay ettiğini bize anlatmanıza rica ediyorum.”
İsa cevap verdi: “ibrahim, Allah’ı aramaya başladığında yedi yaşındaydı.
Birgün babasına, “baba, insanı kim meydana getirdi?” diye sordu.
Aptal baba cevap verdi: “insan; ben seni meydana getirdim, beni de babam
meydana getirdi.” .
İbrahim cevap verdi: “Öyle değil, baba; çünkü, ben yaşlı bir adamın
ağlanarak, “Ey Allah’ım, neden bana çocuk vermedin?” dediğini duydum.”
Babası cevapladı: “Doğrudur oğlum, Allah, insana insan meydana getirmesi
için yardım eder, fakat, başka türlü müdahalesi olmaz; insanın sadece Allah’a
dua etmesi ve O’na kuzu ve koyun vermesi gerekir, o zaman Allah da kendisine
yardım eder.”
İbrahim cevap verdi: “Kaç tane Allah vardır, baba?”
Yaşlı adam cevapladı: “Sonsuz sayıda, oğlum.”
Sonra İbrahim dedi: “Ey baba, eğer ben bir tanrının dediklerini yapar ve diğeri
de, kendisinin dediklerini yapmadığım için benim kötülüğümü isterse, o zaman
ben ne yapacağım? Her ne durumda olursa olsun, aralarında anlaşmazhk çıkacak ve
tanrılar birbirleriyle savaşacaklardır. Ya, benim kötülüğümü isteyen tanrı,
benim kendi tanrımı öldürüverirse, ben o zaman ne yapacağım? Belli ki, beni de
öldürecektir o.”
Yaşlı adam gülerek cevap verdi: “Ey oğul, korkma; çünkü hiçbir tanrı, bir
diğer tanrı üzerine savaş açmaz; mabette büyük tanrı Baal’ın yanısıra bin tanrı
daha var ve yetmiş şu yaşıma geldim, bir tanrının diğerine vurduğunu görmüş
değilim. Hem, herkes aynı tannya ibadet etmez ki, biri birine, diğeri diğerine
ibadet eder.”
İbrahim cevap verdi: “O zaman, aralarında barış var herhalde?”
Babası dedi: “Evet var.”
Ardından ibrahim dedi: “Ey baba, tanrılar neye benzerler?”
Yaşlı adam cevap verdi: “Budala, her gün bir tanrı yapıyor ve ekmek almak
için başkalarına satıyorum; sen ise, halâ tanrıların neye benzediğini
bilmiyorsun!” O sırada bir put yapmaktaydı. “Bu.” dedi, “palmiye
odunundan, şu zeytin ağacından, şu küçük olan ise fildişinden; bak, ne kadar da
güzel! Canlıymış gibi görünmüyor mu? Mutlaka (görünüyor), sadece nefesi eksik!”
ibrahim cevap verdi: “Yani, tanrıların nefesi yok mu, baba? Öyle de, nasıl
nefes veriyorlar ve kendileri cansızken, nasıl can veriyorlar? Belli baba,
bunlar tanrı değil.”
Yaşlı adam bu sözlere kızarak, (şöyle) dedi: “Eğer anlayacak yaşta
olsaydın, kafanı bu baltayla kırardım. Ama, rahat ol; çünkü anlayacağın yok!”
İbrahim cevap verdi: “Baba, eğer tanrılar insanlara yardım ediyorsa, o
zaman, nasıl olur da insan tanrı yapabilir? Ve, eğer tanrılar odundansa, o
zaman, odun yakmak büyük bir günahtır. Fakat, söyle bana baba, sen nasıl bu
kadar çok tanrı yapmış bulunuyorsun da, dünyanın en güçlü insanı olasın diye,
pek çok çocuk meydana getirmen için neden tanrılar sana yardım etmedi?”
Oğlunun konuştuklarını dinlerken, babanın sabrı taşma noktasına gelmişti.
Oğul (yine) devam etti: “Baba, dünyada hiç insanın bulunmadığı zaman oldu mu?”
“Evet” diye cevap verdi yaşlı adam, “Neden soruyorsun?”
“Çünkü” dedi ibrahim, “îlk tanrıyı kimin yaptığını öğrenmek istiyorum da.”
“Şimdi evimden defol!” dedi yaşlı adam, “Beni bırak da, şu tanrıyı çabucak
yapayım ve bana bir şey söyleme; çünkü, acıkınca ekmek istiyorsun, lâf değil.”
îbrahim dedi: “Güzel bir tanrı gerçekten, onu istediğin gibi kesiyorsun da,
kendisini korumuyor!”
Sonunda yaşlı adam kızarak dedi: “Bütün dünya onun bir tanrı olduğunu
söylüyor, sen, deli herif ise, değil diyorsun. Tanrılarıma yemin ederim ki, bir
adam olmuş olsaydın, seni öldürebilirdim!” Böyle deyip, yumruk ve tekmelerle
ibrahim’e girişti ve onu evden kovaladı.”
27. Bu bölümde, insandaki gülmenin ne kadar uygunsuz olduğu açıkça görülür: Ve, İbrahim’in fetaneti
Havariler yaşlı adamın deliliğine güldüler ve ibrahim’in fetanetine şaşıp
kaldılar. Fakat, İsa onları susturarak, dedi:
“Şu andaki gülme, gelecekteki ağlamanın bir habercisidir” diyen ve
“Gülmenin olduğu yere gitmeyecek, fakat ağlanılan yerde oturacaksınız; çünkü,
bu hayat acı ve ızdırap içinde geçer” şeklinde devam eden peygamberi
unuttunuz.” Sonra, (şöyle) dedi İsa: “Musa’nın zamanında, Allah’ın Mısır’da pek
çok kişiyi, başkalarına gülüp eğlendiklerinden dolayı, çirkin hayvanlar haline
getirdiğini bilmiyor musunuz? Ne olursa olsun, sakın kimseye gülmeyin; çünkü,
hiç kuşkusuz karşılığında ağlarsınız.”
Havariler cevap verdi:
“Yaşlı adamın deliliğine gülmüştük.” Bunun üzerine İsa dedi: “Bakın, size
diyorum ki, herkes kendi gibi olanı sever ve ondan zevk alır. Bu nedenle, eğer
deli değilseniz, deliliğe gülmezsiniz.”
Cevap verdiler: “Allah bize merhamet etsin.”
İsa dedi: “Amin.”
Ardından Filipus dedi: “Ey Rab, nasıl oldu da, İbrahim’in babası oğlunu
yakmak istedi?”
İsa cevap verdi: “Birgün, İbrahim oniki yaşındayken, babası kendisine dedi;
“Yarın bütün tanrıların bayramıdır; bu nedenle, büyük mabede gidecek ve tanrım
büyük Baal’e bir hediye götüreceğiz. Ve, sen de kendin için bir tanrı
seçeceksin; çünkü, bir tanrı edinecek yaştasın artık.”
İbrahim kurnazca cevap verdi: “Hay hay, ey benim babam.” Ve, sabahleyin
erkenden, herkesten önce mabede gittiler. Fakat, ibrahim eteğinin altında
gizlice bir balta taşıyordu. Gelip, mabede girdiler; kalabalık arttığından,
İbrahim mabedin karanlık bir bölümünde bir putun arkasına gizlendi. Babası,
mabedden çıktığında, İbrahim’in kendinden önce eve gittiğine inanıyordu. Bu
nedenle onu aramak için geride kalmadı.
28.
“Herkes mabedden ayrılınca, din adamları mabedi kapatıp gittiler. Sonra,
İbrahim baltayı alarak, büyük put Baal’ın dışında bütün putların ayaklarını
kesti. Eski ve parçalı olduklarından, düşüp parçalanan heykellerin meydana
getirdiği harabeliğin ortasında kalan Baal’ın ayaklarına baltayı koydu. Bundan
sonra mabedden çıkan ibrahim’i birtakım kimseler gördüler ve mabedden bir
şeyler çalmaya gitmiş olabileceği kuşkusuna kapıldılar. Önüne engel koyup,
mabede vardılar ve tanrılarının parça parça edilmiş olduğunu görünce, yas
ederek bağırdılar! “Çabuk gelin ey ahali, tanrılarımızı öldüreni öldürelim!”
Birden, din adamlarıyla birlikte oraya onbin kişi üşüştü ve İbrahim’e,
tanrılarını niye kırıp parçaladığım sordular.
İbrahim cevap verdi: “Aptalsınız siz! Bir insan tanrı mı öldürürmüş? Onları
öldüren büyük tanrıdır. Ayaklarının yanındaki baltayı görmüyor musunuz? Belli
ki, hiç arkadaş istemiyor.”
“Sonra, İbrahim’in babası geldi, oğlunun tanrılarına karşı söylediği
sözleri düşünüyordu ve İbrahim’in putları parçaladığı baltayı tanıyarak,
bağırdı: “Tanrılarımızı öldürmüş olan bu hain benim oğlumdur; çünkü, bu balta
benimdir!” Ve, oğluyla aralarında olup geçen her şeyi oradakilere anlattı.
Hemen, bir odun toplayıp yığdılar; ibrahim’in ellerini ve ayaklarını
bağlayıp, odunların üzerine koydular ve altmdaki odunları ateşlediler.
“Ama, hayır; Allah, melekleri aracılığıyla ateşe, kulu ibrahim’i yakmamasını
emretti. Ateş şiddetle parladı ve ibrahim’i ölüme mahkûm edenlerden ikibin
kişiyi yaktı, ibrahim Allah’ın meleği tarafından, kendini taşıyanı görmeyen
babasının evinin yakınına götürülüp, serbest olduğunu gördü ve böylece ölümden
kurtuldu.”
29.
Sonra, Filupus dedi: -Allah’ın kendisini sevenler üzerine rahmeti büyüktür.
Anlat bize Rab, ibrahim Allah’ın bilgisine nasıl vardı?”
İsa cevap verdi: “İbrahim, babasının evine yaklaşınca, eve girmekten
korktu; evden biraz uzağa gidip, bir palmiye ağacının altına oturdu ve burada
kendi kendine dedi: “Hayat sahibi ve insandan daha güçlü bir tanrı var olmalı;
çünkü, insanı o meydana getiriyor ve insan, tanrı olmadan insan meydana
getiremez.” Sonra, çevresine yıldızlara, aya ve güneşe baktı ve onların tanrı
olduklarını düşündü. Fakat, onların hareketlerinde değişken olduklarını
görünce, (şöyle) dedi: “Bu tanrı hareket etmemeli ve bulutlar onu gizlememeli;
yoksa, insanlar hiç olacak.” Bu şekilde kararsız dururken, “İbrahim!” diye
çağırıldığını işitti, çevresine bakındı ve dört bir yanda kimseyi göremeyip,
(şöyle) dedi: *Adım İbrahim’le çağırıldığıma eminim, (ama)!.” Ardından, aynı
şekilde iki defa daha “İbrahim” ismiyle çağırıldığını duydu.
Cevap verdi: “Beni kim çağırıyor?”
Sonra, şöyle dendiğini duydu: “Ben, Allah’ın meleği Cebrail’im.”
Bunun üzerine, İbrahim korkuya kapıldı; fakat melek onu rahatlatarak, dedi:
“Korkma, İbrahim; çünkü, sen Allah’ın dostusun; bu nedenle, insanların
tanrılarını parçaladığın zaman, meleklerin ve peygamberlerin Tanrı’sını
seçmiştin; öyle ki, adın hayat kitabında yazılıdır.”
Ardından, îbrahim dedi: *Ben meleklerin ve kutsal peygamberlerin Tanrı’sına
hizmet etmek için ne yapmalıyım?”
Melek cevap verdi: “Şu çeşmeye git ve yıkan; çünkü Allah seninle konuşmayı
irade ediyor.”
İbrahim cevap verdi: “Şimdi, nasıl yıkanmam gerekiyor?”
Bunun üzerine melek, güzel bir genç suretinde geldi, ona ve çeşmede
yıkanıp, dedi: “Sen de, sırayla böyle yap, ey İbrahim.” İbrahim yıkanınca,
melek dedi : “Şu dağa çık; çünkü, Allah seninle orada konuşmayı irade eder.”
“Melek böyle deyince, İbrahim dağa çıktı ve dizleri üstüne oturup, kendi
kendine dedi: “Meleklerin Tanrısı benimle ne zaman konuşacak?”
Yumuşak bir sesle çağınîdığını duydu: “îbrahim!” îbrahim cevap verdi: “Beni
kim çağırıyor?” Ses cevap verdi: “Ben senin Tanrınım ey İbrahim.” îbrahim
korkuya kapılarak, yüzünü toprağa sürdü ve dedi: “Toz ve kül olan senin kulun,
seni nasıl duyabilir?”
Sonra, Allah dedi: “Korkma, kalk, ben seni kullarım için seçtim ve seni
kutsamak, seni büyük bir ümmet haline getirmek istiyorum. Bu nedenle, babanın
ve yakınlarının evinden ayrıl ve sana ve soyuna vereceğim ülkeye gelip,
yerleş.”
ibrahim cevap verdi: .“Her istediğini yaparım, Rabb (ım); fakat, başka bir
tanrının beni incitmemesi için beni koru.”
Sonra, Allah şöyle konuştu: “Ben tek olan Tann’yım ve benden başka tann
yoktur. Yıkan da benim, yapan da; ben öldürürüm ve ben hayat veririm;
Cehennem’e atarım, oradan çıkarırım da ve kimse benim elimden kurtulamaz.”
Ardından, Allah ona sünnet ahdini verdi; ve, işte böyle babamız İbrahim Allah’ı
tanıdı.”
İsa bunlan söyleyip, ellerini kaldırdı ve dedi: “Yücelik, şan ve şeref
sanadır, ey Allah. Sana olsun!”
30.
îsa, kavmimizin bir bayramı olan Gül Bayramı’na yakın Kudüs’e gitti.
Yazıcılar Ferisî’ler bunu duyunca, onu konuşmasında yakalamak için müşavere
ettiler. Bunun üzerine, ona bir fakih gelerek, dedi: “Muallim, sonsuz hayatı
elde etmek için ne yapmalıyım?” İsa cevap verdi: “Kanunda ne şekilde
yazılıdır?” Kışkırtıcı şöyle cevap verdi: “Allah’ın Rabb’ı ve komşunu sev. Allah’ı
her şeyin üstünde, bütün kalbinle ve düşüncenle, komşunu da kendin gibi
seveceksin.” îsa cevap verdi: “Güzel cevapladın. Bu nedenle git ve böyle yap,
derim ve (o zaman) sonsuz hayatı elde edersin.”
Adam dedi: “Benim komşum kimdir?” îsa, gözlerini kaldırarak, cevap verdi:
“Bir adam Kudüs’ten çıkmış, lanetle yeniden yapılan bir şehre, Eriha’ya
gidiyordu. Bu adam yolda eşkıya tarafından yakalandı, yaralandı ve soyuldu,
bundan sonra, şakiler onu yarı ölü bir durumda bırakarak çekip gittiler. Yolu
bu yere düşen bir kâhin yaralı adamı görüp, selâm vermeden geçip gitti. Aynı
şekilde, hiçbir şey demeden bir Levili de geçip gitti. Aynı yere bir
Samiriyelinin yolu düştü; yaralı adamı görünce merhamete geldi ve atından inip,
yaralı adamı yanına aldı ve yaralarını şarapla yıkadı, üzerlerine merhem sürdü,
yaralarını sarıp, rahatlattı ve kendi atına bindirdi. Sonra, akşamleyin hana
vardıklarında, onu han sahibine emanet etti. Ertesi gün, uyandığında (han
sahibine) şöyle dedi: “Bu adama bak, ne tutarsa sana ödeyeceğim.” Ve hasta
adama han sahibi için dört altın vererek, (şöyle) dedi: “Geçmiş olsun, üzülme;
ben hemen dönüp, seni kendi evime götüreceğim.”
“(Şimdi) söyle bana” dedi îsa, “bunlardan hangisi komşuydu?”
Fakih cevap verdi: “Merhamet gösteren.”
Ardından, İsa dedi: “Doğru cevap verdin; işte, sen de git ve böyle yap.” .
Fakih şaşırmış bir halde çekip gitti.
31. “Kayser’in Olanı Kayser’e, Allah’ın Olanı Allah’a Verin!”
Sonra, Isa’ya Ferisîler yaklaşarak dediler: “Muallim, Kayser’e vergi vermek
caiz midir?” îsa, Yahuda’ya dönerek, dedi:
“Para yar mı yanında?” Ve, eline bir kuruş alarak, Ferisîler’e döndü ve
dedi; “Bu parada bir resim var; söyleyin bana, kimin resmidir o?”
Cevap verdiler: “Kayser’in.”
“Öyleyse verin” dedi İsa, Kayser’in olanı Kayser’e, Allah’ın olanı Allah’a
verin.”
Şaşkınlık içinde çekip gittiler.
Ve bak ki, bir yüzbaşı yaklaşıp, dedi: “Rab, oğlum hastadır; yaşlılığıma
acı!”
îsa cevap verdi: “İsrail’in Allah’ı Rabb sana acır!”
Adam gidiyordu; İsa (ardından) seslendi: “Beni bekle, evine gelip, oğlun
için dua edeceğim.”
Yüzbaşı cevap verdi: “Rab, sen, Allah’ın bir peygamberi evime gelecek kadar
değerli biri değilim ben, oğlumun iyileşmesi için söylediğin söz yeter bana;
çünkü, senin Tanrın, meleğinin uykumda bana söylediği gibi, seni her hastalığın
hekimi yapmıştır.”
İsa hayrete düştü ve kalabalığa dönerek, dedi: *Şu yabancıya bakın, onun
imanı, İsrail kavminde gördüğüm imanların hepsinden daha fazla.” Ve, yüzbaşıya
dönerek, dedi:
“Selâmetle git; çünkü Allah, sana verdiği büyük imandan dolayı oğluna
sıhhat bahsetmiştir.”
Yüzbaşı yoluna gitti ve yolda, oğlunun nasıl iyileştiğini bildiren
hizmetçileriyle karşılaştı.
Adam karşılık verdi: “Hangi saatte ateş kendisini terketti?”
Dediler: “Dün, altıncı saatte ateş kendisinden ayrıldı.”
Adam, İsa’nın, “israil’in Alah’ı Rabb sana acır” dediği zaman oğlunun
sıhhatine kavuştuğunu anladı. Bunun üzerine, adam bizim Allah’ımıza inandı ve
evine girip, “Yalnızca İsrail’in Allah’ı, gerçek ve yaşayan Allah vardır”
diyerek, bütün kendi tanrılarını parça parça etti. Bundan sonra da, dedi:
“İsrail’in Allah’ına ibadet etmeyen kimse benim ekmeğimden yemiyecek.”
32.
Kanunda uzmanlaşmış biri, İsa’yı, denemek için akşam yemeğine çağırdı. İsa
havarileriyle birlikte geldi; onu denemek için pek çok yazıcı da evde bekliyordu.
Havariler, ellerini yıkamadan sofraya oturdular. Yazıcılar, bunun üzerine
Isa’ya seslendiler: “Neden havarilerin ekmek yemeden önce ellerini yıkamamakla,
büyüklerinin geleneklerine dikkat etmiyorlar?”
“Siz yazıcılar ve Ferisîler, başkalarının omuzlarına taşınamaz yükleri
yükler, fakat kendiniz, bu esnada tek parmağınızla olsun, onları kımıldatmak
istemezsiniz. “Size söylüyorum, size, her şer dünyaya, sözde büyükler sebep
gösterilerek girmiştir. Söyleyin bana, büyüklerin kullanmasıyla değil de, kim
sokmuştur puta tapıcılığı dünyaya? Bir kral vardı, Baal adındaki babasını aşırı
derecede seven. Ve, babası ölünce, oğlu, kendini teselli etmek için, babasına
benzeyen bir heykel yaptırıp, şehrin pazar yerine diktirtti. Ve, bu heykele
onbeş gez (bir uzunluk birimi)yaklaşanın güven içinde olacağı ve her ne olursa
olsun, onun incitilmeyeceğine dair bir emir çıkardı. Bundan böyle bütün kötüler
ve suçlular, oradan gördükleri yarar nedeniyle, heykele güller ve çiçekler
sunmaya başladılar ve kısa bir zaman sonra, sunulan bu şeyler paraya ve
yiyeceğe dönüştü. O kadar ki, onurlandırmak için ona tanrı dediler. Adetten
kanuna dönüşen şu şeye bakın, o kadar ki, Baal putu dünyanın her tarafına
yayıldı ve Allah buna ne kadar üzüldüğünü peygamber îşaya’ya bildirdi: “Gerçekten
benim kullarım bana boşuna tapınıyor; çünkü onlar, kulum Musa aracılığıyla
kendilerine verilen benim kanunumu hükümsüz kılıp, büyüklerinin geleneklerine
uymaktadırlar.”
“Size diyorum, temiz olmayan ellerle ekmek yemek, bir insanı kirletmez;
çünkü, insanın içine giren insanı kirletmez, insanı insandan çıkan şeyler
kirletir.
Bunun üzerine, yazıcılardan biri dedi: “Eğer ben domuz eti ya da bir başka
temiz olmayan et yersem, benim vicdanımı kirletmezler mi?”
îsa cevap verdi: “İtaatsizlik insanın içine girmez, insandan, kalbinden
dışarı çıkar ve bu nedenle, yasaklanmış yemeği yerse, kirlenmiş olur.”
Ardından, fakihîerden biri dedi: “Muallim sanki îsrail kavminin putları
varmış gibi, verdin putatapıcıhk aleyhinde konuştun ve bize haksızlık etmiş
oldun.”
İsa cevap verdi: “Bugün îsrail halkmda odundan heykeller olmadığını ben de
pek ala biliyorum; fakat, etten heykeller var.”
Bütün yazıcılar buna kızarak cevap verdi : “O halde, biz de puta
tapıcılardan (mı) oluyoruz?”
İsa cevapladı: “Size diyorum ki, hükümde, “tapınacaksınız” demiyor,
“Allah’ınız Rabb (ı) bütün ruhunuzla, bütün kalbinizle ve bütün düşüncenizle
seveceksiniz” diyor. Doğru değil mi bu?”
“Doğru” dediler hepsi birden.
33.
Sonra, îsa dedi: “Şüpheniz olmasın ki, kişinin seveceği ve uğruna her şeyden
geçeceği tek şey Allah’ -dır. Ve, bundandır ki, zanînin hayalinde zina, pis
bogaz ve sarhoşun hayalinde kendi bedenî ve dünyaperestin hayalinde altın ve
gümüş ve bunun gibi, her bir diğer günahkârın hayalinde kendi günah düşüncesi
yatar.”
Ardından, kendini davet etmiş olan dedi: “Muallim, en büyük günah nedir?”
İsa cevap verdi: “Bir evi, en kötü şekilde harabe haline getiren nedir?”
Herkes sustu ve İsa parmağıyla temele işaret ederek, dedi: “Eğer yıkıma
temel yol açarsa, bu durumda evi yeniden yapmak gerekir; fakat, her bir bölüm
yıkıma yol açarsa, o zaman onarmak imkansızlaşır. İşte, size diyorum ki,
putatapıcılık en büyük günahtır. Çünkü, kişiyi tümüyle inançtan ve sonunda
Allah’tan yoksun hale getirir; böylece, kişide hiçbir manevî duygu görülemez
olur. Bunun dışında her günah, merhamet olunma ümidi bırakabilir insanda; ve,
bundan.dolayı diyorum ki, putatapıcılık en büyük günahtır.”
Herkes, İsa’nın sözlerine şaşakaldı; çünkü, hiçbir şekilde karşı
çıkamıyacaklarmı anlamışlardı.
Sonra İsa devam etti: “Allah’ın sözlerini ve Musa ile Yuşa’nm kanunda neler
yazdıklarını hatırlayın, o zaman, bu günahın ne kadar ağır olduğunu
göreceksiniz. Allah, İsrail kavmine (şöyle) demişti: “Gökte olanlardan ve göğün
altında olan şeylerden kendinize putlar yapmayacaksınız, yerin üstünde olan
şeylerden ve yerin altmdakilerden de yapmayacaksınız; suyun üstünde olanlardan
ve suyun altındaki şeylerden de yapmayacaksınız. Çünkü, sizin Tanrınız benim,
güçlü ve gayyûrum, bu günahın öcünü babalardan ve dördüncü batma varıncaya
kadar çocuklarından bile alırım.” Kavminiz buzağıyı yaptığı ve ona tapındığı
zaman, Yuşa ve Levi kabilesinin kılıcı çekip, Allah’tan merhamet
dilenmeyenlerden yüzyirmidörtbin kişiyi nasıl öldürdüğünü hatırlayın. Ah, puta
tapıcılar üzerine Allah’ın korkunç, ne korkunç cezası!”
Barnaba İncili, 34-42. Bölüm
34.
Kapıda, sağ eli, kullanılamayacak biçimde büzülmüş biri dikildi. Bunun
üzerine, İsa kalbini Allah’a vererek dua etti ve ardından dedi: “Sözlerimin
doğru olduğunu öğrenmen için diyorum ki: Allah’ın adıyla, ey adam, sakat olan
elini aç ve uzat!” Adam, elini, sanki hiç sakatlık görmemiş gibi tümüyle açtı.
Sonra, Allah korkusuyla yemeye başladılar. Ve, bir miktar yedikten sonra,
İsa yine dedi: “Bakın, size söylüyorum; bir şehri yakmak, orada kötü bir adet
bırakmaktan daha iyidir. Çünkü, böyle bir şey olursa, Allah, kötülükleri yok
edici, kılıcı ellerine teslim ettiği yeryüzünün hükümdarlarına ve krallarına
gazap eder.”
Ardından İsa dedi: “Bir yere çağırıldığınızda, en yüksek yerde oturmamak
aklınızda olsun ki, ev sahibinin daha büyük bir dostu geldiğinde size, “Kalk ve
aşağı otur!” deyip utandırmasın. Bunun yerine, gidip, en altta, oturun ki, sizi
davet eden gelip, “Kalk arkadaş, gel şuraya, yukarı otur!” desin. Böyle, büyük
onur kazanırsın; çünkü, kendini yükselten kim olursa olsun, alçaltılır ve
kendini alçaltan da, yükseltilir.
“Bakın, size söylüyorum, şeytan başka bir günahından dolayı değil, gururu
yüzünden lanete uğradı. İşaya Peygamber de onu şu sözleriyle azarlar:
“Meleklerin güzeli olup, şafak gibi parlarken, nasıl oldu da gökten atıldın, ey
îblis? Seni yere gönderen, gururundan başkası değildir!”
“Bakın, size söylüyorum, eğer insan acınacak hallerini bilse, burada, yerde
daima ağlar ve kendisini en düşük, her şeyin gerisinde görür. İlk insanı karısıyla
birlikte, Allah’tan merhamet dilenerek, yüz yıl durup dinlenmeden ağlatan başka
bir neden yoktu. Çünkü, gururları yüzünden nereye düştüklerini gerçekten
biliyorlardı.”
İsa bunları deyip, Allah’a şükretti ve o gün, gösterdiği mucizelerle
birlikte, İsa’nın ne yüce sözler söylediği Kudüs’ün her tarafında öylesine
yayıldı ki, halk kutsal adını tesbih ederek, Allah’a şükretti.
Fakat, O’nun büyüklerin gelenekleri aleyhinde konuştuğunu anlayan yazıcılar
ve kâhinler daha büyük bir kinle yanıp tutuştular. Ve, Firavun gibi kalplerini
sertleştirdiler; bu nedenle, O’nu öldürmek için fırsat aradılarsa da
bulamadılar.
35.
Isa Kudüs’ten ayrılıp, Erden’in ötesindeki çöle gitti ve çevresinde oturan
havarileri İsa’ya dedi: “Ey muallim, bize şeytan’ın nasıl gurura kapıldığını
anlat; çünkü, biz onun itaatsizliği dolayısıyla düştüğünü ve insanı daima
kötülüğe ittiğini anlamış bulunuyoruz.”
İsa cevap verdi: “Allah, bir yeryüzü kütlesi yaratıp, başka bir şey
yapmadan onu yirmi beş bin yıl bekletince, meleklerin başı ve bir hoca olan
şeytan sahip olduğu büyük anlayışla, bu yer yüzü kütlesinin Tanrısı’nın,
peygamberlikle işaretlenmiş yüz kırk dört bin (insan) ve ruhunu öteki her
şeyden altmış bin yıl önce yaratmış olduğu Allah’ın Elçisi (ni yeryüzüne)
getireceğini biliyordu. Bu. Nedenle kızıp, “Bakın, bir gün Allah bu yeryüzüne
bizim saygı göstermemizi irade edecek. Bu bakımdan, bizim ruh olduğumuzu ve
dolayısıyla böyle bir şeyin uygun olmayacağını düşünün” diyerek melekleri
kışkırttı.
“Bu şekilde, pek çoğu Allah’ı bıraktı, Bunun üzerine, bütün meleklerin
toplandığı bir gün Allah dedi: “Beni Rabb kabul eden her biriniz, hemen bu
yeryüzüne saygı göstersin.”
“Allah’ı sevenler baş eğdiler, fakat şeytan, kendi düşüncesinde olanlarla
birlikte dedi: “Ey Rabb; biz ruhuz ve bu nedenle, bizim bu çamura saygı
göstermemiz adilâne (hak) değildir.” şeytan böyle deyince, çirkin ve korkunç
görünüşlü oldu ve ardından gidenler de çirkinleşti; isyanlarından dolayı, Allah
kendilerinden yaratırken verdiği güzelliği çekip aldı. Bunun üzerine, kutsal
melekler başlarını kaldırınca, şeytan’ın ve takipçilerinin ne korkunç birer
canavar olduklarını görüp, korkuyla yüzlerini yere attılar.
“Sonra şeytan dedi: “Ey Rabb, beni haksız olarak çirkinleştirdin, ama ben
buna razıyım; çünkü, ben senin yapacağın her şeyi hükümsüz kılmak istiyorum.”
Ve, diğer şeytanlar da dediler: “O’na Rabb deme ey İblis; çünkü Rabb sensin.”
“Bundan sonra Allah, şeytan’ın peşinden gidenlere dedi:
*tövbe edin ve beni Rabb (iniz), Yaratıcınız olarak tanıyın.”
Cevap verdiler: “Biz Sana saygı gösterdiğimiz için tövbe ediyoruz; çünkü
sen adil değilsin; ama şeytan adil ve suçsuzdu ve bizim Rabb (imizdir.)
Buna karşı Allah dedi: “Ayrılan benden ey lânetliler, artık sizin üzerinize
hiç rahmetim, yok.”
“Ve, ayrılırken şeytan yeryüzü kütlesine tükürdü ve bu tükrüğü melek
Cebrail bir kısım toprakla birlikte kaldırdı ve işte bundan insanın karnındaki
göbeği meydana geldi.”
36.
Havariler, meleklerin baş kaldırışına şaşıp kaldılar.
Sonra İsa dedi: “Bakın, size söylüyorum ki, ibadet etmeyen şeytan’dan daha
kötüdür ve daha büyük eziyet çekecektir. Çünkü, şeytan’ın önünde kovulmadan
önce hiçbir korkma örneği yoktu ve Allah onu tövbeye çağıracak hiçbir peygamber
de göndermiş değildi ve insan —şimdi, Allah böyle dediği için, benden sonra
gelecek ve belki de benim yolunu hazırladığım Allah’ın Elçisi dışında bütün
peygamberler gelmiş bulunuyor.— ve insan, diyorum ki, Allah’ın adaletinin
sonsuz örneklerini görmüş olmasına rağmen, hiç Allah yokmuş gibi korkusuz,
keyfince yaşar. Davud Peygamber’in şu sözü (ne güzel örnek) : “Aptal olan
içinden ‘Allah yoktur’ der. Bu nedenle o sefil ve iğrençtir, hiçbir iyiliği
yoktur.”
“Durmadan ibadet edin ey havarilerim ki, kazanasınız. Çünkü, arayan bulur,
kendine açana (kapı) açılır ve isteyen alır ve ibadetinize çok konuşmaya
bakmayın; çünkü Allah, Süleyman’a, “Ey kulum, bana kalbini ver” dediği gibi,
kalplere bakar. Bakın, size söylüyorum, münafıklar, halk kendilerini görsün ve
veli sansın diye şehrin her yanında ibadet üstüne ibadet ederler; fakat
kalpleri kötülük doludur; bu nedenle de, içlerinde olan dillerinde değildir.
İbadetinizi, Allah’ın kabul etmesini istiyorsanız (kalpten) yapmanız gerekir.
Şimdi söyleyin bana: İlk önce, kime gideceğine ve ne yapacağına karar vermiş
olandan başka kim gidip, Romalı valiyle ya da Hirodes’le konuşur? Emin olun ki,
hiç kimse ve eğer insan insanla konuşmak için böyle davranırsa, Allah’la
konuşmak, kendisine verdiği her şey için şükredip, günahları için merhamet
istediğinde ne yapmalıdır?
“Size söylüyorum ki, pek az kişi gerçekten ibadet eder ve bu nedenle şeytan
diğerleri üzerinde güç sahibidir. Çünkü Allah, kendisini dudaklarıyla
yüceltenleri istemez; mabette dudaklarıyla merhamet isterken, kalplerinden
adalet diye haykıranları (istemez). İşaya peygambere dediği gibi: “Beni
gücendiren şu insanları benden uzaklaştır; çünkü onlar dudaklarıyla beni
yüceltir, ama kalpleri benden uzaktır.” Bakın, diyorum ki, düşünmeden
kayıtsızca ibadet etmeye kalkan Allah’la alay eder.
Şimdi, kim sırtını dönerek Hirodes’le konuşmaya gider ve onun önünde,
ölesiye nefret ettiği vali Pilatus’u övebilir? Kuşkusuz, hiç kimse. Hiç
hazırlıksız ibadet etmeye kalkanın hali de bundan hiç aşağı değildir: Sırtını
Allah’a döner ve yüzünü şeytan’a vererek, onu över de över. Çünkü, kalbinde
kötülük aşkı yatar ve bundan tövbe de etmez.
“Eğer, sizi inciten biri, dudaklarıyla “bağışlayın” derken, elleriyle size
bir yumruk atarsa, onu nasıl bağışlayabilirsiniz? İşte böyle de, dudaklarıyla
“Rabb, bize merhamet et” derken, kalplerinde kötülük aşkı taşıyanlara ve yeni
yeni günahlar işlemeyi düşünenlere Allah merhamet mi edecek?”
37.
Havariler, İsa’nın sözleri üzerine ağlayarak, ona yalvardılar: “Rab, bize
dua etmeyi öğret.”
İsa cevap verdi: “Romalı vali sizi öldürmek niyetiyle yakalarsa, ne
yaparsınız düşünün de, duaya kalktığınızda aynen böyle davranın. Ve, sözleriniz
şöyle olsun: “Ey Allah’ımız Rabb, kutsal ismin yücelsin; melekûtun gelsin;
iraden her zaman yerine gelsin; gökte yerine geldiği gibi, yerde de gelsin;
bize her gün için ekmek (rızık) ver; bize karşı suç işleyenleri bağışladığımız
gibi, sen de günahlarımızı bize bağışla ve bizi iğvalara kapılıp azap çektirme;
bizi her şerden koru; çünkü yalnızca Sen, ebede kadar izzet, azamet ve kudret
sahibi, bizim Allah’ımızsın.”
38.
Sonra, Yuhanna cevap verdi: “Muallim, Allah’ın Musa aracılığıyla emrettiği
şekilde biz de yıkanalım.”
İsa dedi: “Benim kanunu ve peygamberleri yok etmek için geldiğimi mi
sanıyorsunuz? Bakın, size diyorum ki, Allah’ın varlığına inandığınız gibi
inanın, ben bunları yıkmak için değil, gözetmek için geldim. Çünkü, her
peygamber, Allah’ın kanununu ve Allah’ın diğer peygamberler aracılığıyla
söylemiş olduğu her şeyi gözetmiştir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah vardır ve
diridir ki, en küçük bir hükmü yerine getirmeyen, kim olursa olsun, Allah’ı
razı etmek şöyle dursun, O’nun melekûtunda en küçük bir şey olur. Çünkü, orada
hiçbir payı yoktur. Hattâ, size söylüyorum ki, Allah’ın kanununun tek bir
hecesi, en ağır günahı göze almadan çiğnenemez. Fakat ben, Allah’ın İşaya
peygamber aracılığıyla bildirdiği şu sözlere uymanızın gerekli olduğunu
aklınıza havale ediyorum:
“Yıkan ve temiz ol, düşüncelerini benim gözlerimden uzaklaştır.”
“Bakın, size söylüyorum ki, kalbi kötülükleri seven insanı deniz (ler)in
tüm suyu yıkamayacaktır. Ve, yine size söylüyorum ki, yıkanmayan (abdest) kimse
ibadetiyle Allah’ı razı etmek şöyle dursun, ruhuna putatapıcılığa benzer günah
yükleyecektir.”
—Bana gerçekten inanın; eğer insan Allah’a gerektiği gibi ibadet edecek
olsa, istediği her şeyi elde eder. İbadetiyle Mısır’a gazap eden (kamçı vuran)
Allah’ın kulu Musa’yı hatırlayın; Kızıl Deniz’i yardı da, Firavun ve ordusu
orada boğuldu.- Güneşi durduran Yuşa’yı hatırlayın, sayısız Filistin askerini
korkudan titretmişti; gökten ateş yağdıran İlya’yı, ölü bir adamı (mezarından)
kaldıran Elişa’yı ve ibadet ve dua ile istedikleri her şeyi elde eden daha
başka pek çok kutsal peygamberleri hatırlayın. Fakat, bunlar kendi kişisel
amaçları için değil, yalnız Allah ve Allah’ın şanı için çalıştılar.”
39. Adem’in Yaratılışı Ve İlk Sorusu ve Duası
Sonra Yuhanna dedi: “Güzel konuştun ey muallim, fakat insan gururuyla nasıl günah işledi, tam bilemiyoruz.”
İsa cevapladı: “Allah şeytan’ı kovup, melek Cebrail de şeytan’ın tükürdüğü yeryüzü kütlesini temizleyince, Allah yaşayan her şeyi, hem uçan ve hem yürüyen ve hem de yüzen hayvanları yarattı ve dünyayı içinde bulunan her şeyle süsledi. Birgün şeytan cennetin kapılarına yaklaşıp, otlayan atları gördü ve onlara, eğer yeryüzü kütlesi bir ruh olacak olursa, kendilerine eziyet verici bir iş düşeceğini bildirdi; bu nedenle de, bu yeryüzü parçasının hiçbir şeye yaramayacak şekilde çiğnemeleri faydalarına olacaktı. Atlar ayaklandılar ve hemen zambaklarla güller arasında uzanan o yeryüzü parçasını çiğnemeye giriştiler. Bunun üzerine Allah, Cebrail’in kütle üzerinden almış olduğu şeytan’ın tükrüğünün bulunduğu kirli yeryüzü parçasına ruh verdi ve havlayan köpekler ortaya çıkınca korkuya kapılan atlar kaçtılar. Bundan sonra Allah, tüm kutsal melekler “Senin kutsal adını tesbih ederiz ey Rabb (muz) Allah” diye söyleşirken, insana ruhunu verdi.
“Ayağı üstüne kalkan Adem, havada güneş gibi parlayan bir yazı gördü:
“Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed Allah’ın Rasulû’dür.” Bunun üzerine
Adem ağzını açarak, dedi: “Şükür sana ey Allahım Rabb, bana hayat nimeti
verdin; fakat (senden) bana söylemeni diliyorum: Bu, “Muhammed Allah’ın
elçisidir” sözlerinin mesajı ne anlama geliyor? Benden önce (yaratılmış) başka
insanlar mı vardı?”
“Bundan sonra Allah dedi: “Tabii, ey kulum Adem. Sana diyorum ki: îlk
yarattığım insan sensin ve senin görmüş olduğun, yıllar sonra dünyaya gelecek,
benim rasulûm olacak ve her şeyi kendisi için yarattığım oğlundur. Geldiği
zaman dünyaya ışık verecektir; ruhu, ben herhangi bir şey yaratmadan altmış bin
yıl önce semavî bir nur içine konmuştur.”
Adem Allah’a şöyle yalvardı: “Rabb (im), bu yazıyı el parmaklarımın
tırnakları üzerinde bana bahşet.” Sonra Allah, ilk insana baş parmakları
üzerinde bu yazıyı verdi. Sağ elin baş parmak tırnağı üzerinde, “Allah’tan
başka ilâh yoktur*, sol elin baş parmak tırnağı üzerinde de, “Muhammed Allah’ın
Rasulû’dür.” Sonra, babaca bir sevgiyle ilk insan bu sözleri öptü ve gözlerini
ovarak dedi: “Senin dünyaya geleceğin gün kutlu olsun.”
Allah insanı yalnız görünce dedi: “Onun yalnız kalması iyi değildir.” Bu
nedenle onu uyuttu ve kalbinin yakınından bir kaburga kemiği alarak, yerini
etle doldurdu. Bu kaburga kemiğinden Havva’yı yaratıp, onu Adem’e eş olarak
verdi. Bu ikisini Cennetin efendileri olarak yerleştirdi ve kendilerine (şöyle)
dedi: “Bakın, size yemek için her meyveyi veriyorum, yalnız elmalar ve mısır
hariç” ve bunlarla ilgili olarak dedi: “Ne olursa olsun, bu meyvelerden yememeye
dikkat edin, yerseniz kirlenirsiniz ve öyle ki, sizi burada tutarak azap etmem;
buradan sürer çıkarının ve büyük eziyetler çekersiniz.”
40.
Bunları öğrenen şeytan, kızgınlığından deli oldu Ve Cennet’in kapısına
yaklaştı. Orada, deve gibi ayakları ve her yanında bir ustura gibi kesilmiş
ayak tırnaklan olan korkunç bir yılan nöbet bekliyordu. Düşman ona dedi: ““Bir
zahmet et, beni Cennet’e koyuver!”
Yılan cevap verdi: “Allah bana seni çıkarmamı emretmişken, ben nasıl seni
içeri almak zahmetine katlanırım?”
Şeytan karşılık verdi: “Allah’ın seni ne kadar çok sevdiğini görüyorsun, ki
seni insan denilen bir okka çamurun başında nöbet tutman için Cennet’in dışına
koydu. Bu bakımdan, eğer beni Cennet’e alırsan, seni öyle korkunç yaparım ki,
herkes senden kaçar ve arzu ettiğin yerde gider kalırsın.”
Sonra yılan dedi: “Seni içeri nasıl koyacağım ben?”
Şeytan dedi: “Sen büyüksün; ağzını, aç, ben karnına gireceğim ve sen
Cennet’e girince, şu sıralarda yer üzerinde yürümekte olan iki okka çamurun
yanında beni bırakacaksın.”
Sonra, yılan böyle yaptı ve şeytan’ı kocası Adem uyumakta olduğundan
Havva’nın yanında bıraktı. şeytan, güzel bir melek gibi kadının önünde durdu ve
ona dedi: “Neden şu elmalardan ve mısırdan yemiyorsunuz?”
Havva cevap verdi: “Rabb (ımız) bize, bunlardan yersek kirleneceğimizi ve
kendisinin de bizi Cennet’-ten çıkaracağını söyledi.”
şeytan karşılık verdi: “O, gerçeği söylemez. Allah’ın kötü ve kıskanç
olduğunu, bu nedenle de hiçbir dengine katlanamayıp, herkesi köle tuttuğunu
bilmelisiniz ve kendisine eşit olmayasınız diye size böyle demiştir. Fakat, sen
ve yoldaşın benim tavsiyeme göre hareket ederseniz, diğerlerinden olduğu gibi
şu meyvelerden de yiyecek ve başkalarına tabî olarak kalmayıp, Allah gibi iyi
ve kötüyü bilecek ve istediğinizi yapacaksınız. Çünkü, Allah’a denk
olacaksınız.” Sonra, Havva o (meyve) lerden alıp yedi ve kocası uyandığında,
şeytan’ın tüm dediklerini ona anlattı ve o da karısının sunduğu (meyve) leri
alıp yedi. Bunun üzerine, yenilenler aşağı doğru inerken Allah’ın sözlerini
hatırladı; bu sebepten, yemeği durdurmak isteğiyle elini, her insanın işareti
bulunan boğazına götürdü.”
41.
Sonra, her ikisi de çıplak olduklarını anladılar; dolayısıyla utanıp, incir
yaprakları alarak gizli yerleri için bir elbise yaptılar. Öğle vakti geçince,
bak ki, Allah kendilerine göründü ve Adem’e seslenip dedi: *Adem, neredesin?”
O cevap verdi: “Rabb (ım), huzurundan kendimi gizliyorum; çünkü, ben ve
karım çıplağız. Bu nedenle de, senin huzurunda bulunmaktan utanıyoruz.”
Sonra Allah dedi: “Yediğiniz takdirde kirleneceğiniz ve cennette daha fazla
kalamayacağınız meyveyi yemedikçe, sizi kim masumluğunuzdan soyup çıkarmıştır
ki?”
Adem cevap verdi: “Ey Rabb (ım), bana vermiş olduğun eş (zevce) yemem için
yalvardı, ben de ondan yedim.”
Sonra Allah kadına dedi: “Neden dolayı böyle (bir) yemeği kocana verdin?”
Havva cevap verdi: “şeytan beni aldattı ve ben de yedim.”
“Ama, bu mel’un nasıl girdi buraya?” dedi Allah.
Havva cevap verdi: “Kuzey kapıda duran bir yılan onu benim yanıma getirdi.”
Sonra Allah Adem’e dedi: “Madem ki sen karının sözünü dinledin ve meyveyi
yedin, yeryüzü senin işlerinle lanetlensin, belâ bulsun; senin için iğnelikler
ve dikenler bitirecektir o ve yüzünün teriyle ekmek yiyeceksin ve toprak
olduğunu hatırla ve yine toprağa döneceksin.” Ve Havva’ya da şöyle konuştu: “Ve
şeytan’a kulak asıp, kocana yemeği veren sen, seni köle tutacak olan erkeğin
egemenliği altında yaşayacak ve doğum çekip, çocuklar dünyaya getireceksin.”
Ve yılanı da çağıran Allah, Allah’ın kılıcını tutan melek Mikâil’e seslenip
dedi: “Önce Cennet’ten bu kötü yılanı çıkar ve dışarıda bacaklarını kes; ki
yürümek isterse, yerde vücudunu sürüsün.” Ardından Allah, gülerek gelen
şeytan’a seslendi ve ona dedi: “Madem sen melun, bunları aldattın ve
kendilerini kirlettin, öyle ise ben de diliyorum ki, onların ve bana gerçekten
tövbe edip kulluk yapacak çocuklarının tüm kirlilikleri bedenlerinden çıktıkta
senin ağzından girsin ve böylece sen kirliliklerle doyasın.”
şeytan sonra korkunç bir şekilde kükredi ve dedi : “Madem sen benim daha da
kötü olmamı dilersin, ben de o zaman, elimden geleni arkama koymayacağım.”
Sonra Allah dedi: “Defol mel’un, benim huzurumdan!” Sonra şeytan gitti;
bunun üzerine Allah ağlamakta olan Adem’le Havva’ya dedi: “Siz de Cennet’ten
çıkın ve cezanızı çekin ve ümidiniz de yok olmasın; çünkü ben, soyun şeytan’ın
egemenliğini insan cinsinin üzerinden kaldıracak şekilde oğlunu göndereceğim.
Çünkü o gelecek olan, kendisine her şeyi vereceğim benim elçimdir.”
Allah gizlendi ve Melek Mikâil onları Cennet’ten çıkardı. Bunun üzerine
Adem, çevresine bakınarak kapının üstünde yazılı olan “Allah’tan başka ilâh
yoktur ve Muhammed Allah’ın elçisidir” sözünü gördü. Bu nedenle, ağlayarak
dedi: “Allah’ı razı edici olsun ki ey oğlum, çabucak gelesin ve bizi
perişanlıktan kurtarasın.”
42.
Sonra bu konuşmanın ardından havariler ağladılar ve İsa da ağlıyordu. O
sırada onu bulmaya gelen pek çok kişi gördüler; kâhinler onu konuşurken
yakalamak için aralarında müşavere yapmış ve bu nedenle de, Levililerle yazıcıların
bazılarını ona, “sen kimsin?” diye sormaya göndermişlerdi.
İsa itirafta bulunup, gerçeği söyledi: “Ben Mesih değilim.”
Dediler: “îlya mısın? Yeremya mısın, yoksa eski peygamberlerden biri
misin?”
İsa cevap verdi: “Hayır.”
Sonra dediler: “Kimsin sen? Bizi yollayanlara doğru şahitlikte
bulunabilmemiz için bize söyle.”
Sonra İsa dedi: “Ben bütün Yahudiye’de haykıran ve İşaya’da da yazılı
olduğu gibi, “Rabb (in) Elçisi için yol açın” diye haykıran sesim.”
Dediler: “Eğer sen Mesih ya da îlya veyahut da herhangi bir peygamber
değilsen, neden yeni akide vaaz eder ve kendini Mesih’ten daha çok
saydırırsın?”
İsa cevap verdi: “Allah’ın benim elimde meydana getirdiği mucizeler, benim
Allah’ın dilediği şeyleri konuştuğumu gösteriyor, ben, hiçbir zaman, sözünü
ettiğiniz kişiden kendimi daha çok saydırmıyorum da Çünkü ben, sizin “Mesih”
dediğiniz, benden önce yaratılmış ve benden sonra gelecek ve inancı (dini) son
bulmasın diye gerçeğin sözlerini getirecek olan Allah’ın Elçisi’nin
ayakkabılarının iplerini ya da çoraplarının bağlarını çözecek değerde değilim.”
Levililer şaşkınlık içinde ayrılıp gittiler ve ileri gelen kâhinlere her şeyi
anlattılar da, (bunlar) dediler: “Onun sırtında her şeyi kendine anlatan cini
var”
Sonra İsa havarilere dedi: “Bakın, size diyorum, reisler ve halkımızın
büyükleri bana karşı fırsat kolluyorlar.”
Sonra Petrus dedi: “Öyleyse, bir daha Kudüs’e gitmeyin.”
Bunun üzerine İsa ona dedi: “Sen budalasın ve ne söylediğini bilmiyorsun.
Pek çok eziyetler çekmem gerek; çünkü, bütün peygamberler ve Allah’ın kutsal
(kullar)’ı çekmişlerdir. Ama korkmayın, bizimle birlikte olanlar da vardır,
bize karşı olanlar da.”
Ve İsa böyle deyip ayrılarak Tabur dağına gitti ve oraya yanında Petrus,
Yakup ve kardeşi Yuhanna’yla bunu yazan da çıktı. Bunun üzerine üstünde büyük
bir nur parladı, elbiseleri beyaz kar gibi oldu ve yüce güneş gibi ışıldadı ve
bir de ne görelim! Oraya cinsimiz ve kutsal şehir üzerine gelmesi gereken tüm
şeylerle ilgili olarak İsa ile konuşan Musa ve llya gelmesinler mi?
Petrus şöyle konuştu: “Rab, burada bulunmakla iyi ettik. Bu bakımdan, eğer
dilerseniz, burada biri sizin için, biri Musa ve diğeri de îlya için üç çardak
kuralım. Ve, o konuşurken, beyaz bir bulut üzerlerini örttü ve “Kendinden çok
hoşnut olduğum kuluma bakın; onu dinleyin” diyen bir ses duydular.
Havariler korkuya kapılarak, ölü (gibi) yüz üstü yere düştüler. İsa geldi
ve havarilerini kaldırıp dedi: “Korkmayın; çünkü Allah sizi seviyor ve benim
sözlerime inanmanız için böyle yapmıştır.”
Barnaba İncili, 43-51. Bölüm
43. “Allah Her şeyden Önce Hz. Muhammed’in Ruhunu Yarattı”
İsa, aşağıda kendisini bekleyen sekiz havarisinin yanlarına vardı ve dört
tanesi bu sekiz taneye bütün gördüklerini anlattılar; o gün hepsinin kalbinden
İsa ile ilgili tüm kuşkular silindi, yalnız hiçbir şeye inanmayan Yehuda
İskaryot hariç. İsa, dağın eteğinde bir yere oturdu ve ekmekleri olmadığından,
hepsi dağ meyveleri yediler.
Sonra Andreas dedi: “Bize Mesih hakkında çok şeyler söylediniz, bu nedenle,
lütfen bize her şeyi açıkça anlatın.” Ve aynı şekilde diğer havariler de
kendisine rica ettiler.
Bunun üzerine İsa dedi: “Çalışan herkes, tatmin olacağı bir gaye için
çakşır. Bu bakımdan size söylüyorum ki, Allah, kendinde hiçbir noksanlık
olmadığı için tatmin olma ihtiyacı duymaz. Zaten O’nun kendinde kemal vardır ve
işte, çalışmak dileğiyle O, her şeyden önce, yaratıklar Allah’ta rıza ve
doygunluk bulsunlar diye, kendisi için tüm (kâinatı) yaratmaya karar verdiği
Elçisi’nin ruhunu yarattı; ki, kulları olarak tayin ettiği tüm yaratıklarından
elçisi haz ve sevinç duysun ve bu nedenle işte her şey bilip gördüğünüz gibi
oldu. Ama O neden böyle olmasını diledi?
“Bakın, size diyorum ki; her peygamber geldiği zaman, yalnızca bir kavme
Allah’ın rahmetinin işaretini götürmüştür ve sözleri de gönderildikleri
insanların ötesine uzanmamıştır. Fakat, Allah’ın Elçisi geleceği zaman, Allah
O’na kudret ve rahmetinin sonuymuş gibi verecek, o kadar ki, akidesini alacak
olan tüm dünya kavimlerine rahmet ve selâmet götürecektir. Dinsizler üzerine
güçle gidecek ve puta tapıcılığı ezecek, o kadar ki, şeytan’ı kahredecektir;
çünkü, Allah İbrahim’e böyle vaat etmiştir: “Dikkat et, senin soyunla
yeryüzünün tüm kabilelerini kutsayacağım ve sen, Ey İbrahim, nasıl putları
parça parça etmişsen, senin soyun da böyle yapacaktır.”
Sonra şöyle soruldu: “Ey muallim, bu vaat kime verilmiştir, söyle bize;
çünkü, Yahudiler “İshak’a” diyorlar, İsmailîler ise, “İsmail’e.”
İsa cevap verdi: “Davud kimin oğluydu ve hangi soydandı?” Cevap verildi:
“İshak’ın; çünkü, İshak Yakup’un babasıydı, Yakup da soyu Davud’a varan
Yahuda’nın babasıydı.”
Sonra İsa dedi: “Öyleyse, Allah’ın elçisi geleceği zaman, hangi soydan
olacaktır?”
Havariler cevap yerdiler: “Davud’un (soyundan).” Bunun üzerine İsa dedi:
“Siz kendinizi aldatıyorsunuz; çünkü Davud, şöyle söyleyerek, ona ruhundan rab
(efendi) der: Allah rabbine, “Ben düşmanlarına senin ayak taburen yapıncaya
kadar sağ yanımda otur” dedi. Allah düşmanlarının ortasında rablik kazanacak
olan asanı gönderecektir. “Eğer, sizin Mesih dediğiniz Allah ‘in Elçisi
Davud’un oğlu ise, Davud O’na nasıl “rab” der? Bana inanın, size söylüyorum ki,
vaat İsmail’e yapılmıştır, İshak’a değil.”
44. “Allah’ın Elçisi Muhammed Yaratılan Hemen Her Şeye Mutluluk Getirecek Bir Nurdur”
Bunun üzerine havariler dediler: “Ey muallim, Musa’nın kitabında böyle,
yani vaadin İshak’a yapılmış olduğu yazılıdır.”
İsa, ah ederek cevap verdi: “Öyledir, ama onu Musa yazmadı, Yuşa da yazmadı
onu Allah’tan korkmayan hahamlarınız yazdı. Bakın, size söylüyorum ki; melek
Cebrail’in sözlerine baktığınızda yazıcılarınızın ve fakihlerinizin melanetini
anlayacaksınız. Çünkü, Cebrail demiştir ki: “İbrahim, tüm dünya Allah’ın seni
ne kadar sevdiğini biliyor; fakat, senin Allah’a olan sevgini dünya nasıl
bilecek? Mutlaka Allah sevgisi için bir şey yapman gerekiyor.” İbrahim cevap
verdi:
“Bak, Allah’ın kulu Allah’ın dileyeceği her şeyi yapmaya hazırdır.”
“Sonra Allah İbrahim’e şöyle seslendi: “Oğlunu, ilk doğan (çocuğun)
İsmail’i al ve dağa çıkıp onu kurban et.” Eğer, İshak doğduğu zaman İsmail yedi
yaşında idiyse, o zaman İshak nasıl ilk doğan (çocuk) olmuş olur?”Ardından
havariler dediler: “Bizim fakihlerimizin aldattığı ortada; bu bakımdan bize
gerçeği anlat; çünkü, biz senin Allah tarafından gönderildiğini biliyoruz.”
İsa cevap verdi: “Bakın, size söylüyorum ki, şeytan Allah’ın kanunlarını
hükümsüz kılmak için çalışır durur ve bu nedenle, yoldaşları olan sahte imanlı
münafıklar ve yaşantıları şehvet peşinde geçen günahkârlarla birlikte, bugün
hemen hemen her şeyi kirletmiş bulunmaktadır ki, pek az gerçeğe
rastlanılmaktadır. Yazıklar olsun münafıklara; çünkü bu dünyanın övgüleri,
cehennemde onlar için azaba ve hakarete dönüşecektir.
“Bu nedenle size diyorum ki, Allah’ın elçisi, Allah’ın yarattığı hemen her
şeye mutluluk getirecek olan bir nurdur; çünkü o, anlayış ve müşavere ruhuyla,
hikmet ve kudret ruhuyla, korku ve sevgi ruhuyla, akıl ve itidal ruhuyla
donatılmıştır; rahmet ve merhamet ruhuyla, adalet ve takva ruhuyla, yumuşaklık
ve sabır ruhuyla donatılmıştır ki, bunları o Allah’tan, bütün diğer
yaratıklarına verdiğinden üç kat daha fazla almıştır. Ey, O’nun dünyaya
geleceği kutlu zaman! İnanın bana, O’nun ruhunu görenlere Allah peygamberlik
verdiğinden, her peygamber gibi ben de O’nu gördüm ve O’na saygı gösterdim.
O’nu görünce, ruhum teselli ile doldu (ve) dedim: “Ey Muhammed, Allah seninle
olsun ve beni ayakkabının bağlarını çözecek değerde kılsın. Buna ermekle ben de
büyük bir peygamber ve Allah’ın kutsal bir (kul)’u olacağım.” Ve İsa böyle
deyip, Allah’a şükretti.
45.
Sonra, melek Cebrail; İsa’ya geldi ve O’na, bizim sesini duyabileceğimiz
bir şekilde seslendi: “Kalk ve Kudüs’e git!”
İsa, bu emre uyarak çıktı ve Kudüs’e gitti. Yedinci gün mabede girerek,
halka öğretmeye başladı. Bunun üzerine insanlar akın akın mabede geldiler.
İçlerinde bulunan baş kâhin ve kâhinler İsa’ya yaklaşarak, dediler : “Ey
muallim, hakkımızda kötü şeyler diyormuşsun; bu bakımdan dikkat et de, başına
bir kötülük gelmesin.”
İsa cevap verdi: “Dikkat edin, size diyorum, ben münafıklar hakkında kötü
konuşuyorum; eh, siz de münafıksanız, sizin aleyhinizde de konuşurum.”
Cevap verdiler: “Kim bir münafıktır? Bize açıkça anlat.”
İsa dedi: “Bakın, size diyorum ki, insanlar kendini görsün diye iyi bir şey
yapan kişi münafıktır. Öyle ki” yaptığı iş insanların göremediği kalbe işlemez,
orada ancak her türlü kötü düşünce ve her türlü kirli şehvet kalır. (Şimdi)
bildiniz mi münafığın kim olduğunu? Diliyle Allah’a kulluk ederken, kalbiyle
insanlara kulluk eden kişi münafıktır. Ey zavallı adam! Ölünce, bütün
kazandıklarını yitirecek. Bu konuda Davud peygamber der: “Reislere güven
bağlamayın. Kendileri için kurtuluş olmayan insan oğullarına da (güven
bağlamayın). Çünkü ölürken düşündükleri yok olur. Heyhat, ölmeden önce
kendilerini mükâfattan yoksun bulurlar; çünkü Allah’ın peygamberi Eyyub’un
dediği gibi: “İnsan gelici geçicidir, hiçbir zaman bir kalışta kalmaz.” Öyle
ki, bugün seni övse, yarın kötüler, bugün seni ödüllendirmek istese, yarın
malını elinden almak ister. Yazıklar olsun öyleyse münafıklara; çünkü onların
kazandığı boşunadır. Huzurunda durduğum Allah vardır ve hayattadır ki, münafık
soyguncudur ve saygısızdır, (sahtekârdır), o kadar ki, iyi görünmek için
kanundan yararlanır ve hamd, sena ve şan ebediyyen yalnızca kendine ait olan
Allah’ın şanını çalar.
“Size daha da söylüyorum ki, münafığın inancı yoktur, öyle ki, eğer
Allah’ın her şeyi gördüğüne ve kötülüğü korkunç bir hükümle cezalandıracağına
inanmış olsa, inanmadığı için kötülüklerle doldurduğu kalbini arıtır. Bakın,
size diyorum ki, münafık, dıştan beyaz (görünen), fakat içi çürük, küf ve
solucanlarla dolu bir mezardır. Size gelince ey kâhinler, Allah sizi yarattığı
ve sizden istediği için Allah’a kulluğunu yerine getiriyorsanız, size lâfım
yok; çünkü siz Allah’ın kullarısınız; fakat, her şeyi kazanç için yapıyor ve
Allah’ın mabedinin soyguncular mağarasına çevirdiğiniz bir ticaret değil,
ibadet evi olduğuna bakmadan pazarda olduğu gibi mabette de alış verişte
bulunuyorsanız, her şeyi insanları memnun etmek için yapıyor ve Allah’ı
aklınızdan çıkarıyorsanız, o zaman size haykırarak diyorum ki, siz Allah aşkı
için babasının evini terk eden ve kendi oğlunu kesmek isteyen İbrahim’in değil,
şeytan’ın çocuklarısınız. Eğer böyleyseniz, yazıklar olsun size ey kâhinler ve
fakihler; çünkü Allah kâhinliği sizden alacaktır!”
46.
İsa konuşmasını şöyle sürdürdü: “Önünüze bir mesel koyuyorum. Bir aile
reisi bir bağ dikmiş ve hayvanlar tarafından çiğnenip ezilmesin diye etrafını
çevirmişti. Ve, orta yere de şarap çıkarmak için mengene koymuştu ve buradan
çiftçilere şarap verecekti. Gel zaman, şarabın biriktirilme vakti gelince
hizmetçilerini yolladı. Bunları gören çiftçiler bazılarını taşladı, bazılarını
yaktı ve diğerlerini de bıçakla delik deşik ettiler ve bunu defalarca yaptılar.
Söyleyin bana, bağın sahibi çiftçilere ne yapsın şimdi?”
Herkes cevap verdi: “En kötü biçimde hepsini yok eder ve bağını başka
çiftçilere verir.”
Bunun üzerine İsa dedi: “Bağın İsrail ailesi ve çiftçilerin ise Yahudiye ve
Kudüs halkı olduğunu bilmez misiniz? Yazıklar olsun size, Allah sîze gazap
etmektedir, Allah’ın bu kadar peygamberinin karnını yardınız; öyle ki, Ahab
zamanında Allah’ın kutsal (kul)larını gömecek tek bir kişi bulun (a)mıyordu!”
Ve, İsa böyle deyince, kâhinler onu yakalamak istedilerse de, kendisini
yücelten halktan korktular.
Sonra İsa, doğuştan başı öne doğru eğik bir kadın görüp, dedi: “Allah’ın
adıyla başını kaldır ey kadın, ki şunlar, benim doğruyu söylediğimi ve benim
O’nun dilediği şeyleri bildirdiğimi anlayabilsinler.”
Sonra kadın Allah’ı ta’zim ederek, başını tümüyle kaldırdı.
Baş kâhin bağırdı: -Bu adam Allah’ın göndermesi değildir, bakın, Sebt’i
tanımıyor; çünkü sakat bir kişiyi iyileştiriyor bugün.”
İsa cevap verdi: “Şimdi söyleyin bana, yedinci (Sebt) günde konuşmak ve
başkalarının kurtulması için dua etmek meşru değil midir? Sebt günü eşeği ve
öküzü bir hendeğe kaçtığında, onu Sebt günü- (kaçtığı yerden) çekip
çıkarmayacak kim vardır içinizde? Emînim ki, hiç kimse ve ben, bir İsrail
kızına sıhhat kazandırmakla yedinci günü bozmuş mu oluyorum? Evet işte, burada
münafıklığınız kesinkes ortaya çıkıveriyor! Ah, kendi üzerinde başını kesmek
için bir pala durup dururken, başkasının gözüne bir saman çöpü gelip de
çarpacak diye korkan nice kişi vardır bugün. Ah, bir karıncadan korkarken bir
fili önemsemeyen nice nice insan vardır!”
Ve İsa bunları söyleyip mabetten çıktı. Fakat, ele geçirip, babalarının
Allah’ın kutsal (kul)larına yaptığı gibi, ona istediklerini yapamayan kâhinler
kendi aralarında öfkeden kuduruyorlardı.
47.
İsa, peygamberlik görevinin ikinci yılında Kudüs’ten çıkıp Nain’e gitti.
Şehrin kapısına yaklaştığı sırada, ahali, herkesin ölümüne ağladığı dul bir
annenin tek oğlunu mezara götürüyordu. Bu sırada İsa şehre gelmiş bulunuyordu
ve halk, Galileli bir peygamber olan İsa’nın geldiğini anlayıp, ölüyü bir
peygamber olduğundan kaldırabilir diyerek, kendisine yalvarmaya koyuldular. İsa
çok korktu ve Allah’a yönelerek dedi: “Beni bu dünyadan al ey Rabb (im); çünkü
dünya delirmiş, nerdeyse bana tanrı diyecekler!” Ve İsa böyle deyip ağladı.
Sonra melek Cebrail gelip dedi: “Ey İsa, korkma; çünkü Allah sana her sakat
(ve noksanlık) üzerine güç vermiştir, o kadar ki, senin Allah adıyla
bahşedeceğin her şey tümüyle yerine gelecektir.” Bunun üzerine İsa iç çekip,
dedi: “Sen ne dilersen olur, Rabb Allah kadir ve rahimdir.” Böyle deyip ölünün
annesine yaklaştı ve ona acıyarak dedi: “Kadın, ağlama.” Ve ölünün elini
tutarak, dedi: “Sana diyorum genç, Allah’ın adıyla iyileşip kalk!”
Sonra, çocuk yeniden canlandı ve bunun üzerine herkes korkuya kapılıp,
dediler: “Allah içimizden büyük bir peygamber seçip çıkardı ve halkını ziyaret
etti.”
48.
Bu sırada Roma ordusu Yahudiye’de olup, memleketimiz atalarımızın günahları
yüzünden onlara bağlıydı. Şimdi, Romalıların adetiydi ki, halka yararlı yeni
bir şey yapan tanrıya seslenip ibadet ederlerdi. Ve, Nain’de bulunan bu
askerlerin (bazıları) da bir ötekini, bir berikini paylıyor ve,
“Tanrılarınızdan biri sizi ziyaret etti ve siz buna hiç önem vermediniz. Eğer,
bizim tanrılarımızdan biri bizi ziyaret edecek olsa, biz ona elimizde olan her
şeyimizi veririz. Bizim tanrılarımızdan ne kadar korktuğumuzu görüyorsunuz.
Onların heykellerine (suretlerine) sahip olduğumuz şeylerin en iyisini
veriyoruz.” diyorlardı. Nain halkı arasında en ufak bir fesat çıkaramayan
şeytan, bu tür konuşmaları teşvik ediyordu. Ama İsa Nain’de hiç oyalanmayıp,
Kefernahum’a döndü. Nain’de anlaşmazlıklar öyle bir kerteye gelmişti ki
bazıları, “Bizi ziyaret eden Allah’ımız” derken, bazıları “Allah görünmez, öyle
ki, O’nu kimse görmemiştir, kulu Musa bile; o halde o Allah değil, ama O’nun
oğludur” diyordu. Bir diğerleri de, “O Allah değil, Allah’ın oğlu da değildir;
çünkü Allah’ın baba olacak bedeni de yoktur ayrıca; O, sadece Allah’ın bir
peygamberidir.” diyordu.
Ve, böyle kışkırtmalarda bulunuyordu İsa’nın peygamberliğinin üçüncü
yılında şeytan; öyle ki, bu (kışkırtmalar) dan halkımızın başına büyük bir
yıkım (gelecekti) .
İsa Kefernahum’a gitti; burada ahali, (kendisinin geldiğini) öğrenince tüm
hastalarını toplayıp, İsa’nın havarileriyle birlikte kaldığı (evin)
sundurmasının önüne koydu ve İsa’yı dışarı çağırıp, hastalara sıhhat için
ricada bulundular. Sonra, İsa ellerini her birinin üzerine koyup, dedi: “Kutsal
adınla İsrail’in Rabbi, bu hastaya sıhhat ver.” Böyle böyle hepsi iyileşti.
Sebt gün İsa havraya girdi ve tüm halk konuştuğunu duymak üzere buraya
koşuştu.
49.
Yazıcı o gün Davud’un mezmurunu okudu, (şöyle) diyordu Davud orada: “Bir zaman bulduğumda dosdoğru hükmedeceğim.” Ardından, peygamberleri okuduktan sonra İsa kalktı ve elleriyle sus işareti yapıp, ağzını açarak şöyle konuştu: “Kardeşler, babamız Davud’un, bir zaman bulduğunda dosdoğru hükmedeceğini söyleyen sözlerini duydunuz. Size gerçekten diyorum ki, pek çok hakim hükmünde, kendileri için uygun düşmeyen hüküm vermek ve kendileri için uygun düşene de zamanından önce hükmetmekten başka bir nedenle (yanılgıya) düşmez. Bu bakımdan, babalarımızın Allah’ı peygamberi Davud aracılığıyla bize şöyle7 bağırır: “Adaletle hükmedin ey insanoğulları.” Bundan dolayı, cadde köşelerinde oturup da, gelen geçen için, “Şu güzeldir, şu çirkindir, şu iyidir, bu kötüdür” demekten başka bir şey yapmayanlar zavallılardır. Yazıklar olsun onlara; çünkü onlar, “Ben şahidim ve hakimim ve şanımı kimseye vermem” diyen Allah’ın elinden hükmünün asasını kapıp alırlar. Bakın, size söylüyorum ki, bunlar görmedikleri ve gerçekten duymadıkları (şeylere) şahitlik ederler ve kendilerine yetki verilmeden hükümde bulunurlar. Bu nedenle, yerde olanlar Allah’ın gözüne iğrençtirler ve (Allah) son günde kendileri için korkunç hükmünü verecektir. Yazıklar olsun size, yazıklar olsun hayır ve şerden söz edip, hayrın yazarı olan Allah’a suç isnat ederek, şerre hayır diyenlere ve tüm şerlerin kaynağı olan şeytan’ı haklı çıkaranlara! Ne ceza göreceğinizi düşünün ve kötüyü para için haklı çıkaran ve yetimlerle dulların davasına bakmayanlar üzerine gelecek olan Allah’ın hükmüne düşmek ne korkunçtur, (düşünün)! Size diyorum, size, öyle korkunç olacaktır ki bu,-tüm şeytanlar bu hüküm karşısında titreyecektir. Ey sen, hüküm makamında oturan insan, hiçbir şeye bakma, ne yakına, ne dosta, ne şerefe, ne kazanca sadece, Allah korkusuyla, en büyük dikkatle araştıracağın gerçeğe bak; çünkü, Allah’ın hükmünde seni kurtaracak olan budur. Ben seni uyarıyorum ki, merhametsiz hükmedene, (yine) merhametsizce hükmedilecektir.”
50.
“Söyle bana ey başkasını yargılayan adam, bütün
insanların kökeninin aynı çamurdan olduğunu bilmez misin? Yalnızca Allah’tan
başka hiçbir şeyin iyi olmadığını bilmez misin? Bu bakımdan, her insan, bir
yalancı ve bir günahkârdır. înan bana ey adam, eğer sen bir hatadan dolayı
başkalarını yargılıyorsan, kendi kalbinin de aynı nedenle yargılanması gerekir.
Ah, ne tehlikeli bir şeydir yargılamak, ah, kaç kişi helak olmuştur yanlış
yargılarından dolayı! şeytan, insanın kendinden daha değersiz olduğuna hükmetti
de, yaratanı Allah’a karşı isyan etti ve kendisiyle konuşurken öğrendiğim gibi,
bu davranışından dolayı da tevbekâr olmadı, ilk anne babamız şeytan’ın sözüne
iyi hükmü verdiler ve bu nedenle Cennet’ten atılarak, tüm nesillerini de mahkûm
ettiler. Bakın, size söylüyorum, huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki,
yanlış hüküm tüm günahların babasıdır. Öyle ki, kimse iradesi dışında günah
işlemez ve kimse de bilmediği şeyi dilemez. Bu nedenle, günaha değerli ve
sevaba değersiz hüjanü veren ve böylece sevabı reddedip günahı seçen hüküm
sahibi günahkârlara yazıklar olsun! Emin olun ki, Allah’ın dünyayı yargılama
zamanı geldiğinde katlanılmaz bir cezayı çekecektir o. Ah, kaç kişi helak
olmuştur yanlış hüküm nedeniyle ve kaç kişi daha helak olacaktır (aynı
sebepten)! Firavun, Musa ve İsrail kavmine dinsizler hükmünü verdi; Saul
Davud’un ölüme lâyık olduğuna hükmetti; Ahab İlya’yı yargıladı, Buhtunnâsır ise
yalancı tanrılarına tapınmayan üç çocuğu (yargıladı). îki büyükler Susanna’yı
yargıladılar ve bütün puta tapıcı reisler peygamberleri yargıladılar. Ah,
Allah’ın azametli hükmü! Yargılayan helak olur, yargılanan kurtulur. Ve, ey
insan, aceleyle değilse, neden suçsuz aleyhinde hükmederler? iyilerin yanlış
hüküm vermeleri nedeniyle nasıl helake yaklaştıklarını, kendini Mısırlılara
satan Yusuf’un kardeşleri ve kardeşlerini yargılayan Harun ve Musa’nın kız
kardeşi Miriyam gösteriyor. Eyüb’ün üç arkadaşı, suçsuz arkadaşları Eyub’u
yargıladılar. Davud Mefibeset ve Uriyah’ı yargıladı. Sirus Danyal’ın aslanlara
et olmasını hükmetti ve daha pek çokları aynı sebepten helak olmaya
yaklaştılar. Bu nedenle size diyorum, yargılamayın ki, yargılanmayasınız.” Ve
sonra, İsa bu konuşmasını bitirince, pek çokları hemen tövbeye gelip,
günahlarına ağladılar ve onunla gelmek için her şeylerinden seve seve vaz
geçeceklerdi. Fakat İsa dedi: “Evlerinizde kalın ve günahı bırakıp, korkarak
Allah’a kulluk edin; böylece kurtulursunuz; çünkü ben kendime hizmet edilsin
diye değil, aksine, hizmet etmek için geldim.”
Ve İsa bunu deyip, havradan ve şehirden çıkarak,
ibadet.etmek için çöle çekildi; çünkü o yalnızlığı (ve tenhayı) çok seviyordu.
51.
Rabb’e ibadet ettiğinde havarileri gelip dediler: “Ey muallim, bilmek
(istediğimiz) iki şey var: Biri, tevbekâr değildir dediğiniz şeytan’la nasıl
konuştuğunuz; diğeri de, Hüküm Günü’nde Allah hükmetmek için nasıl gelecektir?”
İsa cevap verdi: “Bakın, söylüyorum size, düştüğünü bildiğimden şeytan’a
karşı merhametim vardı ve günaha ittiği insan cinsine karşı da merhametim vardı.
Bu nedenle, Allah’ımız için namaz kılıp oruç tuttum
ve O bana meleği Cebrail aracılığıyla dedi, “Ne ararsın ey İsa, istediğin
nedir?” Cevap verdim: “Rabb (im) / şeytan’ın ne şerlere neden olduğunu ve onun
iğvalarıyla pek çoklarının helâke sürüklendiğini bilirsin; o, Sen’in yarattığın
bir yaratığındır Rabb (im), bu nedenle Rabb (im) O’na merhamet et.”
Allah cevap verdi: “İsa, bak O’nu bağışlayacağım. Yalnızca O’na, “Rabb (im)
Allah, ben günah işledim, bana merhamet et” dedirt, o zaman O’nu bağışlayacak
ve ilk durumuna iade edeceğim.”
“Bu barışı çoktan gerçekleştirdiğime inanarak, çok sevindim” dedi İsa.
“Bu nedenle şeytan’ı çağırdım ve gelip dedi: Senin için ne yapmam gerek ey
İsa?”
Cevap verdim: “Kendin için yapacaksın, ey şeytan; çünkü senin hizmetlerini
sevmiyorum, ama seni iyiliğin için çağırdım.”
şeytan cevapladı: “Sen benim hizmetlerimi arzulamıyorsan, ben de
seninkileri arzulamıyorum; çünkü ben senden daha soyluyum,” bu bakımdan, sen
bana hizmet edecek değerde değilsin sen çamursun, halbuki ben ruhum.”
“Bunu bırakalım” dedim, “ve söyle bana, ilk güzelliğine ve ilk durumuna
dönmen iyi olmaz mı? Melek Mikâil’in Hüküm Günü’nde sana Allah’ın kılıcıyla yüz
bin defa vurması gerektiğini, (vuracağını) ve her vuruşun sana on cehennem
azabı vereceğini bilmelisin.”
şeytan cevapladı: “O gün kimin daha çok şey yapabileceğini göreceğiz; ben
kesinlikle yanıma pek çok melek ye Allah’ı taciz edecek en güçlü puta
tapıcıları alacağım ve O, pis bir çamur (parçası) uğruna beni sürgün etmekle ne
büyük bir hata işlemiş olduğunu bilecektir.”
Sonra dedim: “Ey şeytan, sen zihnen sakatsın ve ne dediğini bilmiyorsun.”
Sonra, şeytan alay eder biçimde başını sallayarak dedi: “Gel şimdi, benimle
Allah arasında bu barışı yapalım; sen madem zihnen sağlamsın, ne yapılması
gerekiyor söyle ey İsa.”
Cevap verdim: “Yalnızca iki sözün söylenmesi gerekli.”
şeytan cevapladı: “Hangi sözlerin?”
Cevap verdim: “Şunlar: Günah işledim; bana merhamet et.”
Sonra şeytan dedi: “Eğer Allah bu sözleri bana söyleyecek olursa, ben şimdi
bu barışı seve seve yapacağım.”
“Şimdi defol buradan” dedim, “Ey mel’un, sen bütün zulüm ve günahların
habis yazarısın, fakat Allah, adil ve günahsızdır.”
şeytan çığlık atarak ayrıldı ve dedi: “Öyle değil ey İsa, ama sen Allah’ı
memnun etmek için yalan söylüyorsun.”
“Şimdi zihninizde tartın (bakalım)” dedi İsa havarilerine, “o nasıl
merhamet görecek?”
Cevap verdiler: “Asla, Rab; çünkü o tevbekâr değildir. Şimdi de bize
Allah’ın hükmünden söz edin.”
Barnaba İncili, 52-58. Bölüm
52. Kıyametin Kopuşu
“Allah’ın Hüküm Günü öylesine korkunç olacaktır ki, bakın size söylüyorum, günahkârlar, Allah’ın kendilerine kızgın kızgın konuşmasını, duymaktansa, hemen on cehennemi seçeceklerdir. Onlara karşı bütün yaratıklar şahitlik edecektir. Bakın, size diyorum ki, yalnızca günahkârlar korkmakla kalmayacak, Allah’ın seçilmiş (kulları) ve velîler (korkacak), öyle ki, İbrahim takvasına güvenmeyecek, Eyüp günahsızlığına güvenmeyecek. Ve, ne diyorum? Allah’ın Elçisi bile korkacak, şu sebepten ki, Allah, ululuğunu bildirmek için, Allah’ın kendisine her şeyi nasıl vermiş olduğunu hatırlamasın diye Elçisini hafızadan yoksun bırakacak. Bakın, size diyorum ki, bütün kalbimle söylüyorum, dünya (dakiler) bana tanrı diyeceklerinden ve bundan dolayı açıklamada bulunmam gerekeceğinden ben titriyorum. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, ben de diğer insanlar gibi ölümlü bir insanım; Allah beni, hastalar şifa bulsun, günahkârlar doğrulsun diye İsrail ailesi üzerine peygamber yapmışsa da, ben Allah’ın kuluyum ve siz, benim dünyadan ayrılmamdan sonra, şeytan’ın çalışmalarıyla benim kitabımdaki gerçeği iptal edecek olan şu habislere karşı nasıl konuştuğuma şahitsiniz. Fakat, ben sonlara doğru döneceğim ve benimle birlikte Enoh’la İlya da gelecek ve sonları meş’um olacak habisler karşısında delil ve şahit olacağız.” Ve, İsa böyle deyip, göz yaşı döktü, bunun üzerine havariler hüngür hüngür ağlayıp, seslerini yükselterek dediler: “Bağışla ey Rabb (imiz) Allah ve suçsuz kuluna merhamet et.” İsa karşılık verdi: “Amin, Amin.”
53.
“Bu günden önce” dedi İsa, “dünyanın üzerine büyük bir belâ gelecektir;
öylesine amansız ve acımasız bir savaş olacak ki, insanlar arasındaki ayrılık
ve gruplaşmalar nedeniyle; baba, oğulu öldürecek; oğul, babayı öldürecektir. Bu
şekilde şehirler yerle bir edilecek ve kırlar çöl olacaktır. Öylesine salgın
hastalıklar baş gösterecek ki, ölüleri taşıyacak kimse bulunmayacak ve
hayvanlara yem olsun diye terk edilecekler. Yeryüzünde kalanlara Allah öylesine
bir kıtlık gönderecek ki, ekmek altından daha kıymetli olacak ve her türlü pis
şeyleri yiyecekler. Ey, hiç kimseden, “günah işledim, bana merhamet et ey Allah
(im)” sözünün duyulmayacağı, fakat, korkunç seslerle, her zaman azametli ve
Sübhan olan (Allah’a) küfredileceği zavallı çağ!”
“Bundan sonra, o gün yaklaşırken, yeryüzünün sakinleri üzerine, on beş gün
süreyle her gün korkunç bir işaret gelecek. İlk gün, güneş gökteki yörüngesinde
ışıksız, fakat kumaş boyası gibi siyah olarak seyredecek ve bir babanın ölmekte
olan oğluna ah-vah ettiği gibi, ah-vah edecek. İkinci gün, ay kana dönecek ve
kan yeryüzüne çığ gibi inecek. 3. gün, yıldızların düşman orduları gibi,
aralarında savaştıkları görülecek. 4. gün, taşlar ve kayalar, vahşî düşmanlar
gibi birbirleri üzerine hücum edecekler. Beşinci gün, her bitki ve ot kan
ağlayacak. Altıncı gün, deniz (ler) yüz elli gez (kadar) yükselip, bütün gün
öyle duvar gibi kalacaklar. Yedinci gün, tersine pek az görülebilecek kadar
derine batacaklar. Sekizinci gün, kuşlarla yeryüzünün ve suların hayvanları bir
araya gelip, feryat ve figan edecekler. Dokuzuncu gün, öylesine korkunç bir
dolu fırtınası olacak ki, ancak canlıların onda biri kalacak şekilde her şeyi
öldürecek.-Onuncu gün, öylesine korkunç yıldırımlar ve gök gürlemeleri meydana
gelecek ki, dağların üçte bir parçası yarılıp kavrulacak. On birinci gün, her
ırmak geriye doğru akacak ve su yerine kan akıtacak. On ikinci gün, her canlı
figan edip, inleyecek. On üçüncü gün, gök kitap gibi dürülecek ve her canlının
ölmesi için ateş yağdıracak. On dördüncü gün, öylesine korkunç bir deprem
olacak ki, dağların tepeleri kuşlar gibi havada uçuşacak ve bütün yeryüzü bir
ova haline gelecek. On beşinci gün, kutsal melekler ölecek ve Allah tek başına
hayatta kalacak şan, şeref ve azamet O’nundur.”
Ve İsa böyle deyip, her iki eliyle yüzünü tokatladı ve başını yere vurdu.
Ve, başını kaldırıp, dedi: “Benim sözlerime, benim Allah’ın oğlu olduğumu
katanlara lanet olsun.” Bu sözler üzerine havariler ölüler gibi yere
kapandılar, bunun üzerine İsa onları kaldırıp, dedi: “O günde korkuya kapılmak
istemiyorsak, şimdi Allah’tan korkalım.”
54. Hüküm Günü
“Bu işaretler geçince, dünya üzerine kırk gün karanlık olacak, yalnızca
yaşayan Allah’tır (o gün), şan ve azamet ebediyyen O’nadır. Kırk gün geçince
Allah, tekrar güneş gibi, fakat bin güneş kadar parlak kalkacak olan Elçisi’ne
hayat verecek. O, oturacak ve konuşmayacak; çünkü kendinden geçmiş gibi olacak.
Allah, sevdiği dört meleği yeniden diriltecek ve onlar Allah’ın elçisini
arayacak. Bulunca da, kendisine göz kulak olmak için (bulunduğu yerin) dört
yanına yerleşecekler. Ardından, Allah tüm meleklere hayat verecek ve Allah’ın
Elçisinin çevresinde arılar gibi dönerek gelecekler. Bundan sonra, Allah tüm
peygamberlerine hayat verecek ve Adem’in ardından hepsi Allah’ın Elçisi’nin
elini öpmeye gidecek ve kendilerini O’nun himayesine bırakacaklar. Sonra, Allah
tüm seçkin (kullarına) hayat verecek ve (şöyle) bağıracaklar: “Ey Muhammed,
bizi hatırından çıkarma!” Bu bağrışmalar üzerine Allah’ın elçisinde acıma
duygusu uyanacak ve kurtuluşları için endişelenecek, ne yapması gerektiğini
düşünecek. Bunun ardından, Allah her yaratılmışa hayat verecek ve önceki
varlıklarına dönecekler, fakat herkes, ayrıca konuşma gücüne sahip olacak.
Sonra, Allah tüm günahkârlara (fâsık, fâcir, kâfir, münafık) hayat verecek, yeniden
dirildiklerinde çirkinliklerine bakarak, Allah’ın tüm yaratıkları bağıracaklar:
“Rahmetin bizi bırakmasın, ey Allah’ımız Rabb.” Bunun ardından, Allah şeytan’ı
diriltecek ve onu görünce, görünümünün iğrençliğinden korkarak, her yaratık ölü
gibi olacak. “Allah razı olsun ki” dedi İsa, “bu canavarı ben o gün görmem,
yalnızca Allah’ın Elçisi bu tür şekillerden korkuya kapılmayacak; çünkü O
sadece Allah’tan korkacak.”
Sonra, surunun sesiyle herkesin dirileceği melek, suruna yeniden üfürüp,
diyecek: “Hüküme gelin ey yaratıklar; çünkü Yaratıcı’nız sizi yargılamak
diliyor!” Ardından, göğün ortasında, Yehoşafat vadisi üzerinde ışıldayan bir
taht belirecek ve üzerine beyaz bir bulut gelecek, bunun üzerine melekler
bağıracaklar: “Sen, bizi yaratan ve bizi şeytan’ın kaydırmasından koruyan
Allah’ımızı tesbih ve ta’zim ederiz.” Sonra, Allah’ın elçisi korkacak, şu
sebepten ki, kimsenin gerektiği kadar Allah’ı sevmemiş olduğunu algılayacak.
Çünkü, karşılığında bir parça altın alacak olanın altmış akçesi olmalı; öyle de,
eğer bir akçeden başka bir şey yoksa, karşılığında bir şey alamayacaktır. Ya,
Allah’ın Elçisi de korkacak olursa, kötülük ve pislik dolu dinsizler ne
yapacak?”
55.
“Allah’ın Elçisi tüm peygamberleri toplamaya çıkacak, onlarla konuşup,
kendilerinden mü’minler için birlikte Allah’a yalvarmaya gitmelerini rica
edecek. Ve, hepsi de korkuyla özür dileyecek; Allah sağ ve diridir ki, bildiğim
şeyi bilerek ben de gitmeyeceğim. Sonra Allah bu durumu görüp, Elçisi’ne her
şeyi nasıl O’nun sevgisi için yarattığını hatırlatacak ve böylece korkusu
gidecek ve melekler, “Ey Allah, Allah’ımız, Senin kutsal adını tesbih ederiz”
diye söyleşirken, sevgi ve saygıyla tahta yaklaşacak.”
“Ve, tahta yaklaştığında, Allah Elçisi’ne, uzun zamandır bir araya gelmemiş
bir dostun bir dosta (açtığı) gibi açacak. İlk konuşan Allah’ın elçisi olacak
ve diyecek; “Ey Allah’ım, seni seviyor ve sana ibadet ediyorum; bütün kalbim ve
ruhumla, beni kulun olarak yaratmak lûtfunda bulunduğun ve her şeyde, her şey
için ve her şeyin üstünde seni seveyim diye her şeyi benim sevgim için
yarattığından dolayı sana hamd ederim; bu bakımdan, bütün yaratıkların Sana
sena etsinler, ey Allah’ım.” Sonra, Allah’ın yarattığı her şey diyecek: “Sana
hamd ederiz ey Rabb ve kutsal adını tesbih ederiz.” Bakın, size diyorum ki,
şeytan’la birlikte cinler ve tövbe etmeyenler o zaman öyle ağlayacaklar ki, her
birinin gözlerinden akan su, Erden ırmağının suyundan daha çok olacak ve
Allah’ı da görmeyecekler.
“Ve, Allah Elçisi’ne konuşarak, diyecek: “Hoş geldin, ey benim imanlı
kulum; şimdi ne dilersen iste benden; çünkü her şeyi elde edeceksin.”
Allah’ın Elçisi cevap verecek; *Ey Rabb (im), hatırlıyorum ki, beni
yarattığın zaman, benim sevgim için, ben kulun aracılığıyla Seni yüceltsinler
diye dünyayı ve cenneti, melekleri ve insanları yaratmak istediğini
söylemiştin. Bu bakımdan rahîm ve adil olan Rabb (im) Allah, sana, kuluna
yapılan vaadi hatırlaman için yalvarıyorum.”
Ve Allah, dostuyla şakalaşan bir dost gibi cevap verecek ve diyecek: “Buna
şahitlerin var mı dostum Muhammed?” Ve, o saygıyla diyecek: “Evet Rabb (im).”
Sonra, Allah cevap verecek, “Git, çağır onları ey Cebrail.” Melek Cebrail
Allah’ın Elçisi’ne gelip, diyecek : “Efendi, şahitlerin kimdir?” Allah’ın
Elçisi cevap verecek: “Adem, İbrahim, İsmail, Musa, Davud ve Meryem oğlu İsa.”
Sonra, melek gidecek ve adı geçen şahitleri çağıracak, korkuyla oraya
gidecekler. Ve, hazır olduklarında, Allah onlara diyecek; “Elçimin iddia ettiği
şeyi hatırlıyor musunuz?” Cevap verecekler; “Hangi şeyi ey Rabb (imiz)?” Allah
diyecek: “Bütün şeyler kendi aracılığıyla bana sena etsinler diye, her şeyi
O’nun sevgisi için yarattığımı.” Sonra, onların hepsi cevap verecekler:
“Bizimle birlikte, bizden daha iyi üç şahit daha var, Rabb (imiz).” Bunun
üzerine, Allah cevaplayacak : “Kimlerdir bu üç şahit?” Sonra, Musa diyecek :
“Bana verdiğin kitap ilkidir” ve Davud diyecek: “Bana verdiğin kitap
ikincisidir” ve size konuşan diyecek : “Rabb (im), şeytan tarafından aldatılan
tüm dünya, benim senin oğlun ve yoldaşın olduğumu söyledi ve fakat, bana verdiğin
kitap, gerçekte benim senin kulun olduğumu söylüyordu ve bu kitap, “Bana
verdiğin kitap da böyle der, ey Rabb (im).” Ve, Allah’ın Elçisi bunu söyleyince
Allah konuşup, diyecek: “Şimdi yapmış olduğum şeylerin hepsini herkesin seni ne
kadar çok sevdiğimi bilmesi için yaptım.” Ve, böyle konuştuktan sonra, Allah
Elçisine, içinde bütün seçilmiş kul (ların) adı yazılan bir kitap verecek.
Bunun üzerine, her yaratık Allah’a saygı gösterisinde bulunup, diyecek:
“Yalnızca Sanadır, ey Allah (imiz) şan ve izzet. Çünkü bize Elçi’ni Sen
gönderdin.”
56.”Ey Rabb Allah, Bizi De Şu Toprağa İade Et!”
Allah, Elçisi’nin elindeki kitabı açacak ve Elçisi oradan okuyup, tüm
melekleri, peygamberleri ve seçilmiş (kul)ları çağıracak ve her birinin alnında
Allah’ın Elçisi’nin işareti yazılı olacak ve kitapta Cennet’in ihtişamı
yazılacak.
Sonra, herkes Allah’ın sağına geçecek; (Allah’ın) yanına elçisi oturacak ve
peygamberler O’nun yanına oturacaklar. Evliya peygamberlerin yanına
oturacaklar. Asfiya velîlerin yanına (oturacak) ve melek sura üfürüp, şeytan’ı
mahkemeye çağıracak.
57.
Sonra, bu zavallı (yaratık) gelecek ve en büyük küfür ve hakaretlerle her yaratık tarafından suçlanacak Bu nedenle, Allah melek Mikâil’i çağıracak, o da Allah’ın kılıcıyla (şeytan’a) yüz bin defa vuracak. Şeytan’a vuracak ve her vuruş on Cehennem ağırlığında olup, (şeytan) Cehennem çukuruna atılanların da ilki olacak. Melek, şeytan’ın yoldaşlarını çağıracak ve onlar da aynı şekilde suçlanıp, hakarete uğrayacaklar. Bunun üzerine, melek Mikâil, Allah’tan aldığı yetkiyle bir kısmına yüz defa, bir kısmına elli, bir kısmına yirmi, bir kısmına on, bir kısmına da beş (defa) vuracak. Ve, sonra hepsi çukura inecekler; çünkü, Allah onlara diyecek: “Cehennem sizin mekânınızdır, ey mel’unlar.”
Bundan sonra, mahkemeye tüm kâfirler ve fâsıklar çağırılacak, bunlara karşı
önce insanın altındaki yaratıklar çıkacak ve Allah’ın önünde, bu insanlara
nasıl hizmet ettiklerini ve bunların Allah’a ve yaratıklarına nasıl rezilce
davrandıklarını (anlatıp), tanıklık edecekler ve peygamberlerin hepsi kalkıp,
aleyhlerinde tanıklık edecek. Bunun üzerine, Allah tarafından cehennemi
alevlere mahkûm edilecekler. Bakın, size diyorum ki, bu korkunç günde hiçbir
boş söz ya da düşünce cezasız kalmayacak. Bakın, size söylüyorum ki, at kılından
gömlek güneş gibi parlayacak ve kişinin Allah aşkıyla taşıdığı her bit inciye
dönüşecek. Gerçek yoksulluk içinde Allah’a yürekten kulluk eden fakirler iki
kat, üç kat daha çok kutsanır. Çünkü onlar bu dünyada dünyevî hazlardan
yoksundurlar ve bu nedenle pek çok günahlardan da azadedirler; o günde de,
dünyanın zenginliklerini nasıl harcadıkları konusunda hesap vermek zorunda
kalmayacaklar, tersine, sabırları ve yoksullukları nedeniyle
ödüllendirilecekler. Bakın, size diyorum ki, eğer dünya bunu bilse, kaftandan
önce at kılından gömleği, altından önce bitleri (ve) ziyafetlerden önce
oruçları seçer.
Her şey incelendiğinde Allah, Elçisi’ne seslenerek: “Bak, ey dostum,
kötülükleri ne kadar da büyük, halbuki, yaratıcıları olan Ben, tüm yaratılmış
şeyleri hizmetlerine verdim ve onlar her şeyde şanımı kırmaya çalıştılar. Bu
nedenle, en adaletli şey, onlara merhamet etmememdir.”
Ve o bu sözleri söyledikten sonra, tüm melekler ve peygamberler Allah’ın
seçilmişleriyle birlikte —hayır, neden seçilmişler diyorum?— bakın, size
söylüyorum ki, örümcekler ve sinekler, taşlar ve kumlar dinsizlere karşı
haykıracak ve adalet isteyecekler.
Sonra, Allah insanın altındaki tüm canlı ruhları yeniden toprak edecek ve
dinsizleri de cehenneme gönderecek. Giderlerken, köpeklerin, atların ve diğer
çirkin hayvanların katılacakları toprağı tekrar görecekler. Bunun üzerine,
diyecekler: “Ey Rabb Allah, bizi de şu toprağa iade et.” Fakat bu istekleri
kendilerine bahşedilmeyecek.”
58. İsa konuşurken havariler acı acı ağlıyorlardı. Ve, İsa da pek çok gözyaşı döktü.
Yuhanna ağlamasını bitirip sordu: “Ey muallim” öğrenmek istediğimiz iki şey var. Biri, merhamet ve acıma dolu olan Allah’ın Elçisi’nin kendisi gibi aynı çamurdan olduklarını bildiği halde, o gün tövbesizlere acımaması nasıl mümkün oluyor? Diğeri, Mikâil’in kılıcının on cehennem ağırlığında olmasını nasıl anlayacağız; sonra, birden fazla cehennem var mıdır? İsa cevap verdi: “Davud Peygamber’in, günahkârların helakine adaletli olanların nasıl güleceği ve, “ümidini gücüne ve zenginliğine bağlayıp Allah’ı unutan insanı gördüm” diyerek alay edeceğiyle ilgili sözlerini duymadınız mı? Bu bakımdan, bakın size diyorum ki, İbrahim babasıyla ve Adem tüm tövbesiz günahkârlarla alay edecek ve bu olacak; çünkü, seçilmişler yeniden öylesine tam ve Allah’a müttefik olarak doğacaklar ki, zihinlerinde Allah’ın adaletine karşı en ufak bir düşünce beslemeyecekler; bu nedenle, hepsi ve hepsinin üstünde Allah’ın Elçisi adalet isteyecek. Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, ben şimdi insanlığa acıyarak ağlıyorum da, o gün, sözlerimi küçümseyenlere ve hepsinden çok kitabımı kirletenlere karşı acımadan adalet isteyeceğim.”
Barnaba İncili, 59-71. Bölüm
59. Cehennemin Mahiyeti
“Cehennem birdir ey havarilerim ve içinde melunlar ebediyyen ceza çekeceklerdir.
Böyle de, biri diğerinden daha derin yedi odası ya da bölümü vardır ve en
derinine giden daha büyük azap çekecektir. Yine, benim Mikâil’in kılıcıyla
ilgili sözlerim de doğrudur. Çünkü, bir günah işleyen bir cehennemi hak eder,
iki günah işleyen iki cehennemi hak eder. Bu bakımdan, bir cehennemde günahkâr
mel’unlar, on, yüz ya da bin cehennemde azap çekiyormuş hissi duyacaklardır ve
Kadîri Mutlak Allah, gücü ve adaleti sebebiyle, Şeytan’a on, yüz, bin (bir
milyon) cehennemdeymiş gibi ve geri kalanların her birine de kötülüklerine göre
azap çektirecektir.”
Sonra Petrus karşılık verdi: “Ey muallim, gerçekten Allah’ın adaleti
büyüktür ve bugün bu konuşma sizi üzdü; bu nedenle, sizden rica ediyoruz,
dinlenin ve cehennemin nasıl olduğunu bize yarın anlatın.”
İsa cevap verdi: “Ey Petrus, bana dinlenmemi söylersin; Ey Petrus, sen ne
dediğini bilmiyorsun. Yoksa böyle konuşmazdın. Bakın, sana diyorum ki, bu dünya
hayatında dinlenmek dindarlığın zehri ve her iyi işi tüketen (bir) ateştir.
Hem, Allah’ın peygamberi Süleyman’ın bütün peygamberler gibi, üşengeçliği
eleştirdiğini unuttun mu? (Ne kadar) doğru söylüyor o; “Haylaz, soğuk
korkusuyla toprağı işlemeyecek ve yaz gelince dilenecektir!” Bundan dolayı,
dedi: “Elinden ne geliyorsa, hepsini dinlenmeden yap.” Ve, Allah’ın en suçsuz
dostu Eyüp ne diyor: “Kuşun uçmak için doğduğu gibi, insan da çalışmak için
doğmuştur.” Bakın, size diyorum ki, her şeyden çok dinlenmekten nefret ederim.”
60.
“Cehennem birdir ve kış yazın, soğuk da sıcağın zıddı olduğu gibi, o da Cennet’in
zıddıdır. Bu bakımdan, Cehennem’in alçaklığını tanımlayan, Allah’ın
nimetlerinin Cennet’ini görmüş olmalıdır.
Ve, sonra İsa ağlatan bir inilti koyvererek, dedi: -“Cidden, hiç
şekillenmemiş olmak, böylesine dehşetli işkencelerden daha iyi olurdu. Çünkü,
vücudunun her yanında işkenceler çeken ve kendisine merhamet gösterecek olması
şöyle dursun, herkes tarafından alay edilen bir insan düşünün; söyleyin bana,
bu büyük bir azap olmaz mı?”
Havariler cevap verdiler: “En büyüğü.”
Sonra İsa dedi: “Şimdi bu cehenneme (oranla) bir sevinçtir. Size gerçekten
diyorum ki, eğer Allah, tüm insanların bu dünyada çektikleri ve Hüküm Günü’ne
kadar çekecekleri azabı bir kefeye ve cehennem azabının tek bir saatini da öbür
kefeye koysa, fâsık ve fâcirler kuşkusuz bu dünyanın acılarını seçerler. Çünkü,
dünyanın acıları, insanların elinden gelirken, diğer (acılar) merhamet nedir
bilmeyen cinlerin (zebanilerin?) elinden gelir (çekilir). Ne zalim (bir) ateş
verecektir onlar zavallı günahkârlara! Ne acı, ama yine de alevleri
hafifletmeyecek olan (bir) soğuk! Ne gıcırdayan dişler, hıçkırıklar ve
ağlamalar! Öyle ki, Erden (Irmağı’n)ın suyu, onların gözlerinden her saniye
dökülecek yaşlardan daha azdır. Ve, burada dilleri, anneleri, babaları ve ebedi
Sübhan olan Yaratıcılarıyla birlikte yaratılmış her şeye lanet okuyacaktır.”
61.
İsa böyle deyip, Musa’nın kitabında yazılı olan Allah’ın kanununa göre
havarileriyle birlikte yıkandı ve sonra namaz kıldılar. Ve, onu
böyle üzgün gören havariler kendisiyle o gün hiç konuşmadılar, her biri, onun
sözleri üzerine dehşetten dona kalmıştı.
“Ölçülemez (derecede) olacaktır” dedi havariler.
62.
Sonra İsa dedi: “îyi yaşayacak olan, dükkânını kilitleyip, onu gece gündüz büyük bir dikkatle koruyan tüccardan örnek almalıdır. Ve, aldığı şeyleri satarak kâr etmek isteyecektir; çünkü bu şekilde kaybedeceğini sezerse, kendi kardeşine bile satmayacaktır. Öyleyse sizin de böyle yapmanız gerekir. Çünkü, gerçekten ruhunuz bir tüccardır, beden ise dükkândır; bu bakımdan, duyular yoluyla dışından aldığını, (ruhuyla) alır, satar ve para sevgidir. Bakın bakayım, sevginizi vererek kendisiyle kâr edemeyeceğiniz en küçük bir düşünceyi alıp satmazsınız. Ama, düşünce, söz, iş tümüyle Allah’ın sevgisi için olmalı,- çünkü, (ancak) bu şekilde o gün emniyette olursunuz. Bakın, size diyorum ki, pek çokları abdest alıp namaza gider, pek çokları oruç tutup zekât verir, pek çokları ilimle uğraşır ve başkalarına vaaz verir, (ama) hepsinin sonu Allah katında kötüdür; çünkü, bedeni temizlerler, kalbi değil; ağızla ağlarlar, kalple değil; etlerden uzak dururlar, kendilerini günahlarla doyururlar; kendilerine iyi densin diye, başkalarına kendileri için iyi olmayan şeyler verirler; işe yarasın diye değil, konuşmayı bilmek için ilimle uğraşırlar. Kendilerinin tersini yaptıkları şeyleri başkalarına öğütlerler. Ve, böylece kendi dilleriyle kendilerini mahkûm ederler. Allah, sağ ve diridir ki, bunlar Allah’ı kalpleriyle tanımazlar; çünkü, tanımış olsalardı severlerdi ve insan madem ki sahip olduğu her şeyi Allah’tan almıştır, Öyle de, her şeyi Allah’ın sevgisi uğrunda harcamalıdır.”
63.
Birkaç gün sonra, İsa Samirîlerin bir şehrine uğradı; (fakat) kendisini
şehre almadıkları gibi, havarilerine ekmek de satmak istemediler. Bunun üzerine
Yakup ve Yuhanna dediler: “Muallim, razı olur musun ki, Allah’a dua edelim de,
gökten bu insanların üzerine ateş indirsin?”
İsa cevap verdi: “Hangi ruhun sizi çektiğini bilmiyorsunuz da, böyle
konuşuyorsunuz. Hatırlayın ki,
Allah, içinde Allah’tan korkan kimse görmediğinden Ninova’yı yıkmaya karar
vermişti. Burası, öylesine kötüydü ki, Allah Yunus peygamberi bu şehre
göndermek üzere çağırdı. O da halktan korkusundan Tarsus’a kaçmak istedi. Bunun
üzerine Allah O’nu denize attı ve bir balığa yakalanıp, Ninova yakınıra
fırlatıldı. Ve, orada tebliğde bulundu, insanlar tövbeye geldiler ve Allah da
kendilerine acıdı,”
“Öç için çağıranlara yazıklar olsun çünkü her insanın içinde Allah’ın öcünü
çekecek bir neden bulunduğundan, (çağırdıkları) başlarına gelecektir. Şimdi
söyleyin bana, bu şehri bu insanlarla birlikte siz mi yarattınız? Ey siz
deliler, emin olun ki hayır. Çünkü tüm yaratıklar bir araya gelse, hiç yoktan yeni
tek bir sinek yaratamazlar. Eğer, bu şehri yaratmış olan Sübhan ve Azim Allah
şimdi onu yaşatıyorsa, siz hangi nedenle onu yıkmayı arzularsınız? Neden şöyle
demediniz? “Razı olur musun ki muallim Allah’ımız Rabb’e dua edelim de, bu
insanlar tövbeye gelsinler?” Kesinlikle, benim havarimin (yapacağı) doğru
hareket budur. Kötülük yapanlar için Allah’a dua etmektir. Habil, Allah’ın
lanetine uğrayan kardeşi Kabil kendisini öldürürken böyle yaptı. İbrahim,
karısını kendisinden alan Firavun için de böyle yaptı ve bunun üzerine Allah’ın
meleği (Firavun’u) öldürmedi de, vurup sakatladı. Dinsiz kralın iradesiyle
mabette öldürülürken, Zekeriyya da böyle yaptı. Allah’ın tüm dostları ve kutsal
peygamberlerle birlikte, Yeremya, İşaya, Hezekiel, Danyal ve Davud böyle yaptılar.
Söyleyin bana, eğer bir kardeş çıldırmışsa, kötü konuştu ve yanına varanlara
vurdu diye onu öldürür müsünüz? Kesinlikle, böyle yapmayacaksınız, bilakis,
sakatlığına iyi gelecek ilaçlarla onu sıhhatine kavuşturmaya çalışacaksınız.”
64.
“Ruhum huzurunda duran Allah sağ ve diridir ki, bir günahkâr herhangi bir
insana eziyet ederken, sağlam bir zihne sahip değildir; çünkü, söyleyin bana,
düşmanının cübbesini yırtma uğruna başını kıracak bir kimse var mıdır? Şimdi,
düşmanının bedenini incitmek için kendini Allah’tan, ruhunun başından ayıran
kişinin nasıl salim bir zihni olabilir?
“Söyle bana ey insan, düşman kimdir? Kesinlikle bedeniniz ve sizi öven
herkes. Bu nedenle, eğer sıhhatli bir zihne sahipseniz, sizi kötüleyenlerin
ellerini öper ve size eziyet edenlere ve vurup duranlara hediyeler verirsiniz;
çünkü, ey insan; çünkü, bu hayatta günahlarınızdan dolayı ne kadar kötülenir ve
eziyet çekerseniz, Hüküm Günü’nde o kadar az (kötülenip, eziyet çekeceksiniz).
Fakat, söyle bana ey insan, eğer veliler ve Allah’ın peygamberleri, masum
olmalarına rağmen eziyet çekmiş ve dünya tarafından lekelenmişlerse, ey
günahkâr, sana yapılacak olan nedir ve onlar kendilerine eziyet edenler için
dua edip, tüm sabırlarıyla tahammül göstermişlerse, senin ne yapman gerekir, ey
Cehennem’e lâyık olan insan? Söyleyin bana ey havarilerim, Şimei’nin Allah’ın
kulu Davud Peygamber’e hakaretler edip, taşladığını bilmiyor musunuz? Öyleyken,
Şimei’yi seve seve öldürecek olanlara Davud ne dedi?” Sana ne oluyor ki ey
Yoab, Şimei’yi öldürmek istiyorsun? Bırak, bana hakaretler etsin o; çünkü bu, o
hakaretleri nimete çevirecek olan Allah’ın iradesidir.” Ve, böyle oldu; Allah
Davud’un sabrını gördü ve onu kendi oğlu Absalom’un zulmünden kurtardı.
İki havari cevap verdi: “Rab, biz günaha girdik, Allah bize merhamet
etsin.”
Ve İsa cevap verdi: “Amin.”
65.
Fısıh bayramı yaklaştı ve İsa havarileriyle birlikte Kudüs’e gitti. Ve, “Probatika” denilen havuza vardı. Ve, her gün Allah’ın meleği havuzu bulandırdığından ve suya ilk giren (suyun) hareketinden sonra her türlü noksanlıktan kurtulduğu için banyoya böyle denirdi. Bu nedenle, beş çatılı bölmesi olan havuzun yanında çok sayıda hasta kalırdı. Ve, İsa orada otuz sekiz yıl bulunan, azap verici bir sakatlıkla ma’lûl güçsüz bir adam gördü. Bunun üzerine, durumu İlâhî ilhamla bilen İsa hasta adama acıdı ve şöyle dedi: iyi olmak ister misin?”
Güçsüz adam cevap verdi: “Rab, melek suyu bulatınca beni içine itecek
kimsem olmuyor, fakat ben gelirken de, bir başkası benden önce inip oraya
giriyor.”
Sonra, İsa gözlerini gök yüzüne kaldırıp, dedi: “Allah’ımız Rabb,
babalarımızın Allah’ı, bu güçsüz adama merhamet et.”
Ve, bunu dedikten sonra İsa (yine) dedi: “Allah’ın adıyla kardeş, bütün ol;
kalk ve yatağını al.”
Sonra, güçsüz adam kalktı, Allah’a hamd ederek yatağını omuzlarına koydu ve
Allah’a hamd ederek evine gitti.
Onu görenler bağırdılar: “Bugün yedinci gündür; yatağını taşıma meşru
değildir.”
Sonra, kendisine sordular: “Kimdir o?”
O cevap verdi: “Adını bilmiyorum.”
Bunun üzerine, aralarında söyleştiler.- “Nâsıralı İsa olmalı.” Diğerleri
dedi: “Hayır; çünkü o Allah’ın kutsal bir (kul)udur, halbuki bunu yapan kötü
bir adamdır; çünkü yedinci gün (ün) yasağını çiğnemiştir.”
Ve, İsa mabede girdi ve sözlerini duymak için büyük bir kalabalık yanına
yaklaştı, bu durum karşısında, Ferisiler kıskançlıktan yanıp tutuşuyorlardı.
66.
İçlerinden biri öne gelip dedi: “îyi muallim, doğru ve güzel öğretirsin; bu
bakımdan söyle bana, Cennet’te Allah bize nasıl bir mükafat verecektir?”
İsa cevap verdi: “Sen bana iyi dersin ve yalnızca Allah’ın iyi olduğunu
bilmezsin. Allah’ın dostu Eyüp’ün sözüne (bakın) :
“Bir günlük çocuk, temiz değildir ve Allah’ın melekleri bile Allah’ın
huzurunda hatasız değildirler.” Daha da dedi:
“Beden günahı çeker ve toprağın suyu emdiği gibi kötülükleri emer.”
Bunun üzerine kafası karışan Ferisi sustu ve İsa dedi:
“Bakın, size söylüyorum ki, hiçbir şey konuşmaktan daha feci değildir.
Süleyman’ın sözüne (dikkat edin) .- “Hayat ve ölüm dilin kudreti içindedir.”
Ve, havarilerine dönüp, dedi: “Sizi kutsayanlara karşı dikkatli olun; çünkü
onlar sizi aldatmaktadırlar. Dille şeytan ilk anne babamızı kutsadı, ama
sözlerinin sonu kötü oldu. Mısır’ın önde gelenleri de aynı şekilde Firavun’u
kutsadılar, Câlut Filistinlileri kutsadı. Yine, dört yüz sahte peygamber Ahab’ı
kutsadı; ama, övgüleri yalancıktandı ki, övülen övenlerle birlikte helak olup
gitti. Bu bakımdan Allah İşaya Peygamber aracılığıyla boşuna, ‘“İnsanlarım,
sizi kutsayanlar sizi aldatırlar” dememiştir.
Yazıklar olsun size yazıcılar ve Ferisîler; yazıklar olsun size kâhinler ve
Levililer çünkü siz, Kurban kesmeye gelenleri Allah’ın bir insan gibi et
yediğine inandırarak, Rabb’ın kurbanını berbat ettiniz.”
67.
Çünkü, onlara dersiniz: “Koyun, sığır ve kuzularınızı Allah’ın mabedine
getirin ve (kendiniz) hiç yemeyip, bunları size vermiş olan Allah’a bir pay
ayırın” ve babamız İbrahim’in inancı ve itaatiyle birlikte, Allah’ın kendisine
yaptığı vaat ve verdiği nimetler hiçbir zaman unutulmasın diye, babamız
İbrahim’in oğluna bahşedilen hayata bir şahitlik olan kurbanın kökenini onlara
anlatmazsınız. Fakat, peygamber Hezekiel aracılığıyla Allah der:
“Kurbanlarınızı benden uzaklaştırın, sizin kurbanlıklarınız bana kerih
geliyor.” Allah’ın Hoşea Peygamber’e söylediği sözün olacağı vakit yaklaşıyor:
“İnsanların seçmediğine seçilmişler diyeceğim.” Ve, Hezekiel Peygamber’e de
der; “Allah insanlarıyla, babalarınıza verip de gözetmedikleri ahde göre
olmayan yeni bir ahit yapacak ve onlardan taş yürek (lerini) alıp, yeni bir yürek
verecek;- ve bütün bunlar olacaktır; çünkü siz O’nun kanununda yürümüyorsunuz.
Ve, elinizde anahtar varken açmıyorsunuz; tersine üstünde yürümek isteyenler
için yolu kapatıyorsunuz.”
Kâhin her şeyi mabedin yanında duran baş kâhine bildirmek için gidiyordu
ki, İsa dedi; “Kal; çünkü soruna cevap vereceğim.”
68.
“Allah’ın bize Cennet’te ne vereceğini size anlatmamı istersin. Bakın, size diyorum ki, ücretleri düşünenler patronu sevmezler. Önünde bir koyun sürüsü bulunan bir çoban kurdun geldiğini görünce onları korumaya hazırlanır; (ama) tersine, ücretli kurdu görünce koyunları ve sürüyü terk eder. Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, eğer babalarımızın Allah’ı sizin Allah’ınız olmuş olsaydı, “Allah bize ne verecek” diye aklınızdan geçirmezdiniz.
Tersine, Davud Peygamber’in dediği gibi derdiniz: “Bana verdiği bunca şeye karşılık ben Allah’a ne vereceğim?”
Anlayasınız diye, sözlerimi bir temsille anlatacağım. Kralın biri, yol
kenarında hırsızlar tarafından soyulup, ölme derecesinde yaralanan bir adam gördü.
Ve, ona acıyıp, bu adamı şehre götürerek (gerekli) bakımını yapmalarını
kölelerine emretti ve onlar da bunu tüm dikkatleriyle yerine getirdiler. Ve,
kral hasta adama karşı büyük bir sevgi duyup, kızını ona verdi ve varisi yaptı.
Şimdi, bu kral mutlaka en merhametli (bir kraldı); fakat, adam köleleri dövdü,
ilâçları küçümsedi, karısına kötü davrandı, kral hakkında ileri geri konuştu ve
sipahilerini ona karşı ayaklandırdı. Ve, kral herhangi bir hizmet istediğinde,
“Kral bana ödül olarak ne verecek” der dururdu. Şimdi, kral bunu işitince,
böylesine dinsiz bir adama ne yapsın?”
Hepsi (birden) cevap verdiler. “Yazıklar olsun ona, kral onu her şeyden
yoksun bırakır ve şiddetli, bir biçimde cezalandırır.” O zaman İsa dedi: “Ey
kâhinler, yazıcılar, Farisîler ve siz, benim sözümü dinleyen baş kâhin: “Size
Allah’ın, peygamberi İşaya aracılığıyla söylediğini bildiriyorum: “Ben köleleri
besledim ve yücelttim, fakat onlar beni küçümsediler.”
Kral, İsrail kavmini bu dünyada acılarla dolu bularak, onlara kulları Yusuf,
Musa ve Harun’u verip, bakımlarını yaptıran Allah’ımızdır ve Allah’ımız onlara
karşı öylesine bir sevgi duymuştur ki, İsrail kavmi uğruna Mısır’ı vurmuş,
Firavun’u boğmuş ve Kenanîlerle Medyenliler’in yüz yirmi kralını darmadağın
etmiştir; İsrail Kavmi’ne kanununu vermiş, onları insanlarımızın oturduğu
(toprakların) tümüne varis kılmıştır.
“Fakat, Îsrail Kavmi’nin yaptığı nedir? Ne kadar peygamberi öldürmüş, ne
kadar peygamberliği bozup lekelemiştir; nasıl da Allah’ın kanununu çiğnemiştir;
bu nedenle kaç tanesi Allah’tan kopup, sizin suçlarınız yüzünden ey kâhinler,
putlara kulluğa koşmuştur!
Ve, yaşama biçiminizle Allah’ın şanını nasıl da hiçe sayarsınız! Ve, (sonra
da) gelip bana sorarsınız; “Allah bize Cennet’te ne verecek” diye. Bana şöyle
sormalıydınız : “Allah’ın bize Cehennem’de vereceği ceza ne olacaktır?” Ve,
sonra da Allah’ın kendinize merhamet etmesi amacıyla gerçek tövbe için ne
yapmanız gerektiğini (sormalıydınız). Size bunu söyleyebilirim ve sizi bu
hedefe yöneltiyorum.”
69.
“Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, benden göklere çıkarma değil, gerçeği alacaksınız. Bu bakımdan size diyorum ki, babalarımızın günah işledikten sonra yaptığı gibi tövbe edip, Allah’a dönün ve kalbinizi sertleştirmeyin.”
Kâhinler bu konuşma üzerine kızgınlıktan bitip tükeniyorlardı ama, halktan korkularına tek bir ses çıkaramıyorlardı.
Ve, İsa sözlerini şöyle sürdürdü: “Ey fakihler, ey yazıcılar, ey Ferisîler,
ey kâhinler, söyleyin bana, şövalyeler gibi atlar arzular, fakat savaşa gitmeği
arzu etmezsiniz; kadınlar gibi güzel giysiler arzular, fakat eğirme ve çocuk
beslemeği arzu etmezsiniz; tarlaların meyvelerini arzular, fakat toprağı
işlemeği arzu etmezsiniz; denizin balıklarını arzular, fakat balığa girmeyi
arzu etmezsiniz; şehirliler gibi şeref arzular, fakat cumhuriyetin yükünü arzu
etmezsiniz ve kâhinler olarak onda birleri (aşarı) ve ilk (toplanan) meyveleri
arzular, fakat Allah’a gerçek kulluk etmeği arzu etmezsiniz. Böyleyken, burada
şersiz – kötülüksüz her iyiliği arzuladığınızı gören Allah ne yapacaktır size?
Bakın, size diyorum ki, Allah size, tüm iyiliklerden yoksun her türlü şerri
bulacağınız bir yer verecektir.”
Ve, İsa bunları deyince, konuşup göremeyen ve işitme gücünden yoksun bir
cin çarpmışı getirdiler kendisine. Bunun üzerine, inançlarını gören İsa
gözlerini göğe kaldırdı ve dedi:
“Babalarımızın Allah’ı Rabb, bu hasta adama merhamet et ve ona sıhhat ver
ki, bu insanlar beni Sen’in gönderdiğini bilsinler.”
Ve, İsa böyle söyleyip, ruha ayrılmasını emrederek, dedi:
“Rabbimiz Allah’ın adının gücüyle adamdan ayrıl ey şerli olan!”
Ruh ayrıldı ve dilsiz adam konuştu, gözleriyle de gördü. Bunun üzerine
herkes korkuya kapıldı, fakat yazıcılar dediler:
“Cinlerin reisi Beelzebu’nun gücüyle cinleri çıkarıp atıyor.”
O zaman İsa dedi: “İçinde ayrılık olan her ülke yok olur, ev ev üstüne
yıkılır; eğer, şeytan’ın gücüyle şeytan çıkarılıp atılıyorsa, bu ülke nasıl
ayakta duracak? Eğer, sizin oğullarınız Süleyman Peygamber’in kendilerine
verdiği kitapla şeytan’ı çıkarıp atıyorlarsa, benim şeytan’ı Allah’ın gücüyle
çıkarıp attığımı doğruluyorlar (demektir). Allah sağ ve diridir ki, Kutsal
Ruh’a karşı küfür, dünya ve Ahiret’te bağışlanmayacaktır. Çünkü, kendi kendine
kötülük eden insan, günahını bile kendini günaha sokacaktır.”
Ve, İsa bunları deyip, mabetten çıktı. Ve, halk, toplayabildikleri tüm
hastaları getirdikleri ve İsa da dua ederek, hepsine sıhhat verdiği için, ona
ta’zimde bulundular. Bunun üzerine, o gün Kudüs’teki Romalı askerler şeytan’ın
dürtmesiyle, İsa’nın, halkını ziyarete gelen İsrail Kavmi’nin Allah’ı olduğunu
söyleyerek halk arasında fitne yaymaya başladılar.
70.
İsa Bayramdan sonra Kudüs’ten ayrılıp Filipus Kayseriyesi sınırlarından
içeri girdi. Bu sırada, melek Cebrail halk arasında başlayan fesadı kendisine
söyleyince, havarilerine sordu: “İnsanlar benim için ne diyor?”
Dediler: “Bir kısmı senin îlya olduğunu, bir diğer kısmı Yeremya, bir diğer
kısmı da eski peygamberlerden biri olduğunu söylüyor.”
İsa cevap verdi: “Ya siz; benim için siz ne diyorsunuz?”
Petrus cevap verdi: “Sen Allah’ın oğlu Mesih’sin.”
O zaman, İsa kızdı ve kızgınlıkla onu azarlayıp, dedi; “Defol, ayrıl
benden; çünkü sen şeytan’sın ve beni günaha sokmaya çalışıyorsun!”
Ve, on bir (havariyi) de tehdit edip, dedi: “Eğer böyle inanıyorsanız,
yazıklar olsun size; çünkü ben böyle inananlara karşı Allah’tan büyük bir lanet
kazandım.”
Ve, Petrus’u kovup atmak istedi; bunun üzerine on bir (havari) onun için
İsa’ya yalvardılar. O da onu kovmayıp, yeniden azarlayarak dedi: “Uyanık olun
da, bir daha sakın böyle bir söz söylemeyin; çünkü Allah sizi reddeder.”
Petrus ağladı ve dedi: “Rab, ben aptalca konuştum; Allah’a yalvar da beni
affetsin.”
O zaman İsa dedi: “Eğer, Allah’ımız kulu Musa’ya, çok sevdiği İlya’ya ya
da herhangi bir peygambere görünmek dilemiş olsa, Allah’ın bu imansız nesle
görünmesi gerektiğini mi düşüneceksiniz? Siz bilmez misiniz ki, Allah her şeyi
hiç yoktan tek bir sözle yaratmıştır ve tüm insanların kökeni bir çamur
parçasıdır. Bu durumda Allah’ın nasıl olur da, insana benzeyen bir yanı
bulunabilir? Yazıklar olsun, şeytan’a kanarak kendi kendilerine eziyet
edenlere!”
Ve, İsa bunu deyip, Petrus için Allah’a yalvardı, on bir (havari)yle Petrus
ağlayarak, dediler: “Amin, amin ey Allah’ımız Azîm ve Sübhan Rabb.”
Ardından İsa ayrıldı ve avamın kendisiyle ilgili olarak boş düşüncelerini
söndürmek için Galile’ye gitti.
71.
İsa, kendi memleketine gelince tüm Galile yöresinde, İsa Peygamberin
Nasıra’ya nasıl geldiği yayıldı. Bunun üzerine, büyük bir dikkatle hastaları
araştırıp, kendisine getirdiler ve onlara elleriyle dokunması için yalvardılar.
Ve, kalabalık öylesine büyüktü ki, tanınmış, felçli bir zengin kapıdan
geçemeyerek İsa’nın bulunduğu evin damına çıktı ve damın örtüsünü alıp,
kendini İsa’nın önündeki yazgıların yanına bıraktı, İsa, bir an tereddüt edip
durdu ve sonra dedi:
“Korkma kardeş; çünkü günahların sana bağışlanmış bulunuyor.”
Herkes bunu duyunca incindi ve dedi: “Kimdir bu günahları bağışlayan?”
O zaman İsa dedi: “Allah sağ ve diridir ki, ben günahları bağışlayamam, bir
başka kişi de (bağışlayamaz), ama, yalnızca Allah bağışlar. Fakat, Allah’ın
kulu olarak ben, başkalarının günahları için Allah’a yalvarabilirim; ve, işte
bu hasta adam için O’na yalvardım ve eminim ki, Allah duamı işitmiştir. Bu
nedenle, gerçeği bilesiniz diye, bu hasta adama diyorum: “Babalarımızın
Allah’ı, İbrahim’in ve oğullarının Allah’ının adıyla, iyileşmiş olarak kalk!”
Ve, İsa bunu deyince, hasta adam iyileşmiş olarak kalktı ve Allah’ı ta’zim
etti.
O zaman, halktan olanlar İsa’dan dışarıda duran hastalar için Allah’a
yalvarmasını rica ettiler. Bunun üzerine, İsa dışarıya onların yanına çıktı ve
ellerini kaldırıp dedi: “Ey orduların Allah’ı, yaşayan Allah, gerçek Allah, hiç
ölmeyecek olan kutsal Allah Rabb, onlara merhamet et!” Bunun üzerine, herkes
cevap verdi: “Amin.” ve, böyle dedikten sonra hasta halkın üzerine ellerini
koydu ve hepsi sıhhatlerine kavuştular.
Bundan dolayı Allah’ı ta’zim ettiler: “Allah bizi peygamberi aracılığıyla ziyaret etmiştir ve Allah, büyük bir peygamber göndermiştir bize.”
Barnaba İncili, 72-81. Bölüm
72. Allah’ın Elçisiyle İlgili İşaretler
İsa geceleyin havarileriyle gizlice konuşup, dedi: “Bakın, size diyorum ki,
şeytan sizi buğday gibi elemek arzu eder. Fakat ben sizin için Allah’a
yalvardım ve benim için tuzaklar kurandan başka sizin için helak olmak yoktur.”
Ve, bunu Yehuda hakkında dedi; çünkü, melek Cebrail ona Yehuda’nın kâhinlerle
nasıl el birliği içinde olduğunu ve İsa’nın konuştuğu her şeyi onlara
bildirdiğini söylemişti.
Bunu yazan göz yaşlarıyla İsa’ya yaklaşıp, dedi: “Ey muallim, bana söyle,
sana ihanet edecek olan kimdir?”
İsa cevap verip, dedi.- “Ey Barnabas, şimdi senin için onu bilmenin zamanı
değildir. Fakat, yakında kötü olan kendini ortaya koyacaktır. Çünkü, ben
dünyadan ayrılacağım.”
O zaman, havariler ağlayarak dediler: “Ey muallim, demek bizi
bırakacaksınız? Sen bizi bırakmaktansa, biz ölelim, çok daha iyi!”
İsa cevap verdi: “Kalbiniz üzüntü çekmesin, korkmayın da; çünkü sizi ben
yaratmadım, fakat sizi yaratmış olan yaratıcımız Allah sizi koruyacaktır. Bana
gelince, ben şimdi, dünyaya selâmet getirecek olan Allah’ın Elçisi’nin yolunu
hazırlamak için dünyaya gelmiş bulunuyorum. Fakat, sakın ola ki,
aldatılmayasınız; çünkü, benim sözlerimi alıp, benim kitabımı kirletecek pek
çok sahte peygamber gelecektir.”
O zaman, Arıdreâs dedi: “Muallim, bize bazı işaretler söyle ki, onu
bilelim.”
İsa cevap verdi: .“Sizin zamanınızda gelmeyecek, fakat, sizden birkaç yıl
sonra, kitabımın hükümsüz ki, kılınacağı, o kadar ki, ancak otuz kadar mü’minin
kalacağı bir zamanda gelecektir. Bu zamanda Allah dünya (dakilere) acıyacak ve
bu bakımdan Elçisi’ni gönderecektir; (Elçisi’nin) üzerinde bir bulut duracak,
buradan onun Allah’ın seçilmiş bir (kul)u olduğu bilinecek ve O’nunla
tanınacaktır. Dinsizlere karşı büyük bir güçle gelecek ve yeryüzünde puta
tapıcılığı yıkacaktır. Ve, ben de seviniyorum ki, onunla Allah tanınıp, ta’zim
edilecek ve ben de gerçek olarak tanınacağım; ve, benim insandan öte olduğumu
söyleyenlerden öç alacaktır. Bakın, size diyorum ki, ay çocukluğunda ona uyku
verecek ve büyüdüğünde o (ayı) ellerine alacaktır. Bırakın, dünya onu çıkarıp
attığını fark etsin; çünkü o, puta tapıcıları öldürecek; Allah’ın kulu Musa ve
yaktıkları şehirleri ve çocuklarını öldürdükleri şehirleri bağışlamayan Yuşa
çok daha fazlasını öldürmüştü; çünkü eski bir yaraya kişi ateş tatbik eder.
“O, bütün peygamberlerinkinden daha açık bir gerçekle gelecek ve dünyayı
yanlış yere kullananı azarlayacaktır. Babamızın şehrinin kuleleri neşeyle
birbirlerini selamlayacaklardır ve işte, puta tapıcılığın (yüz üstü) yere
kapaklandığının görüleceği ve benim de başkaları gibi bir insan olduğumu itiraf
edeceği zaman, bakın, size söylüyorum ki, Allah’ın Elçisi gelmiş olacaktır.”
73.
“Bakın, size diyorum ki, eğer şeytan sizin Allah’ın dostları olup olmamanız
(konusunda) uğraşacak olursa —çünkü, kimse kendi şehirlerine saldırmaz,— eğer
şeytan dileğini üzerinize korsa, size kendi zevklerinize kaydırmakla işkence
eder; fakat, sizin kendisine düşman olduğunuzu bildiğinden, sizi helak etmek
için her şiddete baş vuracaktır. Ama, korkmayın; çünkü, o size karşı zincire
vurulmuş bir köpek gibi duracaktır. Çünkü, Allah benim duamı işitmiştir.”
Yuhanna cevap verdi: “Ey muallim, yalnız kendimiz için değil, fakat kitaba
inanacaklar için de anlat; eski iğvacı insana nasıl tuzak kurar?”
İsa cevap verdi: “Bu mel’un dört yolla iğva eder. İlki, kendisi
düşüncelerle iğva ettiği zamandır İkincisi, kulları aracılığıyla söz ve işlerle
iğva ettiği zamandır. Üçüncüsü, sahte akideyle iğva ettiği zamandır. Dördüncüsü
(de), sahte görüşlerle iğva ettiği zamandır. Şimdi, ateşi olanın suyu sevdiği
gibi, günahı seven insan bedeni her şeyiyle onun yanındayken, insan nasıl
tedbirli olmalıdır? Bakın, size diyorum ki, eğer bir insan Allah’tan korkarsa,
(Allah) her şeye karşı ona zafer verir, ki Davud peygamber (şöyle) der: “Allah üzerinizde
melekler görevlendirecek, (ve onlar) şeytan sizi yanıltmasın diye yollarınızı
tutacaklardır. Bin (tanesi) sol kolunuz üzerine düşecek, bir on bin tanesi de
sağ kolunuz üzerine düşecek ki, (şeytanlar) yanınıza yaklaşmasın.”
“Hattâ, Allah’ımız büyük sevgisinden, aynı Davud aracılığıyla bizi
koruyacağını vaad etmiştir. “Öğretmenlik edecek anlayış veriyorum sana ve
yürüyeceğin yollarında kendi gözümü senin üzerine dikeceğim.”
Ama, ne diyeyim ben? O, İşaya aracılığıyla dedi: “Bir anne kendi rahminin
çocuğunu unutabilir mi? Fakat, size diyorum, ki, o unuttuğu zaman, ben sizi
unutmayacağım.”
“Öyleyse, söyleyin bana, gözetici olarak melekleri ve koruyucu olarak daim
sağ olan Allah’ı varken Şeytan’dan kim korkar? Bununla birlikte, Süleyman
Peygamber’in dediği gibi, .(şu da) gereklidir: “Sen Rabb’-dan korkmak için
gelen oğlum, iğvalara karşı ruhunu hazır et. Bakın, size diyorum ki, insan
paraları muayene eden bir banker gibi yapıp, düşüncelerini muayene etmeli ki,
yaratıcısı Allah’a karşı günah işlemesin.”
74.
“Dünyada günah için (hiç) kaygı çekmeyen insanlar var olagelmiştir ve
vardır; bunlar en büyük yanılgı içindedirler. Söyleyin bana, şeytan nasıl günah
işledi? Onun insandan daha değerli olduğu düşüncesiyle günah işlediği ortada.
Süleyman, bir ziyafete Allah’ın tüm yaratıklarını davet etmeği düşünerek günah
(zelle) işledi de, bir balık hazırladığı her şeyi yiyerek onu doğrulttu. Bu
bakımdan, babamız Davud’un sözü sebepsiz değildir: “Bir kimsenin kalbinde
yükselmek için kişi gözyaşları vadisinde oturur.” Ve, bu nedenle Allah,
peygamberi İşaya aracılığıyla bağırmaz mi: “Gözlerinden kötü düşüncelerinizi
çekip, ayırın.” Ve, bu amaçla Süleyman der: “Tüm tutuşunla kalbini tut.”
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, düşünmeden günah işlemek
mümkün olmadığından, her şey günaha götüren kötü düşünceler için söylenir.
Şimdi, deyin bana, çiftçi bağ diktiği zaman, diktiklerini derine koymaz mı?
Kesinlikle kor. İşte böyle de, şeytan günahı dikerken gözde ya da kulakta
durmayıp, Allah’ın mekânı olan kalbe geçer. Allah’ın kulu Musa aracılığıyla
dediği gibi; “Benim kanunumda yürüsünler diye, ben içlerinde yerleşeceğim.”
“Şimdi söyleyin bana, eğer kral Hirodes içinde oturmak arzu ettiği bir evi
korumanız için size verecek olsa, düşmanı Pilatus’un oraya girmesine ya da
içine eşyalarını koymasına katlanır mısınız? Emin olun ki, hayır. Öyle de,
Allah’ın, mekânı olan kalbinizi korumanız için size verdiğini göre göre,
Şeytan’ın oraya girmesine ya da içine düşüncelerini yerleştirmesine hiç
katlanmamanız gerekir. Bu bakımdan, nasıl banker, Kayser’in resmi doğru mudur,
değil midir, gümüş sağlam mıdır, sahte midir ve gereken ağırlıkta mıdır diye
paraya dikkat ediyor ve bu nedenle onu elinde evirip çeviriyorsa, siz de öylece
dikkat edin. Ah, deli dünya! Kuşkusuz, kendi kulların Allah’ın kullarından daha
ölçülü ve sakıngan olduğu için, son günde Allah’ın kullarını ihmal ve
dikkatsizlikleri nedeniyle azarlayasın ve yargılayasın diye, kendi işlerinde ne
kadar da akıllısındır. Söyleyin bana şimdi, kim bir düşünceyi, bankerin gümüş
bir parayı (muayene ettiği) gibi muayene ediyor? Emin olun ki, hiç kimse.”
75.
Sonra, Yakup dedi: “Ey muallim, bir düşüncenin bir para gibi muayenesi
nasıl olur?”
İsa cevap verdi: “Düşüncedeki sağlam gümüş dindarlıktır. Çünkü dine aykırı
her düşünce şeytan’dan gelir. Doğru resim, peşlerinden gitmemiz gereken kutsal
(kul)ları ve peygamberleri örnek (almak) tır; düşüncenin ağırlığı ise, her
şeyin kendisine göre yapılması gereken Allah sevgisidir. Böyle oldu mu, düşman,
komşuna karşı araya din dışı düşünceler getirecektir, bedeni bozmak için
dünyaya uygun (düşünceler); Allah sevgisini bozmak için dünya sevgisiyle
(ilgili düşünceler).”
Bartalemus cevap verdi: “Ey muallim, iğvaya kapılmayalım diye az düşünmemiz
için ne yapmamız gerekiyor?”
İsa cevap verdi: “îki şey gereklidir sizin için. îlki, kendinizi çok
eğitmeniz, ikincisi de, az konuşmanızdır; çünkü, tembellik her türlü kirli
düşüncenin toplandığı bir bataktır. Çok fazla konuşmak ise, kötülükleri
biriktiren bir süngerdir. Bu bakımdan yalnızca çalışmanızın vücudu meşgul
etmesi değil, aynı zamanda ruhunun da ibadetle meşgul olması gerekmektedir.
Çünkü, (ruh) ibadetten hiçbir zaman uzak durmamak ihtiyacındadır.”
Temsil olsun diye anlatıyorum: “(Çalıştırdıklarının) hakkını vermeyen bir
adam vardı, bu nedenle de, onu tanıyan kimse tarlalarını sürmeye gitmezdi.
Bunun üzerine, lânetli bir adam gibi dedi: “Pazar yerine gidip, hiçbir şey
yapmayan boş adamları bulacağım, onlar da boş olduklarından bağlıklarımı
işlemeye gelecekler.” Bu adam evinden çıktı ve boş boş oturup, hiç paraları
olmayan pek çok yabancı buldu. Kendileriyle konuşup, onları bağlığına şevketti.
Fakat, onu tanıyan ve eli iş tutan hiç kimse o tarafa gitmedi.
“(Çalıştırdıklarının) hakkını vermeyen şeytan’dır; çünkü o iş verir ve
insan bunun karşılığında hizmetine sonsuz ateşler alır. Bu nedenle, Cennet’ten
sürülmüş ve işçiler aramaya çıkmıştır. O, işlerine mutlaka, boş boş oturanları,
en çok da kendisini tanımayanları koşar. Her ne durumda olursa olsun, kötülüğü
bilmek, ondan kurtulmak İçin yeterli değildir. Fakat, onu alt etmek için
iyiliklerle uğraşmak da gerekir.”
“Size bir temsil (daha) anlatıyorum. Üç bağ tarlası olan ve bunları üç
çiftçiye icara veren bir adam vardı. Birinci adam bağları nasıl işleyeceğini
bilmediğinden, bağlar yalnızca yaprak verdi, ikincisi üçüncüye, bağlara nasıl
bakılması gerektiğini öğretti; o da onun sözlerini en iyi şekilde dinledi ve
kendisine anlatıldığı şekilde kendininkini işledi; o kadar ki, üçüncünün bağı
çok (meyve) verdi. Fakat, ikinci zamanını yalnızca konuşmakla geçirerek, bağını
işlemeden bıraktı. İcarları ödeme zamanı gelince, bağ tarlalarının sahibine
birinci (adam) dedi:. “Efendi, bağ tarlalarının nasıl işleneceğini bilmiyorum,
bu bakımdan, bu yıl hiç meyve alamadım.”
76.
Bağ sahibi cevap verdi: “Ey aptal, sen dünyada tek başına mı yaşarsın da,
toprağı işlemesini çok iyi bilen ikinci bağcının fikrini sormazsın? Belli ki,
bana (hiçbir şey) ödemeyeceksin.”
“Ve, böyle deyip, onu efendisine (borcunu) ödeyinceye kadar hapiste
çalışmaya mahkûm etti; (fakat) sade dilliliğinden acıma (duyguları) harekete
geçip onu salıverip, dedi: “Defol, benim bağımda daha fazla çalışmanı
istemiyorum, senin borcunu ödemen için bu kadarı yeter.”
İkincisi geldi (ve) ona (bağ) sahibi dedi: “Hoş geldin benim bağcım! Bana
borçlu olduğun meyveler nerede? Kuşkusuz sen, bağların nasıl budanacağını en
iyi bilen olduğundan, sana icara verdiğim bağım çok meyve vermiş olmalı.”
İkinci (adam) cevap verdi: “Ey efendi, senin bağın öyle duruyor; çünkü, ben
ne kök ve dalları budadım, ne de toprağı işledim; bu bakımdan, bağ meyve
vermedi, ben de sana (borcumu) ödeyemiyorum.”
Bunun üzerine bağ sahibi, üçüncü (adamı) çağırdı ve hayret içinde sordu:
“Bana, kendine ikinci bağı icara verdiğim şu adamın, sana icara verdiğim bağın
nasıl işleneceğini sana tam olarak anlattığını söyledin. Öyle de, nasıl olur da
ona icara verdiğim bağ, hepsi aynı toprakken meyve vermemiş olsun?” 3. (adam)
cevap verdi: “Efendi, bağlıklar yalnızca konuşmakla işlenmez, fakat, bağının
meyve vermesini isteyen günde bir gömlek terletmelidir. Ve, hiçbir şey yapmaz,
ama vaktini konuşmakla harcarken ey efendi, senin bağcının bağı nasıl meyve
versin? Emin olun ey efendi, eğer o kendi sözlerini uygulamaya koymuş olsaydı,
bu kadar çok konuşamayan ben sana iki yıllık icarı öderken, o beş yıllık bağ
kirasını verirdi.”
“Efendi kızdı ve bağcıya sertçe çıkıştı: “Ve sen, kesilecek dalları
kesmeyip, tarlayı düzlememekle büyük bir iş yaptın. Bu nedenle de, sana
verilecek büyük bir ödül var!” Ve, hizmetçilerini çağırıp, onu acımadan
dövdürdü ve sonra da, onu her gün döven zalim bir hizmetçinin gözetiminde hapse
koydu ve arkadaşlarının ricalarına bakıp da, hiçbir zaman serbest bırakmak da
İstemedi.”
77.
Bakın, size diyorum ki, Hüküm Günü’nde pek çokları Allah’a diyecek: “Rabb,
biz senin kanununu ve!z ettik ve öğrettik.” Bunlara karşı kuşlar bile haykırıp,
diyecekler: “Siz başkalarına vaaz ederken, kendi dilinizle kendinizi mahkûm
ediyordunuz, ey günah işçileri!”
“Allah sağ ve diridir ki” dedi İsa, “gerçeği bilip de aksini yapan,
öylesine feci bir ceza ile cezalandırılacak ki, hani neredeyse şeytan bile ona
acır duruma gelecek. Şimdi söyleyin bana, Allah bize kanununu bilmek için mi
verdi, uygulamak için mi? Bakın, size diyorum ki, tüm ilmin amacı, bildiğini
yapan bir akıla sahip olmaktır.”
“Söyleyin bana, eğer bir kişi sofrada oturup, gözleriyle nefis etlere
baksa, ama elleriyle kirli şeyleri seçse ve bunları yese bu bir deli değil
midir?” “Kesinlikle öyle” dedi havariler. O zaman, İsa dedi: “Ey bütün
delilerden de deli, sen ey adam, anlayışınla göğü bilir, ellerinle yeri
seçersin; anlayışınla Allah’ı tanır, içinden dünyayı seçersin; anlayışınla
Cennet’in zevklerini bilir, yaptıklarınla Cehennemin bayağılıklarını seçersin.
Kılıcı Bırakıp da, savaşa kınıyla giden cesur asker! Şimdi, bilmez misiniz ki,
geceleyin yürüyen yalnızca ışığı görmek için değil, gerçekte, hana salimen
varabilsin diye doğru yolu görmek için ışığı arzular? Ey, bin defa hakir
görülüp, iğrenilmesi gereken dünya; çünkü, Allah’ımız kutsal peygamberleriyle
hep kendi ülkesine ve dinlenme yerine giden yolu bildirmek istedi, fakat, sen
şerli (yaratık), yalnızca gitmek istememekle kalmaz, daha kötüsü, ışığı hakir
görürsün! Şu deveyle ilgili atasözü (ne) doğrudur: “Deve, kendi çirkin yüzünü
görmek istemediğinden içmek için duru suyu beğenmezmiş.” îşte, kötülük yapan
dinsizler de böyledir; kötü işleri bilinmesin diye ışıktan nefret ederler.
Fakat, âklı olup da, iyi işler yapmamakla kalmayıp, daha kötüsü, (aklını)
şerlerde kullanan, hediyeleri, (onları) vereni öldürmek için alet olarak kullanan
gibidir.”
78.
“Bakın, size diyorum ki, Allah şeytan’ın düşüşüne acımadı, ama, yine de
Adem’in düşüşüne (acıdı). Bırakın, artık bu, iyiliği bilip de kötülük yapanın
mutsuz durumunu bilmeniz için yetsin.”
O zaman, Andreas dedi: “Ey muallim, böyle bir duruma düşmemek için, bilgiyi
bir yana koymak iyi bir şey (o halde)!”
İsa cevap verdi: “Eğer, dünya güneşsiz, insan gözsüz ve ruh da anlayışsız
iyiyse o zaman bilmemek de iyidir. Bakın, size diyorum ki, bilginin ebedi hayat
için olduğu kadar, ekmek geçici hayat için iyi değildir. Öğrenmenin Allah’ın
bir emri olduğunu bilmez misiniz? Şöyle diyor Allah: “Büyüklerinize sorun ve
onlar size öğretsinler.” Ve, kanun hakkında Allah der: “Görün ki, hükmüm
gözlerinizin önündedir; oturacağınız zaman, yürüyeceğiniz zaman ve her zaman
onun üzerinde düşünün.” Öyleyse, öğrenmenin iyi olup olmadığını şimdi
biliyorsunuzdur herhalde. Ah, mutsuzdur bilgeliği hakir gören. Çünkü o, ebedî
hayatı kesinlikle yitirecektir.”
Yakup, karşılık verdi: “Ey muallim, Eyüb’ün bir hocadan ders almadığını
biliyoruz, İbrahim de (aynı); öyleyken, Allah’ın kutsal (kulları) ve peygamber
oldular.”
İsa cevap verdi: “Bakın, size diyorum ki, güveyin evinden olanın evlenme
(törenine) çağırılmasına gerek yoktur; çünkü o, törenin yapıldığı evde
oturmaktadır. Fakat, evden uzakta olanlar (çağırılır). Şimdi, bilmez misiniz
ki, Allah’ın peygamberleri Allah’ın rahmet ve bereket evindedirler ve Allah’ın
kanunlarını açık olarak içlerinde bulurlar. Babamız Davud bu konuda (bakın) ne
der: “Allah’ımın kanunu kalbimdedir; bu nedenle, O’nun yolu kazmakla
yapılmayacaktır.” Bakın, size diyorum ki, Allah’ımız insanı yaratırken, onu
yalnızca doğru olarak yaratmakla kalmadı. aynı zamanda kalbine, Allah’a kulluk
etmeye uygun olanı kendine göstermesi için bir ışık yerleştirdi. Bu bakımdan,
bu ışık günahlar nedeniyle kararsa bile, yine de sönmez, Çünkü, her kavimde,
Allah’ı yitirmiş olup, sahte ve yalancı tanrılara kulluk etseler bile, Allah’a
kulluk etme arzusu vardır.
Dolayısıyla, bir insanın Allah’ın peygamberlerinden ders alması gereklidir;
çünkü onlar, Allah’a iyi kulluk ederek Cennet’e, vatanımıza giden yolu öğretmek
için ışığı yakarlar; tıpkı, gözleri hasta olanlara yardım ve kılavuzluk
edilmesinin gerekli olduğu gibi.”
79.
Yakup karşılık verdi: “Peygamberler ölüyse bize nasıl öğretecekler ve
peygamberler hakkında bilgisi olmayana da nasıl öğretilecektir?”
İsa cevap verdi: “Onların akidesi, incelenebilsin diye yazılır; çünkü
(yazılanlar) peygamberden size (kalandır). Bakın, bakın size diyorum ki,
peygamberliği hakir gören, yalnızca peygamberi hakir görmekle kalmaz,
peygamberi gönderen Allah’ı da hakir görmüş olur., Fakat, (bazı) kavimler gibi
peygamberliği bilmeyenlere gelince, size söylüyorum: Eğer, böyle yörelerde bir
insan kalbinin kendine gösterdiği biçimde, başkalarından görmediğini
başkalarına yapmadan ve başkalarından aldığını komşusuna vererek yaşayacak
olursa, evet böyle bir insan Allah’ın rahmetinden uzak kalmayacaktır. Ölürken,
daha önce olmazsa Allah kendisine öğretecek ve rahmetle kanununu verecektir.
Belki de, Allah’ın kanun sevgisi için kanun verdiğini düşünüyorsunuz.
Kesinlikle böyle değil, ama, gerçekte Allah kanununu, insan Allah sevgisi için
iyilik yapsın diye verir. Ve, Allah Kendi sevgisi için iyilik yapan bir insan
bulsa sanki onu hakir mi görecektir? Hayır, asla, ama daha da, onu kendilerine
kanun verdiklerinden çok sevecektir. Bir örnek olarak anlatıyorum :
“Büyük mal varlığı olan bir adam vardı ve bölgesinde yalnızca meyve
vermeyen çöl topraklar bulunuyordu, îşte, bir gün böyle bir çöl araziden geçerken,
meyvesiz bitkiler arasında güzel meyveler yeren bir bitki buldu. Bunun üzerine,
bu adam dedi: “Bu bitki nasıl olur da, böylesine güzel meyveleri verir? Onu
kesinlikle kesmeyecek ve diğerleriyle birlikte ateşe vermeyeceğim.” Ve,
hizmetçilerini çağırıp, o bitkiyi söktürerek bahçesine diktirdi. îşte böyle de
size diyorum ki, Allah’ımız nerede olurlarsa olsunlar, salih amel işleyenleri
Cehennem’in alevlerinden koruyacaktır.”
80.
“Söyleyin bana, puta tapıcılar arasında Eyub Uz’-dan başka nerede kaldı? Ve, tufan zamanında Musa nasıl yazıyor? Bana söyleyin, O der: “Nuh gerçekten, Allah’ın önünde rahmet buldu.” Babamız İbrahim’in sahte putlar yapıp tapınan inançsız bir babası vardı. Lût, yeryüzünün en rezil insanları arasında yaşadı. Danyal, bir çocukken Hananya, Azarya ve Mişael’le birlikte Buhtunnâsır tarafından öyle bir şekilde tutsak alındılar ki, o zaman daha sadece iki yaşında idiler ve puta tapıcı hizmetçiler kalabalığı içinde yetiştirildiler. Allah sağ ve diridir ki, nasıl ateş zeytin, servi ya da palmiye demeden kuru şeyleri yakar ve onları ateşe çevirir, öyle de Allah’ımız, Yahudi, Sisian, Yunan ya da İsmailî demeden, salih amellerde bulunan herkese merhamet eder. Fakat, kalbin orada durmasın ey Yakup. Çünkü, Allah’ın peygamber gönderdiği yerde kendi hükmünü tümüyle reddedip peygamberi izlemek, “O neden böyle diyor?”, “Neden böyle yasaklıyor ve emrediyor?” demeden, “Allah böyle istiyor”, “Allah böyle emrediyor” demek gerekir. Şimdi, İsrail kavmi Musa’yı hakir gördüğünde, Allah Musa’ya ne demişti? “Onlar seni hakir görmediler, fakat onlar Beni hakir gördüler.”
81.
“Bakın size diyorum ki, insan tüm ömrünü konuşup yazmayı öğrenmeye değil,
salih amel işlemeyi öğrenmeye de harcamalıdır. Şimdi söyleyin bana, tüm
dikkatiyle hizmet ederek, kendini memnun etmeye çalışmayan Hirodes’in şu kulu
kimdir? (Var mıdır böyle biri?) Yalnızca çamur ve gübre olan bir bedeni memnun
etmeye çalışıp da, tüm şeyleri yaratan ve ebedi Sübhan ve Kuddüs olan Allah’a
kulluk etmeye çalışmayıp unutan dünya (dakiler)e yazıklar olsun.”
“Söyleyin bana, eğer kâhinler Allah’ın ahit sandığını taşırken bırakıp yere
düşürmüşlerse, bu onların büyük bir günahı değil midir?”
Havariler bunu duyunca titrediler; çünkü, Allah’ın sandığına yanlış
dokunduğu için Allah’ın Uzza’yı öldürdüğünü biliyorlardı ve dediler: “Böyle bir
günah en feci olanıdır.”
O zaman İsa dedi: “Allah sağ ve diridir ki, Allah’ın onunla her şeyi
yarattığı ve ona uymakla size sonsuz hayat sunduğu sözünü unutmak daha büyük
bir günahtır.”
Ve İsa böyle deyip dua etti. Duasından sonra dedi : “Yarın Samiriye’ye
varmamız gerekiyor; çünkü, Allah’ın kutsal meleği bana böyle dedi.”
Belli bir günün sabahında erkenden İsa, Yakup’un yaptığı ve oğlu Yusuf’a
verdiği kuyuya yaklaştı. Seyahat nedeniyle yorgun düşen İsa havarilerini
yiyecek satın almaları için şehre gönderdi. Kendi de kuyunun yanına, bir kuyu
taşının üstüne oturdu. Ve, bir de ne görsün, Samiriyeli bir kadın su çekmek
için kuyuya gelmiyor mu!
İsa kadına dedi: “İçmek için bana (su) ver!” Kadın cevapladı:
“Şimdi, sen bir İbrani olarak, ben Samiriyeli bir kadından içecek istemeye
utanmıyor musun?”
İsa cevap verdi: “Ey kadın, senden içecek isteyenin kim olduğunu bilsen,
belki de sen ondan içecek isterdin.”
Kadın karşılık verdi: “Şimdi, kuyu derinken ve senin de su çekecek ne
kovan, ne de ipin olmadığını görüp dururken, bana nasıl içmek için (su)
verecekmişsin?”
İsa cevap verdi: “Ey kadın, kim bu kuyunun suyundan içerse, susuzluk ona
yine gelir, fakat, kim benim verdiğim sudan içerse, artık bir daha susamaz; ama
(bunu) susuz olanlara içmek için verirler, o kadar ki, sonsuz hayata ererler.”
O zaman, kadın dedi: “Ey Rab, bana bu suyundan ver.”
İsa cevap verdi: “Git, kocanı çağır, ikinize de içmeniz için vereceğim.”
Kadın dedi: “Benim kocam yok.”
İsa karşılık verdi: “Peki, doğruyu söyledin; çünkü senin beş kocan oldu,
şimdiki ise kocan değildir.”
Kadın bunu duyunca şaşırdı ve dedi: “Rab, anlıyorum ki, sen bir
peygambersin; bu nedenle söyle bana, yalvarırım: Îbraniler, Kudüs’te Siyon dağı
üzerinde, Süleyman’ın yaptırdığı mabette ibadet ederler ve derler ki, bir başka
yerde değil (ancak) orada (insanlar) Allah’ın rahmet ve bereketini bulurlar.
Ve, halkımız (ise) bu dağlar üzerinde ibadet eder ve derler ki, ibadet yalnızca
Samiriye dağlarında yapılmalıdır. (Bu durumda) gerçek ibadet edenler kimler
olmuş oluyor?”
Barnaba İncili, 82-91. Bölüm
82.
O zaman İsa iç çekti ve ağlayıp, dedi: “Yazıklar olsun sana Yahudiye;
çünkü, sen “Rabb’in mabedi, Rabb’in mabedi” diye büyüklenir ve sanki hiç Allah
yokmuş gibi ömür sürer, kendini tümden dünyanın zevklerine ve kazançlarına
verirsin; (işte) bu kadın Hüküm Günü’nde seni Cehennem’e mahkûm edecek; çünkü,
bu kadın Allah önünde rahmet ve bereketin nasıl bulunacağını öğrenmeye
çalışıyor.”
Ve, kadına dönerek dedi: *Ey kadın, siz Samiriyeliler bilmediğiniz şeye
ibadet eder, fakat biz İbranîler bildiğimiz şeye ibadet ederiz. Bak, sana
diyorum ki, Allah ruhtur ve gerçektir ve öyle de, ona ruhtan ve gerçekten
ibadet edilmelidir. Çünkü, Allah’ın vaadi Kudüs’te, Süleyman mabedinde
yapılmıştır, başka yerde değil. Ama, inan bana, bir gün gelecek ve Allah
rahmetini bir başka şehre gönderecek ve her yerde O’na gerçekten ibadet etmek
mümkün olacaktır. Ve, Allah her yerde gerçek ibadeti rahmet (iy)le kabul
edecektir.
Kadın karşılık verdi: “Biz Mesih’e bakıyoruz; o geldiğinde bize öğretecek.”
İsa cevap verdi: “Biliyor musun sen kadın, Mesih’in geleceğini?”
Kadın cevap verdi: “Evet ya, Rab.”
O zaman İsa sevindi ve dedi: “Gördüğüm kadarıyla ey kadın, sen müminsin; bu
bakımdan bil ki, Mesih’in inancıyla Allah’ın seçtiği herkes kurtulacaktır;
dolayısıyla, Mesih’in gelişini bilmen gerekmektedir.”
Kadın dedi: “Ey Rab, belki de sen Mesih’sin.” İsa cevap verdi: “Ben,
kuşkusuz İsrail ailesine bir kurtuluş peygamberi olarak gönderilmiş
bulunuyorum; fakat, benden sonra Allah’ın tüm dünyaya gönderdiği Mesih gelecek;
onun için yaratmıştır Allah dünyayı. Ve, o zaman tüm dünyada Allah’a ibadet
edilecek ve rahmete erilecek, o kadar ki, şimdi yüz yılda bir gelen sevinç yılı
Mesih’le her yerde her (bir) yıla inecek.”
Sonra, kadın su kabını bırakıp, İsa’dan duyduğu her şeyi bildirmek üzere
şehre koştu.
83.
Kadın İsa ile konuşurken, havarileri gelmiş ye İsa’nın bir kadınla bu
şekilde konuşmasına şaşıp kalmışlardı. Yine de kimse ona, “Samiriyeli bir
kadınla böyle niye konuşursun?” demedi.
Sonra, kadın ayrılıp gidince dediler: “Muallim, yemeğe gelin.”
İsa karşılık verdi: “Ben öbür yemeği yemeliyim.” O zaman, havariler
birbirlerine dediler: “Belki, bir yolcu İsa ile konuşup ona yiyecek bulmak için
gitmiştir.” Ve, bu (satırları) yazana sorup dediler: “Buraya muallime yemek
getirebilecek kimse geldi mi ey Barnabas?”
O zaman (bu satırları) yazan cevap verdi: Gördüğünüz, şu boş kovayı suyla
doldurmak için getiren kadından başka kimse gelmedi.”.O zaman, havariler
İsa’nın sözlerinin anlamını bekleyerek, şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine İsa
dedi: “Bilmez misiniz ki, gerçek yiyecek Allah’ın istediğini yapmaktır,- çünkü,
insanı yaşatan ve ona hayat veren ekmek değil, daha çok, iradesiyle (gelen)
Allah’ın sözüdür. Ve, işte bu nedenle kutsal melekler yemezler. Ama, yalnızca
Allah’ın iradesiyle beslenerek yaşarlar. Ve, bu şekilde biz, Musa ve İlya ve
yine bir başkası kırk gün kırk gece hiç yiyeceksiz (dururuz).
Ve, İsa gözlerini kaldırıp dedi: “Hasat (vaktine) ne kadar var?”
Havariler cevap verdiler; “Üç ay.”
İsa dedi: “Öyleyse bakın, nasıl dağ mısırlarla ağarmışsa, ben de size
diyorum ki, bugün toplanması gereken büyük bir hasat vardır.” Ve, sonra
kendisini görmeye gelen kalabalığa işaret etti. Şehre varan kadın, “Ey
insanlar, gelin ve Allah’ın İsrail ailesine gönderdiği yeni bir peygamber
görün” diyerek, tüm şehri ayağa kaldırmış ve İsa’dan duyduğu şeylerin hepsini
anlatmıştı. (İsa’nın bulunduğu) yere gelip, kendileriyle kalması için ona
yalvardılar ve (İsa) şehre girip onlarla iki gün kaldı; hastaları iyileştirdi
ve Allah’ın melekûtuyla ilgili dersler verdi.
O zaman, şehirliler kadına dediler: “Senin söylediğin zamankinden daha çok
onun mucizelerine ve sözlerine inanıyoruz; çünkü, o kuşkusuz Allah’ın kutsal
bir (kulu), kendine inananların kurtuluşu için gönderilmiş bir peygamberdir.
Gece yarısı namazından sonra havariler İsa’nın yanına vardılar ve (İsa)
onlara dedi: “Bu gece Allah’ın elçisi Mesih zamanında —Şimdi yüz yılda bir
gelirken her yıl gelen sevinç (gecesi) olacak. Bu bakımdan, istiyorum ki
uyumayalım, ibadet edelim, yüz kez rükûya varıp, her zaman hamde lâyık Kadir ve
Rahim olan Allah’ımızı tazim edelim ve her seferinde (şöyle) diyelim: “Sen
yegâne Allah’ımız, kabul ve itiraf ederiz ki, Sen’in başlangıcın olmadı, sonun
da olmayacak; çünkü Sen rahmetinle her şeye başlangıç verdin ve adaletinle de hepsine
bir son vereceksin; Sen’in insanlar arasında hiçbir benzerin yoktur. Çünkü,
sonsuz iyiliğin içinde Sen ne kımıldarsın, ne de herhangi bir arızaya uğrarsın.
Bize merhamet et; çünkü, bizi Sen yarattın ve biz Sen’in Ellerinin eseriyiz.”
84.
îbadet edildikten sonra İsa dedi: “Allah’a şükredelim; çünkü, bize bu gece
büyük rahmet indirdi; çünkü, bu gece geçecek olan zamanı geri getirdi ve biz
Allah’ın Elçisi’yle birlikte ibadet ettik. Ve, ben onun sesini duydum.”
Havariler bunu duyunca çok sevindiler ve dediler: “Muallim, bize bu gece
bazı hükümler öğret.”
O zaman İsa dedi: “Hiç balla karışık gübre gördünüz mü?”
Cevap verdiler: “Hayır Rab; çünkü, kimse bunu yapacak kadar deli değildir.”
“(Madem öyle), ben de size diyorum ki, dünyada daha deli insanlar vardır.”
dedi İsa, “Çünkü, Allah’a kullukla onlar dünyaya kulluğu karıştırırlar. O kadar
ki, lekesiz hayat yaşayanların pek çoğunu şeytan aldatmış ve ibadet ederlerken,
ibadetleriyle dünya işlerini karıştırmışlar, bu nedenle de, bu zamanda Allah’ın
gözünde çirkinleşmişlerdir. Söyleyin bana, ibadet için yıkanırken, hiçbir pis
şeyin kendinize dokunmamasına dikkat ediyor musunuz? Evet, mutlaka. Ya ibadet
ederken ne yapıyorsunuz? Ruhunuzu Allah’ın rahmetiyle günahlardan
temizliyorsunuz. Öyleyse, ibadet ederken, dünyalık şeylerden söz etmek ister
misiniz? (Aman) böyle yapmamaya dikkat edin; çünkü, her dünyalık kelime,
konuşanın ruhu üzerinde şeytan’ın bir gübresidir.”
O zaman, havariler titrediler; çünkü, (İsa) ateşli bir ruhla konuşmuştu ve
dediler: “Ey muallim, eğer, biz ibadet ederken bir arkadaş bizimle konuşmaya
gelirse ne yapalım?”
İsa cevap verdi: “Bekletin ve ibadeti tamamlayın.”
Bartalemus dedi: “Ama, alınır da, kendisiyle konuşmadığımızı görünce çeker
giderse?”
İsa cevap verdi: “Eğer alınırsa, bana inanın ki, o sizin bir arkadaşınız ya
da bir mümin değil, gerçekte inanmayanın biri ve şeytan’ın yoldaşıdır. Söyleyin
bana, eğer Hirodes’in bir seyis yamağıyla konuşmaya gitseniz ve onu Hirodes’in
kulağına söz anlatırken bulsanız, sizi bekletti diye alınır mısınız?”
Kesinlikle hayır; aksine, arkadaşınızı kralın sevdiğini görerek rahat
edersiniz. Doğru değil mi?” dedi Isa.
Havariler cevap verdiler; “Doğruların doğrusu.” O zaman İsa dedi: “Bakın,
size diyorum ki, herkes ibadet ederken Allah’la konuşur. Öyleyse, insanla
konuşacağız diye, Allah’la konuşmayı bırakmanız doğru olur mu? Bundan dolayı,
Allah’a kendinden çok saygı gösterdiğiniz için arkadaşınızın alınması doğru
olur mu? İnanın bana, eğer beklettiğimiz zaman alınırsa, şeytan’ın iyi bir kulu
(demektir) o. Çünkü, Allah’ın insan için bırakılması şeytan’ın arzusudur. Allah
sağ ve diridir ki, her iyi işte, Allah’tan korkan kendini dünyanın işlerinden
ayırmalı ki, iyi ameli bozulmasın.”
85.
“Bir adam kötü işte bulunduğu ya da kötü sözler söylediği zaman, biri onu
düzeltmeye gidip, bu tip işlerden men etse, bu adamın yaptığı nedir?” dedi İsa.
Havariler cevap verdiler: “İyi eder; çünkü, güneşin daima karanlığı sürüp
çıkarmaya çalışması gibi, her zaman kötülüklerin men edilmesini isteyen Allah’a
hizmet eder.”
İsa dedi: “Ben de size diyorum ki, aksine, bir insan iyilik yapar ve iyi
(şeyler) konuşurken, kim onu daha iyi olmayan herhangi bir şeyi bahane ederek
engellemeye çalışırsa şeytan’a hizmet eder. Hayır, hayır, onun yoldaşı (bile)
olur. Çünkü şeytan, her iyi şeyi engellemekten başka bir işe bakmaz.”
“Şimdi ben size ne diyeyim? Allah’ın dostu ve mukaddesi Süleyman
Peygamber’in dediği gibi diyeyim size: “Tanıdığınız bin kişiden biri
arkadaşınızdır.”
O zaman Matta dedi: “Öyleyse, kimseyi sevemeyeceğiz.”
İsa cevap verdi: “Bakın, size diyorum ki, sizin için günah dışında herhangi
bir şeyden nefret etmek meşru değildir; o kadar ki, şeytan’dan bile Allah’ın
yaratığı olarak nefret edemez, ancak Allah’ın düşmanı olarak (nefret
edebilirsiniz). Bu, neden böyle biliyor musunuz? Söyleyeyim size: Çünkü, o,
Allah’ın bir yaratığı olup, Allah’ın yarattığı her şey iyi ve tamdır. Bu
bakımdan, kim yaratılandan nefret ederse Yaratan’-dan da nefret eder. Fakat,
arkadaş tek bir şeydir, kolayca bulunmaz, ama kolayca yitirilir. Çünkü, arkadaş
sonsuz derecede sevdiğiyle zıtlaşmaya katlanamaz. Dikkat edin, tedbirli olun ve
arkadaş olarak sevdiğinizi sevmeyeni seçmeyin. Arkadaşın ne demek olduğunu
biliyor musunuz? Arkadaş; şu bu değil, yalnızca ruh doktoru demektir ve böyle
de, nasıl kişi, hastalığı bilip de, ilâcını vermekten anlayan iyi bir doktoru
çok seyrek bulursa, aynı şekilde, hataları bilip, doğruya yöneltmekten anlayan
arkadaşlar da (çok seyrek bulunur.) Fakat, burada bir şer vardır; şöyle ki,
arkadaşlarının hatalarını görmezlikten gelen arkadaşlara sahiptir pek çokları;
diğerleri vardır, onları mazur görür; bir diğerleri onları dünyevî bahanelerle
savunur ve en kötüsü de, arkadaşını yanlışlara çağırıp yardım eden ve sonunu
kendi kötü sonuna benzetendir. Dikkat edin ki, böylelerini arkadaş
edinmeyesiniz; çünkü, gerçekten onlar düşmandırlar ve ruh katilleridirler.”
86.
“Arkadaşınız şöyle olsun: Sizi doğrultmak isterken bile, kendisi doğrulsun;
sizin Allah sevgisi için her şeyden geçmenizi isterken bile, Allah’a hizmet
için kendini bile feda etmeniz onu memnun etsin.
“Ama söyleyin bana, eğer bir kişi Allah’ı nasıl seveceğini bilmezse,
kendini ne şekilde seveceğini nasıl bilir; kendini sevmeği bilmezken,
başkalarını ne şekilde seveceğini nasıl bilir? Kesinlikle imkânsızdır bu. Bu
bakımdan, kendinize arkadaş seçeceğiniz zaman (çünkü, hiç arkadaşı olmayan,
oldukça yoksul olandır), önce, onun güzel soyuna, güzel ailesine, güzel evine,
güzel giysisine, güzel şekline ve güzel sözlerine bakmayın. Çünkü; kolayca
aldanırsınız. Fakat, Allah’tan nasıl korktuğuna, dünyalık şeyleri nasıl hakir
gördüğüne, salih amelleri nasıl sevdiğine ve hepsinin üstünde kendi bedeninden
nasıl nefret ettiğine bakın ki, gerçek arkadaşı kolayca bulasınız; eğer o her
şeyin üstünde Allah’tan korkuyor ve dünyanın fani şeylerini hakir görüyorsa;
her zaman salih amellerle meşgul oluyor ve kendi vücudundan zalim bir düşman
gibi nefret ediyorsa. Yine de, böyle bir arkadaşı, sevgin onda kalacak şekilde
sevmeyeceksiniz. Çünkü, (bu şekilde) bir puta tapıcı olursunuz. Ama, onu
Allah’ın size verdiği bir hediye olarak sevin; çünkü, bu şekilde Allah (onu)
daha büyük sevgiyle süsleyecektir. Bakın, size diyorum ki, gerçek bir arkadaş
bulan Cennet’in zevklerinden birini bulmuştur; hayır, hayır, böylesi Cennet’in
anahtarıdır.
Teddeus karşılık verdi: “Ya, bir adamın şans eseri, sizin anlattığınız gibi
olmayan bir arkadaşı olacak olursa, ey muallim? Ne yapsın o? Ondan vaz mı
geçsin?”
İsa cevap verdi: “Gemisini kârlı olduğu sürece kullanan, zararlı hale
geldiğini gördüğü zaman da bırakan denizcinin yaptığı gibi yapsın. Senden daha
kötü olan arkadaşını böyle yaparsın, senin için bir tehlike olduğu şeylerde
eğer Allah’ın rahmetinden ayrı düşmeyeceksen onu terk et.”
87.
“Vay haline tökezlerden dolayı dünyanın. Tökezlerin gelmemesi olmaz, tüm
dünya kötülükler içinde yüzüyor çünkü. Ama yine de, vay o adama ki, tökezler
onun vasıtasıyla gelir. Eğer bu adam boynunda bir el değirmeni taşıyıp, denizin
derinliklerine dalsaydı, komşusuna karşı suç işlemesinden daha iyi olurdu.
Eğer, gözünüz sizin bir günah nedeniyse, onu çıkarıp atın; çünkü, tek bir gözle
Cennet’e gitmek, ikisiyle birlikte Cehennem’e gitmekten daha iyidir. Eğer,
eliniz ya da ayağınız sizi günaha itiyorsa, (yine) aynı şekilde yapın; çünkü,
göklerin melekûtuna bir ayak ya da bir elle girmek, iki el ya da iki ayakla
Cehennem’e gitmekten daha iyidir.”
Petrus seslendi: “Rab, ben bunu ne yapayım? Muhakkak, kısa zamanda parça
parça olacağım.”
İsa cevap verdi: “Ey Petrus, bedeni aklı bırak ve doğruca gerçeği bul.
Çünkü, sana öğreten senin gözündür, sana işlerinde yardım eden ayağındır, sana
bir~şeyler alıp veren de elindir. Bu bakımdan, bunlar senin için günah nedeni
olursa, onları bırak; çünkü, Cennet’e bilgisiz, birkaç amelle ve yoksul gitmek,
Cehennem’e akıllı, büyük amellerle ve zengin gitmekten daha iyidir. Seni
Allah’a kulluktan alıkoyan her şeyi, bir kişinin görmesini engelleyen her şeyi
fırlatıp attığı gibi, kendinden çıkar at.”
Ve, İsa böyle söyleyip, Petrus’u yanına çağırdı ve ona dedi:
“Eğer, kardeşin sana karşı günah işlerse, git ve onu düzelt. Eğer düzelirse
sevin; çünkü, kardeşini kazanmış olursun. Ama, düzelmezse, yeniden git ve iki
tanık çağırıp, onu yeniden düzelt ve düzelmeyecek olursa git ve durumu kiliseye
anlat; yine de düzelmeyecek olursa, onu kâfir yerine koy, bu bakımdan, onunla
aynı çatı altında durmaz, onun oturduğu masada yemek yemez ve onunla
konuşmazsın; o kadar ki, yürürken ayağını koyduğu yeri bilirsen, oraya kendi
ayağını koymazsın.”
88.
Ama, aklında olsun ki, kendini daha iyi görmeyesin; bunun, yerine şöyle
diyesin: “Petrus, Petrus, eğer Allah nimetiyle sana yardım etmese, ondan daha
kötü olursun.”
Petrus karşılık verdi: “Onu nasıl düzeltmeliyim?”
İsa cevap verdi: “Kendinin nasıl düzeltilmesini istiyorsan öyle.
Başkalarının sana nasıl katlanmalarını istiyorsan, sen de başkalarına öyle
katlan. înan bana Petrus; çünkü sana söylüyorum ki, merhametle kardeşini
düzelttiğin her vakit Allah’ın merhametini çekersin ve sözlerin meyvesini
verir; fakat, sert ve haşin olursan, Allah’ın adaleti tarafından sertçe
cezalandırılırsın ve sözlerin hiç meyve vermez. Söyle bana
Petrus: Şu, yoksulların içinde yemeklerini pişirdikleri toprak kaplar var
ya, bunları onlar denk geldiğince taşlarla ve demir çekiçlerle mi yıkıyorlar?
Emin ol ki hayır; ama, bunların yerine sıcak suyla (yıkamıyorlar mı?) Kaplar,
demirle parça parça olur, yemek eşyası ateşte yanar; fakat, insan merhametle
düzelir. Dolayısıyla, kardeşini düzelteceğin zaman kendi kendine şöyle diyesin:
“Eğer Allah bana yardım etmezse, onun bugün yaptıklarının, ben daha kötüsünü
yaparım yarın.”
Petrus karşılık verdi: “Kardeşimi kaç kez bağışlamalıyım, ey muallim?”
İsa cevap verdi: “Onun seni kaç kez bağışlamasını istiyorsan, o kadar.”
Petrus dedi: “Günde yedi kez mi?”
İsa cevap verdi: “Yalnızca yedi kez değil, onu her gün yetmiş çarpı yedi
kez bağışlayacaksın; çünkü.-bağışlayan bağışlanacak, cezaya çarptıran ise
cezaya çarptırılacaktır.”
O zaman bu (satırlar) ı yazan dedi: “Yanıklar olsun reislere! Çünkü, Cehennem’e
gidecektir onlar.”
İsa, onu azarlayarak dedi: “Böyle demekle aptallaşıyorsun, ey Barnabas!
Bak, sana diyorum ki, reisin devlet için gerekli olduğu kadar, banyo vücut
için, gem at için ve dümen gemi için önemli değildir. Ve, hangi nedenle Allah Musa’ya,
Yuşa’ya, Samuel’e, Davud ve Süleyman’a ve gelip geçen daha pek çoklarına hüküm
verdi? Bunlara Allah, kötülüklerin kökünden kazınması için kılıç vermiştir.”
O zaman, bu (satırları) yazan dedi: “Şimdi, cezaya çarptırma ve bağışlama
hükümleri nasıl verilmeli?”
İsa cevap verdi: “Herkes hüküm verici değildir: -Çünkü, başkalarını cezaya
çarptırma hak ve yetkisi yalnızca hakimlere aittir, ey Barnabas. Ve, nasıl
baba, tüm beden çürümesin diye, çürümüş bir azanın oğlundan kesilip atılmasını
emrederse, hakim de suçluları cezaya çarptırmalıdır.”
89.
Petrus dedi: “Kardeşimin tövbe etmesi için ne kadar beklemem gerek?”
İsa cevap verdi: “Seni ne kadar beklemelerini istiyorsan o kadar.”
Petrus karşılık verdi: “Herkes bunu anlamaz; bu bakımdan, bize daha açık konuşun.”
İsa cevap verdi: “Allah’ın seni beklediği kadar, sen de kardeşini bekle.”
“Bunu da anlamazlar” dedi Petrus. İsa cevap verdi: “tövbe etmek için vakti
olduğu sürece bekle.”
O zaman, Petrus üzüldü ve diğerleri de (üzüldüler); çünkü, söylemek istenileni
anlamadılar. Bunun üzerine, İsa cevap verdi: “Eğer sağlam anlayış sahibiyseniz
ve kendinizin günahkâr olduğunuzu biliyorsanız, kalbinizi günahkâra karşı
merhametten kesmeyi hiçbir zaman düşünmezsiniz. Ve, ben böyle açık açık
söylüyorum size, ki günahkâr, dişlerinin altında nefes alıp verecek bir ruhu
oldukça tövbe etsin diye beklenmelidir. Çünkü, Kadir ve Rahim olan Allah’ımız
onu böyle bekler. Allah demedi ki, “Şu saatte günahkâr oruç tutacak, zekât
verecek, namaz kılacak ve hacca
gidecek ve ben de onu affedeceğim.” Pek çokları bunu yerine getirdiler de,
ebediyen lanete uğradılar. Fakat, O dedi: “Şu saatte günahkâr günahlarına
ağlasın, ben de, kendi payıma onun kötülüklerini daha fazla hatırlamam.”
Anlıyor musunuz?” dedi İsa.
Havariler cevap verdiler: “Kısmen anladık, kısmen de anlamadık.”
İsa dedi: “Neresini anlamadınız?” Cevapladılar: “Oruçla birlikte namaz da
kılan pek çok kişinin lanete uğramasını.”
O zaman, İsa dedi: “Bakın, size diyorum ki, münafıklar ve goyimler Allah’ın
dostlarından daha çok namaz kılar, daha çok zekât verir ve daha çok oruç
tutarlar. Ama, inançları olmadığından, Allah sevgisi için tövbe edemezler ve
böylece lanete uğrarlar.”
O zaman Yuhanna dedi: “Bize, Allah aşkına imanı öğret.”
İsa cevap verdi: “Şimdi, sabah namazını kılma vakti.” Bunun üzerine kalkıp
yıkandılar ve her zaman Sübhan ve Azîm Allah’ımıza ibadet ettiler.
90.
Namaz bitince, havarileri yeniden İsa’nın yanına geldiler, o da ağzını açtı
ve dedi: “Yaklaş Yuhanna; çünkü bu gün, sorduğun her şeyi sana anlatacağım.
İman, Allah’ın seçtiklerini mühürlediği bir mühürdür: mühür ki, Elçisi’ne
vermiş ve O’nun ellerinden seçilmiş olan herkes imanı almıştır. Çünkü, nasıl
Allah birdir, öyle de, iman da birdir. Bu nedenle, her şeyden önce Elçisi’ni
yaratmış olan Allah, O’na her şeyden önce, sanki Allah’ın benzeriymiş
(resmiymiş) ve Allah’ın yaptığı ve söylediği şeylerin hepsiymiş gibi imanı
vermiştir. Ve, işte, mümin imanla her şeyi birinin gözleriyle gördüğünden daha
iyi görür; çünkü, gözler yanılabilir; hatta, hemen hemen her zaman yanılır; ama
iman asla yanılmaz; çünkü, kaynak olarak Allah ve sözüne sahiptir. Bana inan,
imanla Allah’ın tüm seçtikleri kurtulur. Ve, herhangi bir kimsenin iman olmadan
Allah’ı memnun etmesinin imkânsız olduğu da kesindir. Bu nedenle şeytan, orucu
ve namazı, zekâtı ve haccı hiçe indirmek için çalışmaz; inanmayanları daha bu
işleri yapmaya iter; çünkü, insanın karşılığını almadan çalıştığını görmekten
zevk alır. Fakat, tüm gayretiyle imanı hiçe indirmek için sancılanır durur. Bu
bakımdan iman özenle bilhassa korunmalıdır ve en emin yol da, “Neden?”
sorusunun insanları Cennet’ten çıkardığını ve şeytan’ı en güzel bir melekten
çirkin bir cine çevirdiğini görerek, “Neden’i bırakmak olacaktır.”
O zaman Yuhanna dedi: “Şimdi biz, ilmin kapısı olduğunu göre göre, “Neden”
i nasıl bırakalım?”
İsa cevap verdi: “Öyle değil, “Neden” Cehennem’-in kapısıdır.”
Bunun üzerine Yuhanna sustu, İsa devam etti : “Allah bir şey söylediği
zaman ey insan, sen kimsin ki, kuşkun kalmasın diye, “Neden böyle dedin ey
Allah; neden böyle yaptın? diyecekmişsin? Toprak kap, olur ya, yapıcısına
diyecek mi ki,
“beni neden su tutmak için yaptın da, almak için yapmadın?” Bak, sana
diyorum ki, her iğvaya karşı şu sözle kendini güçlendirmen gerekir: “Allah
böyle dedi”, -Böyle yaptı Allah”; “Allah böyle diledi”; çünkü, böyle yapmakla
emniyet içinde yaşarsın.”
91.
Bu zamanda Yahudiye’nin her yanında, İsa hakkında büyük bir dedikodu vardı:
Romalı askerler şeytan’ın çalışmalarıyla, İsa’nın kendilerini ziyaret etmeye
gelen Allah olduğunu söyleyerek, İbranîler’i karıştırıyorlardı. Bunun üzerine,
öylesine büyük bir fitne doğdu ki, kırk gün demeden tüm Yahudiye silahlandı; o
kadar ki, oğul babasına, kardeş kardeşine karşı durdu. Çünkü, bazıları İsa’nın
dünyaya gelen Allah olduğunu söylerken, diğerleri, “Hayır, O Allah’ın oğludur”
diyor; bir diğerleri de, “Hayır; çünkü Allah insana benzemez, bu nedenle de,
oğul edinmez; Nasıralı İsa ise Allah’ın bir peygamberidir” diyorlardı.”
Ve, bu (fitne) İsa’nın gösterdiği büyük mucizeler nedeniyle doğmuştu.
Bunun üzerine, halkı susturmak için, başkâhinin alnında Allah’ın kutsal
adı, Teta Gramaton (aslından aynen alındı) olduğu halde kâhinlik cübbesini
giyip at üzerinde merasimde görünmesi gerekti. Ve, benzer şekilde vali Pilatus
ve Hirodes de ata bindiler.
Bu olaylar nedeniyle, Mizpeh’te, her biri kılıçlı 200.000 kişiden oluşan üç
ordu toplandı. Onlara karşı Hirodes konuştu, fakat susmadılar. Sonra, vali ve
başkahin konuşup dediler: “Kardeşler, bu savaş şeytan’ın çalışmasıyla doğuyor;
çünkü İsa hayattadır ve ona baş vurup, kendisi hakkında ifade vermesini
istememiz gerekir. Sonra da ne derse ona inanırız.”
Bunun üzerine herkes sustu; silahlarını bırakıp, birbirlerini kucakladılar
ve birbirlerine şöyle dediler: -“Beni affet, kardeş!”
O gün, kararlaştırıldığı biçimde herkes söyleyeceği şeye göre İsa’ya
inanmayı kalbine koydu. Ve, vali ile başkâhin tarafından, İsa’nın bulunduğu
yeri bildirecek olana büyük ödüller verileceği ilân edildi.
Barnaba İncili, 92-101. Bölüm
92.
Bu sırada biz, kutsal meleğin sözü üzerine Sina Dağı’na gitmiştik. Ve, İsa
orada havarileriyle birlikte kırk gün kaldı. Bu (süre) geçince, Kudüs’e gitmek
üzere İsa Erden ırmağına vardı. Ve, İsa’nın Allah olduğuna inananlardan biri
tarafından görüldü. Bunun üzerine sevinçlerin en büyüğüyle, -“Allah’ımız
geliyor” diye bağırıp, şehre varınca da, “Allah’ımız geliyor ey Kudüs, onu
almaya hazırlan!” diyerek tüm şehri ayaklandırdı. Ve, İsa’yı Erden yakınında
görmüş olduğuna tanıklık etti.
O zaman, küçük büyük herkes İsa’yı görmek için şehirden çıktı, o kadar ki,
şehir boşaldı; çünkü kadınlar, çocuklarını kucaklarına almışlar, yemek için
yiyecek almayı bile unutmuşlardı.
Bu durumu anladıkları zaman vali ve başkâhin atla çıkıp, halk arasındaki
fitnenin yatışması için, aynı şekilde İsa’yı bulmak için atla çıkan Hirodes’e
bir elçi gönderdiler. Bunun üzerine, iki gün Erden yakınındaki görülen yerlerde
İsa’yı aradılar ve üçüncü gün öğleye doğru, havarileriyle birlikte Musa’nın
kitabına göre ibadet için temizlenirken buldular.
İsa, yeri insanlarla dolduran kalabalığı görünce çok şaşırdı ve
havarilerine dedi: “Belki de şeytan Yahudiye’de fitne uyandırmıştır. şeytan’dan
günahkârlar üzerindeki egemenliğini Allah inşallah alır.”
Ve, bunu dediğinde kalabalık yaklaşıyordu ve kendisini tanıdıkları zaman,
“Hoş geldinler sana ey Allah’ınız!” diye bağırmaya ve Allah’a yapıyorlarmış
gibi saygı gösterilerinde bulunmaya başladılar. Bunun üzerine İsa büyük bir aah
çekti ve dedi: “Gidin benim önümden ey deliler; çünkü, ben yerin açılıp da
iğrenç sözlerinizden dolayı sizinle birlikte beni yemesinden korkuyorum!” Bunun
üzerine insanlar dehşete kapılarak, ağlamaya başladılar.
93.
O zaman, İsa sus işareti olarak elini kaldırdı ve dedi: “Siz var ya siz, ey
İsrailîler, bir insan olan bana Allah’ımız demekle büyük hata işlediniz. Ve,
korkarım ki, Allah bundan dolayı kutsal şehir üzerine, onu yabancılara köle
ederek ağır bir belâ indirir Ey, sizi buna iten bin kez lanetli şeytan!”
Ve bunu deyip, İsa iki elleriyle yüzünü tokatladı, bunun üzerine öylesine
bir yas yükseldi ki, kimse İsa’nın ne dediğini duyamıyordu. Bu durum
karşısında, İsa bir kez daha sus işareti olarak elini kaldırdı. Ve, halk
ağlamayı bırakınca, bir kez daha konuştu: “Göğün huzurunda itiraf ediyor ve yer
üzerinde oturan her şeyi tanıklığa çağırıyorum ki, ben sizin dediğiniz,
şeylerin tümüne yabancıyım; görüyor (sunuz) ki, ben, ölümcül (bir) kadından
doğmuş, Allah’ın hükmüne tabi, diğer insanlar gibi yeme ve uyuma, soğuk ve
sıcak dertlerini çeken bir insanım. Bu bakımdan, Allah hükmünü vereceği zaman;
sözlerim benim insandan öte olduğuma inananların her birini bir kılıç gibi
delip geçecektir.”
Ve, böyle dedik (ten sonra) İsa, çok büyük bir atlı kalabalığı gördü ve bundan
Hirodes ve başkâhinle birlikte valinin gelmekte olduklarını anladı.
O zaman İsa dedi: “Ne belli, belki onlar da delirmiştir.”
Vali, Hirodes ve başkâhinle birlikte oraya varınca, herkes atından inip,
İsa’nın çevresinde bir çember oluşturdular, o kadar ki, askerler İsa’nın
başkâhinle konuşmasını dinlemek isteyen halkı tutamıyorlardı.
İsa saygıyla kâhine yaklaştı, ama o İsa’nın önünde rükûya varıp, tapınmak
istiyordu ki, İsa bağırdı; “Yaptığına dikkat et, ey yaşayan Allah’ın kâhini!
Allah’ımıza karşı günah işleme!”
Kâhin karşılık verdi: “Şimdi, Yahudiye senin alâmetlerin ve öğretinle
öylesine kaynıyor ki, senin Allah olduğunu haykırıyorlar; bu nedenle, halk
sıkıştığından, Roma valisi ve kral Hirodes’le buraya gelmiş bulunuyorum. Bu
bakımdan, sana yürekten rica ediyorum ki, senin yüzünden ortaya çıkan fitneyi
kaldırmaya razı olasın. Çünkü, bazıları Allah olduğunu söylüyor, bazıları
Allah’ın oğlu olduğunu, bazıları da bir peygamber olduğunu söylüyor.”
İsa cevap verdi: “Ve sen, ey Allah’ın başkâhini, neden sen bu fitneyi
yatıştırmadın? Sen de mi yoksa aklını yitirdin? Allah’ın kanunu ile birlikte
peygamberlikler öylesine nisyana (unutulmaya) terkedilmiş ki, ey şeytan’ın
aldattığı lanetli Yahudiye!”
94.
Ve, İsa bunu söyleyip, yeniden dedi: “Göğün huzurunda itiraf ediyor ve yer
üzerinde oturan herkesi tanıklığa çağırıyorum ki, insanların hakkımda
dedikleri, yani, benim insandan öte olduğum (şeklinde söyledikleri) şeylerin
tümüne yabancıyım ben. Çünkü, bir kadından doğma, Allah’ın hükmüne tabi, burada
diğer insanlar gibi yaşayan ve herkesin çektiği dertlere maruz bir insanım ben.
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, dediğin şeyi söylemekle
büyük günah işledin, ey başkâhin. Bu günah nedeniyle kutsal şehir üzerine büyük
intikam gelmez inşallah.”
O zaman, kâhin dedi: “Allah bizi bağışlasın ve sen bizim için dua et.”
Sonra, vali ve Hirodes dediler: “Efendi, insanın senin yaptığını yapması
imkânsızdır; bu bakımdan, ne dediğini anlamıyoruz.”
İsa cevap verdi: “Dediğiniz doğru; çünkü, Allah insanda iyi şeyler yapar.
Nasıl ki, şeytan kötü şeyler yapıyor. Çünkü, insan bir dükkân gibidir. Oraya
rızasıyla giren çalışır ve orada satıcılık yapar. Fakat, söyleyin bana ey vali
ve sen ey kral, siz böyle dersiniz; çünkü bizim kanunumuza yabancısınız. Eğer,
Allah’ımızın ahdini ve vaadini okursanız, Musa’nın bir asayla suyu kana, tozu
pireye, çiği fırtınaya ve ışığı karanlığa çevirdiğini görürsünüz. Yerleri
kaplayan kurbağa ve fareleri Mısır’a getirdi, ilk doğanları öldürdü ve denizi
yardı da, orada Firavun’u boğdu. Ben, bunlardan hiç birini yapmış değilim. Ve,
Musa’ya gelince, herkes itiraf eder ki, o, şu anda ölmüş bir adamdır. Yuşa,
güneşi yerinde durdurdu ve Erden (ırmağını) yardı, ben bunları da henüz
yapmadım. Ve, Yuşa’ya gelince, herkes itiraf eder ki o şu anda ölmüş bir
adamdır. İlya gökten görüne görüne ateş ve yağmur indirdi, ben, bunları da
yapmış değilim. Ve, İlya’ya gelince, herkes itiraf eder ki, o bir insandır. Ve,
(aynı şekilde) Allah’ın kudretiyle, Kadir ve Rahîm, her zaman Sübhan ve Kuddüs
Allah’ımızı bilmeyenlerin akıllarının kavrayamayacağı şeyler yapan daha pek çok
peygamberler, kutsal insanlar, Allah’ın dostları.”
95.
Ardından, vali, başkâhin ve kral, İsa’dan halkı susturması için, yüksek bir
yere çıkıp halka konuşmasını rica ettiler. O zaman İsa, tüm İsrailîler kuru
ayakkabılarla geçerlerken Yuşa’nın Ürdün’ün orta yerinden on iki kabileye
aldırttığı 12 taştan birinin üzerine çıktı ve yüksek sesle dedi: “Kâhinimiz
yüksek bir yere çıksın da, oradan benim sözlerimi tasdik etsin.”
Bunun üzerine, kâhin oraya çıktı; İsa, herkes duysun diye, ona ayrıca dedi:
“Yaşayan Allah’ın vaadinde ve ahdinde, Allah’ımızın başlangıcı olmadığı ve
hiçbir zaman sonunun da olmayacağı yazılıdır.”
Kâhin, karşılık verdi: “Aynen böyle yazılıdır orada.”
İsa dedi: “Allah’ımızın yalnızca Kendi Sözü’yle her şeyi yaratmış olduğu
yazılıdır.”
“Aynen öyledir” dedi kâhin.
İsa dedi: “Allah’ın değişmeyen cisimsiz ve hiçbir şeyden oluşmaması
nedeniyle görünmez ve insan zihninden gizli olduğu yazılıdır.”
“Öyledir, gerçekten” dedi kâhin.
İsa dedi: “Allah’ımız sınırsız ve sonsuz olduğundan, gökler göğünün onu
ihata edemeyeceği yazılıdır.”
“Süleyman Peygamber de böyle söyledi ey İsa” dedi kâhin.
İsa dedi “Allah’ın yemediğinden, uyumadığından ve her hangi bir eksiklikle
malûl olmadığından, hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı yazılıdır.
“Öyledir” dedi kâhin.
İsa dedi: “Allah’ımızın her yerde olduğu ve vurup düşüren ve bütünleştiren
ve razı olduğu her şeyi yapan O’ndan başka hiçbir ilâh olmadığı yazılıdır.”
“Öyle yazılıdır” diye karşılık verdi kâhin.
O zaman İsa ellerini yukarı kaldırarak dedi: “Allah’ımız Rabb, tersine
inanacak herkese karşı şahit olarak, senin hükmüne getireceğim inancım budur.”
Ve, halka dönerek dedi:
“Kâhinin, Allah’ın ebediyete kadar ahdi olan Musa’nın kitabında yazılıdır
dediği şeylere bakarak tövbe edin, ki günahınızı idrak edebilesiniz; çünkü ben
görünen bir insan ve yeryüzünde yürüyen diğer insanlar gibi ölümlü bir çiğnem
çamurum. Ve, benim bir başlangıcım oldu, sonum da olacak ve (ben) bir sineği
(bile) yeniden yaratamayan biri (yim).”
Bunun üzerine, halk sesli sesli ağlayıp dedi: “Günah işledik sana karşı
Allah’ımız Rabb; bize merhamet et.” Ve, kutsal şehrin güvenliği, Allah’ın
kızarak onu milletlerin ayaklarının altına teslim etmemesi için İsa’ya dua et
diye hepsi de yalvardı. Bu durum karşısında, İsa ellerini kaldırarak, kutsal
şehir ve Allah’ın insanları için dua etti. Herkes bağrışıyordu: “Amin, amin!”
96.
Dua bitince kâhin yüksek bir sesle dedi: “Dur İsa; çünkü, milletimizi
sakinleştirmek için senin kim olduğunu bilmemiz gerekiyor.”
İsa karşılık verdi: “Ben, Davud soyundan Meryem oğlu İsa, ölümlü ve
Allah’tan korkan bir insanım ve şan, şeref ve azametin Allah’a verilmesine
çalışıyorum.”
Kâhin cevap verdi: “Musa’nın kitabında, Allah’ın ne dilediğini bize ilân
edecek ve dünyaya Allah’ın rahmetini getirecek olan. Mesih’i Allah’ın bize
herhalde göndereceği yazılıdır. Bu bakımdan, senden rica ediyorum, bize gerçeği
söyle, sen beklediğimiz Allah’ın Mesihi misin?”
İsa cevap verdi: “Allah’ın böyle vaat ettiği doğrudur. Fakat ben kuşkusuz o
değilim; çünkü o benden önce yaratılmıştır ve benden sonra gelecektir.”
Kâhin karşılık verdi: “Sözlerinden ve alâmetlerinden, biz ne olursa olsun
inanıyoruz ki, sen Allah’ın bir peygamberi ve bir mukaddesisin. Bu nedenle, tüm
Yahudiye ve İsrail adına senden rica ediyorum ki, Allah aşkına bize Mesih’in ne
şekilde geleceğini anlatasın.”
İsa cevap verdi: “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah,
babamız İbrahim’e, “Senin soyundan yeryüzünün tüm kabilelerini kutsayacağım”
diye vaat etmişse de, ben yeryüzünün tüm kabilelerinin beklediği Mesih değilim.
Fakat, Allah beni dünyadan çekip alınca, şeytan dinsizleri benim Allah ve
Allah’ın oğlu olduğuma inandırarak, bu lânetli fitneyi yeniden çıkaracak, bu
şekilde sözlerim ve akidem öylesine tahrif edilecek ki, ortada otuz mümin ya
kalacak, ya kalmayacak. Bunun üzerine Allah dünyaya acıyacak ve her şeyi
kendisi için yaratmış olduğu Elçisi’ni gönderecek; O güneyden kuvvetle gelecek
ve puta tapıcılarla birlikte putları yok edecek; şeytan’-dan insanlar
üzerindeki egemenliği (ni) alacak. Yanında, kendisine inanacak olanların
kurtuluşu için Allah’ın merhametini getirecektir. Onun sözlerine inanacak
olanlara (ne) mutlu.”
97. “MUHAMMED O’nun kutlu adıdır”
“O’nun ayakkabı bağlarını çözecek değerde değilsem de, Allah’tan O’nu görme
rahmet ve bereketini aldım.”
O zaman, vali ve kralla birlikte kâhin cevap verip, dedi: “Üzme kendini ey
İsa, Allah’ın mukaddesi; çünkü, bizim zamanımızda bu fitne bir daha olmaz,
şundan ki, kutlu Roma senatosuna o şekilde yazacağız ki, împaratorluk
iradesiyle kimse sana bundan böyle Allah ya da Allah’ın oğlu demeyecektir.”
O zaman, İsa dedi: “Sözlerinizden teselli bulmuyorum; çünkü sizin ışık
umduğunuz yere karanlık gelecektir; fakat benim tesellim, hakkımdaki her batıl
düşünceyi yok edecek ve dini tüm dünyaya yayılıp, (tüm dünyayı) kontrolüne
alacak olan Elçi’nin gelmesindedir; çünkü böyle vaat etmiştir Allah, babamız
İbrahim’e. Ve, bana teselli veren, onun dininin sona ermeyecek ve Allah
tarafından el değmeden korunacak olmasıdır.”
Kahin karşılık verdi: “Allah’ın Elçisi geldikten sonra, (daha) başka
peygamberler gelecek mi?”
İsa cevap verdi: “Ondan sonra Allah tarafından gönderilen gerçek
peygamberler gelmeyecek ama, pek çok yalancı peygamber gelecek; ki ben buna
üzülüyorum. Çünkü, şeytan Allah’ın adaletli hükmüyle onları yerlerinden
kaldıracak da, kendilerini, benim kitabımı bahane edinip gizleyecekler.”
Hirodes karşılık verdi: “Bu tür dinsizlerin huzuruna geleceği Allah’ın
adaletli hükmü nasıl bir şeydir?”
İsa cevap verdi: “Ne adalettir ki, kurtuluşa götüren gerçeğe inanmayan,
lanete götüren bir yalana inanır. Bu nedenle size diyorum ki, Mika ve Yeremya
zamanında da görülebileceği üzere, dünya hep gerçek peygamberleri horlamış ve
yalancıları sevmiştir. Çünkü, her benzer kendi benzerini sever.”
O zaman, kâhin dedi: “Mesih’e ne ad verilecek ve hangi işaret (ler) onun
gelişini ortaya koyacaktır?”
İsa cevap verdi: “Mesih’in adı hayranlık uyandırır; çünkü Allah ruhunu
yaratıp da, göksel bir nur içine koyduğu zaman ona (bu) adı kendisi vermiştir.
Allah dedi: “Bekle Muhammed; çünkü senin uğruna Cennet’i, dünyayı ve yığınlarca
yaratığı yaratacağım, içlerinden seni bir elçi yapacağım, öyle ki, kim seni
kutsarsa kutsanacak, kim seni lanetlerse lânetlenecektir. Seni, dünyaya
göndereceğim zaman, kurtuluşa elçim olarak göndereceğim ve senin sözün gerçek
olacak. O kadar ki, gök ve yer düşecek. Fakat senin dinin düşmeyecek. MUHAMMED
O’nun kutlu adıdır.”
O zaman, kalabalık seslerini yükseltip, dediler: “Ey Allah, bize elçini
gönder! Ey Muhammed, dünyanın kurtuluşu için çabuk gel!”
98.
Ve, kalabalık böyle deyip, İsa ile ilgili ve akidesi ile ilgili büyük
görüşmeler yapmış olarak, kâhin, vali ve Hirodes’le birlikte ayrıldılar. Bundan
sonra kâhin, Roma’ya, Senato’ya tüm meseleyi yazmasını validen rica etti; vali
bunu yerine getirdi. Bunun üzerine, Senato İsraililere acıyıp, Yahudilerin
peygamberi Nasıralı İsa’ya ‘Allah’ ya da ‘Allah’ın oğlu’ diyenin öldürüleceği
hükmünü verdi. Bu hüküm, bakır üzerine kazınıp mabede kondu.
Kalabalığın büyük bölümü ayrıldığı zaman, kadın ve çocuk olmayan 5000 kadar
kişi kaldı; yolculuktan yorgun düşmüş, İsa’ya olan özlemleri nedeniyle
yanlarına almayı unuttuklarından iki gün ekmeksiz kalan ve bundan dolayı çiğ ot
yiyen (kişilerdi) bunlar bu bakımdan, diğerleri gibi ayrılıp gidememişlerdi.
O zaman İsa, bu (durum)u sezince onlara acıdı ve Filipus’a dedi: “Açlıktan
helak olmamaları için bunlara nereden ekmek bulacağız?”
Filipus cevap verdi: “Rab, her birinin birazcık tatması için bile, 200
altın bu kadar ekmeği satın alma (ya yetmez)” O zaman Andreas dedi: “Burada beş
somunu ve iki balığı olan bir çocuk, var, fakat bu kadar (kişi) için nedir ki
bu?”
İsa cevap verdi: “Kalabalığı oturtun.” Ellişer kırkar otlar üzerine
oturdular. O zaman İsa dedi: “Allah’ın adıyla! (Bismillah)” ve, ekmeği alıp,
Allah’a dua etti ve sonra ekmeği bölüp havarilere verdi, havariler (de)
kalabalığa verdiler ve balıkları da böyle yaptılar. Herkes yedi ve herkes
doydu. O zaman İsa dedi: “Artanları toplayın.” Havariler parçaları toplayıp on
iki sepet doldurdular. Bunun üzerine herkes elini gözlerine koyup, dedi:
“Uyanık mıyım, yoksa düş mü görüyorum?” Ve, büyük mucize nedeniyle
kendilerinden geçmiş gibi bir saat öyle kalakaldılar.
Ardından İsa, Allah’a şükredip, onları dağıttı, fakat ayrılmak istemeyen
yetmiş iki kişi vardı; bu durum karşısında İsa, inançlarını anlayıp, onları
şakirdi olarak seçti.
99.
Erden yakınındaki Tire’de çölün boş bir parçasına çekilen İsa, yetmiş iki
(kişi) yi, on ikiyle birlikte çağırdı ve kendisi bir taşın üzerine oturup,
onları da yanına oturttu. Ve, bir ah çekişle ağzını açtı ve dedi: “Bu gün
Yahudiye’de ve İsrail’de büyük bir kötülük gördük ve öyle bir (kötülük ki),
göğsümün içinde kalbim Allah korkusuyla titreyip duruyor. Bakın, size diyorum
ki, Allah kendi şanını kıskanır ve İsrail’i bir sevgili gibi sever. Bir genç
bir hanımı sevdiğinde, o kendisini sevmez de, başkasını (severse), kızar ve
rakibini öldürür, biliyorsunuz. Allah da böyle yapar, diyorum size: çünkü,
İsrail herhangi bir şeyi sevip, bu nedenle de Allah’ı unutur, Allah da böyle
bir şeyi hiçe indirir. Şimdi, hangi şey burada, yeryüzünde, Allah için din
adamlığı ve kutsal mabetten daha kıymetlidir?
Bununla birlikte, Yeremya peygamber zamanında insanlar Allah’ı unutmuşlardı
ve tüm dünyada bir benzeri yok diye yalnızca mabetle övünüyorlardı; o zaman
Allah gazaba gelip, bir orduyla Babil kralı Buhtunnasır’a kutsal şehri aldırdı
ve kutlu mabetle birlikte yaktırdı. O kadar ki, Allah’ın peygamberlerinin
dokunmak (korkusuyla) titrediği tüm kutsal şeyler kötülük dolu kafirlerin
ayakları altında ezildi
İbrahim, oğlu İsmail’i hak olandan biraz daha fazla sevdi; bunun üzerine
Allah İbrahim’in kalbindeki bu şerli sevgiyi öldürmek için, ona oğlunu
boğazlamasını emretti; bıçak kesmiş olsaydı, bunu yapacaktı.
Davud Abşelom’u şiddetle sevdi ve bu nedenle Allah, oğulun babasına isyan
etmesine hükmetti ve (oğul) saçından asılıp, Yoab tarafından öldürüldü- Ey
Allah’ın korkunç hükmü, Abşelom saçını her şeyden çok severdi de, bu (saç)
kendisinin asıldığı bir ipe döndü!
Suçsuz Eyüp, yedi oğlu ve üç kızını (gereğinden fazla) sevecekti ki, Allah
kendisini şeytan’ın eline verdi. (şeytan da) onu bir günde yalnızca
oğullarından ve zenginliğinden yoksun bırakmakla kalmadı, Aynı zamanda onu acı
bir hastalıkla çarptı. O kadar ki, yedi yıl süreyle bedeninden kurtlar çıktı.
Babamız Yakup Yusuf’u öteki oğullarından daha çok sevdi: bunun üzerine
Allah onu sattırdı ve bu aynı oğullara Yakub’u aldattırdı; o kadar ki,
kurtların oğlunu yediğine inandı ve böylece ağlaya ağlaya on yıl geçirdi.
100
“Allah sağ ve diridir ki kardeşler, Allah bana kızar diye korkuyorum. Bu
bakımdan, Yahudiye ve İsrail’e varıp, on iki İsrail kabilesine aldanmamaları
için vaazlarda bulunmalısınız.”
Havariler korku içinde ağlayarak cevap verdiler: “Bize ne emredersen
yaparız.”
O zaman İsa dedi: “Üç gün namaz kılıp oruç
tutalım, bundan sonra da her akşam ilk yıldız görünüp, namaz bittiğinde, üç kez
daha namaz kılıp, üç kez O’ndan merhamet isteyelim; çünkü; Israililer’in günahı
başka günahlardan üç kez daha ağırdır.”
Öyle yapalım” diye karşılık verdi havariler.
3. günün bitiminde dördüncü günün sabahı, İsa tüm şakirtlerini ve
havarilerini çağırıp, kendilerine dedi:
“Barnabas ve Yuhanna benimle kalsın yeter; siz diğerleri tüm Samiriye,
Yahudiye ve İsrail yörelerine gidip, tövbeyi anlatın; çünkü, balta, kesip
devirmek için ağaca inmek üzeredir. Ve, hastalar için de dua edin; çünkü Allah
bana her hastalık üzerinde yetki vermiştir.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan dedi: “Ey muallim, eğer havarilerine tövbe
etme şekli sorulursa, ne cevap versinler?”
İsa karşılık verdi: “Bir adam cüzdanını yitirdiğinde, onu görmek için
yalnızca gözünü mü, ya da almak için yalnızca elini mi, ya da sormak için
yalnızca dilini mi öne sürer? Kesinlikle hayır, ama, tüm bedenini öne sürüp,
onu bulmak için ruhunun tüm gücünü kullanır. Doğru değil mi?”
O zaman, bu (satırları yazan) cevap verdi: “Doğruların doğrusu.”
101. Günahkar Nasıl tövbe Etmelidir?
Sonra İsa dedi: “tövbe, kötü yaşantının ters yüzüdür; çünkü, her duyu günah
işlerken yaptığının tam tersine dönmelidir. Sevinç yerine keder konmalı, gülme
yerine ağlama, gülüp eğlenme yerine oruç, uyuma yerine gece ibadetleri, boş
vaktin yerine faaliyette bulunma, şehvetin yerine arılık, masal söyleme
ibadete, hırs ve tamah da sadaka vermeye dönüşsün.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: “Ama, kendilerine nasıl
kederleneceğimiz, nasıl ağlayacağımız, nasıl oruç tutacağımız, nasıl faaliyet
göstereceğimiz, nasıl arı-duru kalacağımız, nasıl namaz kılacağımız ve infakta
bulunacağımız sorulursa ne cevap verecekler? Ve, nasıl tövbe edileceğini
bilmiyorlarsa, doğru olarak nasıl kefarette bulunacaklar?”
İsa cevap verdi: “îyi sordun ey Barnabas, İnşallah her şeye tam olarak
cevap vermek arzusundayım. Bu bakımdan, size bu gün genel olarak tövbeden söz edeceğim
ve bir (iniz)e söylediğimi hep (iniz)e söylüyorum (demektir).”
“Öyleyse bil ki, tövbe bir başka şeyden daha fazla olarak salt Allah
sevgisi için yapılmalıdır. Aksi halde tövbe etmek boşuna olacaktır. (Durumu)
size bir benzetmeyle anlatayım.
“Her bina, temeli çekip alındığında yıkılıp, enkaz haline gelir; doğru
mudur bu?”
“Doğrudur” diye karşılık verdi havariler.
O zaman İsa dedi: “Bizim kurtuluşumuzun temeli Allah’tır. O’nsuz kurtuluş
olmaz. İnsan günah işlediği zaman, kurtuluşunun temelini yitirmiş olur; bu
bakımdan, (işe) temelden başlamak gerekir.”
“Söyle bana, köleleriniz size karşı suç işleseler ve siz de, onların size
karşı işledikleri suçtan dolayı değil de, ödüllerini yitirdiklerinden dolayı
üzüldüklerini bilseniz, kendilerini bağışlar mısınız? Kesinlikle, hayır. (Öyle
de,) size diyorum ki, Allah, Cennet’i yitirdiklerinden dolayı pişman olanlara
işte böyle yapacaktır. Bütün iyiliklerin düşmanı olan şeytan, Cennet’i yitirip,
Cehennem’i kazandığı için büyük pişmanlık gösterdi. Ama, hiç merhamet (yüzü)
görmeyecek artık o, neden biliyor musun? Çünkü, onda Allah sevgisi yoktur;
bırakın bunu, Yaratıcı’sından nefret eder o.”
Barnaba İncili, 102-111. Bölüm
102.
“Bakın, size diyorum ki, her hayvan tabiatı gereği, arzu ettiği şeyi
yitirirse yitirilmiş olan (bu) iyilik için kederlenir. Bunun gibi, gerçekten
tövbe edecek olan günahkâr da, içinde Yaratıcı’sına karşı yaptığı şeyi
cezalandırma arzusu duymalıdır. O şekilde ki, ibadet ettiği zaman, Allah’tan
Cennet dilenmeye ya da Cehennem’den kurtulmayı (istemeye) kalkışmaz. Bunun
yerine utanarak Allah önünde secdeye varır, der: “Ey Rabb, sana kulluk etmesi
gereken zamanda, hiç yoktan sana karşı aşırı giden suçluya bak. Bu nedenle
burada, yaptığının düşmanın olan şeytan’ın eliyle değil, Senin elinle
cezalandırılmasını diliyor; şundan ki, dinsizler Senin yaratıkların karşısında
sevinmesinler. İstediğin biçimde cezalandır, ceza ver ey Rabb; çünkü Sen bana
hiçbir zaman bu hayırsızın hak ettiği kadar çok azap etmezsin.”
“Böylece, bu tövbe biçimine sarılan günahkâr, adalet isteğine oranla
Allah’tan daha çok merhamet görecektir.”
“Emin olun ki, iğrenç bir saygısızlıktır günahkârın gülmesi; o kadar ki, bu
dünya, babamız Davud’un haklı olarak söylediği gibi, bir göz yaşları
vadisidir.”
“Kölelerinden birini oğul edinen ve mülkündeki her şey üzerine efendi yapan
bir kral vardı. Şimdi, öyle oldu ki, şerli bir adamın kandırmasıyla zavallı
kralın gözünden düştü; yalnızca içten içe değil, aynı zamanda hakir görülüp,
gün be gün çalışarak kazandığı her şeyden yoksun bırakılarak büyük acılar
çekti. Siz sanır mısınız ki, bu adam şu ya da bu vakit güle (bili) r?”
“Kesinlikle hayır” (diye) cevap verdi havariler, “çünkü, eğer kral bunu
bilmiş olsa, gözünden düştüğünü görüp onu köleleştirir. Ama, her halde o, gece
gündüz (demeden) ağlar.”
O zaman İsa ağlayarak dedi: “Yazıklar olsun dünyaya; çünkü sonsuz azap
kesindir onun için. Ey zavallı insanlık, Allah seni bir oğul (hikayecikteki
mecaz anlamında) olarak seçip, sana Cennet’i bahşetti, ama sen orada, ey
zavallı, şeytan’ın etkisiyle Allah’ın gözünden düştün ve Cennet’-ten atılıp,
pis dünyaya mahkûm edildin; burada tüm şeyleri zahmetle elde edersin ve her iyi
çalışma sürekli günah işlemekle senden, alınır. Ve, dünya sadece güler ve daha
kötüsü, en büyük günahkâr olan herkesten daha çok güler. Bu bakımdan dediğiniz
gibi olacak, yani Allah, günahlarına gülen ve onlar için ağlamayan günahkarı
ebedi ölüme çarptıracaktır.”
103.
“Günahkârın ağlaması, bir babanın ölmek üzere bulunan oğluna ağlaması gibi
olmalıdır. Ah (şu) insanın deliliği (ah), kendinden ruh (u) ayrılan bedene
ağlar da, günah nedeniyle Allah’ın merhametinden ayrılan ruha ağlamaz.
“Söyleyin bana, denizci, gemisi fırtınaya tutulup parçalandığı zaman
yitirdiği şeyleri ağlamakla geri getirebilecek olsa ne yapar? Belli ki,
(oturup) acı acı ağlar. Ama, size diyorum ki size, insan ağladığı her şeyde
günaha girer de, yalnızca günahına ağladığı zaman (girmez). Çünkü, insana gelen
her belâ kurtuluşu için Allah’tan gelir ki, (daha) buna sevinmesi gerekir.
Fakat, günah, insanın helaki için şeytan’dan gelir de, insan buna üzülmez.
Mutlaka buradan fark ediyorsunuz ki, insan kayıp peşindedir, kâr değil.”
Bartalemus dedi: “Rab, kalbi ağlamaya yabancı olduğu için ağlayamayan kimse
ne yapsın?”
İsa cevap verdi: “Gözyaşı dökenlerin hepsi ağlamıyor, ey Bartalemus. Allah
sağ ve diridir ki, gözlerinden hiç yaş düşmeyen, (ama yine de) göz yaşı döken
bin kişiden daha çok ağlayan insanlar bulunur. Birgünahkârın ağlaması,
üzüntünün ağırlığı nedeniyle dünyevî sevginin tüketilmesidir. O kadar ki, nasıl
güneş ışığı en üste konanı bozulup çürümekten korursa, aynen öyle de, bu
tükeniş ruhu günahtan korur. Eğer Allah, gerçekten tövbe edene denizin suları
kadar göz yaşı verecek olsa, o, çok daha fazlasını arzular ve böylece bu arzu,
yanan bir ocağın bir damla suyu tükettiği gibi, seve seve dökeceği bu küçücük
damlayı da tüketir. Fakat, hemen hıçkırıklarını koyuverenler, yükü azaldıkça
daha hızlı giden at gibidirler.”
104.
“Mutlaka, hem içte sevgisi, dışta göz yaşı olan insanlar da vardır. Fakat,
bu şekilde o, bir Yeremya gibi olacaktır. Allah, ağlamada göz yaşından çok
üzüntüye bakar.”
O zaman Yuhanna dedi: “Ey muallim, insan günahtan başka şeyler üzerine
ağlamakla nasıl kaybeder?”
İsa cevap verdi; “Eğer, Hirodes sana tutman için bir gömlek verse ve
ardından onu senden çekip alsa, bu senin için bir ağlama nedeni olur mu?”
“Hayır” dedi Yuhanna” O zaman, İsa dedi: “Şimdi, insan hiçbir şey
yitirmediği zaman, ağlamasına neden yoktur, yitirdiği zaman da yoktur; çünkü,
her şey Allah’ın elinden gelir. Öyleyse, Allah’ın istediği zaman elindekini
çıkarma kudreti olmasın mı, ey aptal adam? Madem senin olan senin, günah
kendinin, öyleyse sen bunun için ağlayacaksın, bir başka şey için değil.”
Matta dedi: “Ey muallim, tüm Yahudiye önünde Allah’ın insana hiç
benzemediğini itiraf ettin, şimdi de, insanın (her şeyi) Allah’ın elinden
aldığını söylüyorsun; o halde, Allah’ın eli olduğuna göre, insana benzeyen bir
yanı var (demektir).”
İsa cevap verdi “Yanılgı içindesin ey Matta ve kelimelerin anlamını
bilmeyen pek çokları da bu şekilde yanılmışlardır. însan, kelimelerin dış
(biçim) ini değil, insan konuşmasını bizimle Allah arasında bir yorumcuymuş
gibi görerek, anlamı göz önüne almalıdır. Bilmez misiniz ki, Allah babalarımıza
Sina dağında konuşmak dilediği zaman, babalarımız, “Bize sen konuş ey Musa,
Allah bize konuşmasın, yoksa ölürüz” diye haykırmışlardı? Ve, Allah İşaya
peygamber aracılığıyla ne dedi (bilmez misiniz) ki, gök yerden ne kadar uzaksa,
Allah’ın yol ve yöntemleri insanların yol ve yönteminden o kadar uzaktır.”
105.
“Allah Öylesine ölçümlenemezdir ki, O’nu anlatmaktan titriyorum. Ama, sizin
için bir girişimde bulunmam gerekiyor. Size diyorum ki, gökler dokuz (tanedir)
ve birbirlerine olan uzaklığı, birinci göğün yerle olan uzaklığı kadardır. Bu
da yerden 500 yıllık bir yolculuk uzaklığındadır. Bu bakımdan, yer en yüksek
gökten 4500 yıllık bir yolculuk uzaklığında (olmakta) dır. Size diyorum ki,
yine (yer) birince göğe oranla bir iğnenin ucu gibidir. Birinci gök aynı şekilde
İkinciye oranla bir nokta gibidir ve bunun gibi tüm gökler bir sonrakinden daha
küçüktür Fakat tüm göklerle birlikte yerin tüm büyüklüğü, Cennet’e oranla bir
nokta gibidir, olmadı, bir kum taneciği gibidir. Bu büyüklük ölçülemez değil
midir?”
Havariler cevap verdiler: “Evet, mutlaka.”
O zaman, İsa dedi: “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki,
Allah’ın (Arşı?) önünde Kâinat bir kum taneciği kadar küçüktür ve Allah (‘ın
Arşı?) Kâinat’tan, tüm gökleri, Cennet’i ve daha başka şeyleri doldurmak için
gidecek kum taneleri sayısınca büyüktür. Şimdi, bakın bakalım; Allah, yeryüzü
üzerinde küçük bir çamur parçası olan insanla herhangi bir şekilde
oranlanabilir mi? öyleyse, dikkat edin de eğer ebedî hayatı elde etmek
istiyorsanız, çıplak kelimelere değil, anlama bakın.”
Havariler karşılık verdiler: “Yalnızca Allah bilebilir kendini ve (durum)
gerçekte İşaya peygamberin dediği gibidir: “O, insan duyularından gizlidir.”
İsa cevap verdi: “Evet, böylesi doğrudur; bu bakımdan, Cennet’te
olduğumuzda, burada kişinin bir damla tuzlu sudan denizi tanıdığı gibi, biz de
Allah’ı tanıyacağız.”
“Dersime dönecek olursam, size diyorum ki, insan yalnızca günahı için
ağlamalıdır. Çünkü, günah işlemekle insan Yaratıcı’sını bir yana iter. Ya,
eğlencelere ve ziyafetlere gidip duran insan nasıl ağlayacaktır? Bu ateş
çıkaracakmış gibi ağlayacaktır o! Eğer nefisleriniz üzerinde hakimiyetiniz
varsa, ziyafetleri oruca çevirmelisiniz. Çünkü böyle bir hakimiyete sahiptir
Allah’ımız.”
Teddeus dedi: “Öyleyse madem, Allah’ın üzerinde hakimiyeti bulunan nefsi
vardır.” İsa cevap verdi: “Yine mi geriye dönüp, “Allah’ın bunu vardır”, “Allah
böyledir” gibi (sözler) söylemek? Deyin bana, insanın nefsi var mıdır?”
“Evet” (diye) cevap verdi havariler.
İsa dedi: “Bir insan bulunabilir mi ki, içinde hayat olsun da nefsi
çalışmasın?”
“Hayır” dedi havariler.
“Siz kendinizi aldatıyorsunuz” dedi İsa, “çünkü, kör, sağır, dilsiz ve
kötürüm insan için nefis nerdedir? Ya, bir insan bayıldığı zaman?”
O zaman havariler şaşırdılar; İsa yine dedi: “İnsanı meydana getiren üç şey
vardır; her biri kendi başına ayrı üç şey: Ruh, nefis ve ceset. Allah’ımız ruhu
ve bedeni duyduğunuz gibi yaratmıştır, ama nefsi nasıl yarattığını henüz
işitmediniz. Bu bakımdan, yarın inşallah size hepsini anlatacağım.”
Ve, İsa böyle deyip Allah’a şükretti ve halkımızın kurtuluşu için dua etti,
hepimiz de “Amin” dedik.
106.
Sabah namazını bitirince İsa bir palmiye ağacının altına oturdu ve
havarileri orada kendisine yaklaştılar. O zaman İsa dedi: “Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, hayatımız konusunda pek çokları aldanıyor. Ruh
ve nefis birbirine öylesine bitişiktir ki, insanların büyük bölümü ruh ve nefsi
bir ve aynı şey olarak görür ve onu özde değil de, yaptığı işe göre kısımlara
ayırıp, duygusal, bitkisel ve zihinsel ruh diye adlar takar. Ama bakın, size
diyorum ki, ruh birdir, düşünür ve yaşar. Ey aptallar, hayat olmadan zihinsel
ruhu nereden bulacaklar? Emin olun ki, hiç (bulamayacaklar) ama, duyular
olmadan hayat, nefis kendisini terk ettiği zaman bayılanda görüldüğü gibi hemen
bulunabilir.”
Teddeus karşılık verdi: “Ey muallim, nefis hayatı terk ettiği zaman insanın
hayatı olmaz.”
İsa cevap verdi: “Bu doğru değil; çünkü insan, ruh ayrıldığı zaman hayattan
yoksun olur; çünkü ruh, mucize dışında bir daha bedene dönmez, fakat nefis
duyduğu korku nedeniyle ya da ruhun duyduğu üzüntü nedeniyle ayrılır. Çünkü,
nefsi Allah zevk için yaratmıştır ve nasıl beden yemekle yaşıyor ve ruh da
bilgi ve aşkla yaşıyorsa, o da yalnızca bununla (zevkle) yaşar. Bu nefis şimdi,
günah nedeniyle Cennet’in zevkinden yoksun bırakılmasının kızgınlığıyla ruha
karşı isyan halindedir. Bu bakımdan, onun bedenî zevk (ler) -le yaşamasını
istemeyen için, onu manevî zevk (ler) le beslemeye çok büyük ihtiyaç vardır.
Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, onu yaratan Allah, onu cehenneme ve
acımasız kar (lar) a ve buz (lar) a mahkûm etti; çünkü, o kendisinin Allah
olduğunu söyledi; fakat, Allah onu, yiyeceğini alıp da besininden yoksun
bırakınca, Allah’ın bir kölesi ve O’nun ellerinin işi olduğunu itiraf etti Ve,
şimdi söyleyin bana, nefis dinsizlerde nasıl çalışır? Emin olun ki, onlarda Allah
gibidir o, Allah’ın kanununu bırakarak nefsin peşinden gittiklerini
görüyorsunuz. Bu bakımdan, onlar iğrençleşirler ve hiçbir salih amelde
bulunmazlar.”
107.
“Ve, günaha üzülmenin peşinden gelen ilk şey oruç tutmaktır. Belli bir
yemeğin kendisini hasta ettiğini gören, ölmekten korkarak, yediğine üzüldükten
sonra, hastalanmamak için bu yemeği bırakır. Günahkâr da böyle yapmalıdır.
Zevkin kendisini, dünyanın bu iyi şeylerinde nefse uyarak yaratıcısı Allah’a
karşı günaha sürüklediğini görür, bırakın böyle yaptığına üzülsün; çünkü, bu
kendisini Allah’tan, hayatından yoksun bırakmakta ve sonsuz Cehennem ölümü
vermektedir. Ama, insan yaşarken dünyanın bu güzel şeylerine ihtiyaç
duyduğundan, burada oruç gereklidir. Öyleyse, bırakın da nefsi kırsın ve Rabb’i
olan Allah’ı bilsin. Ve, nefsin oruçtan nefret ettiğini görünce de, bırakın,
sonsuz üzüntüden başka hiçbir zevkin olmadığı Cehennem’in durumunu koysun
önüne; bir tek zerresi tüm dünyanın zevklerinden daha büyük olan Cennet’in
zevklerini koysun önüne. Bu şekilde kolaylıkla durgunlaşacaktır o; çünkü, çoğu
elde etmek için azla yetinmek, azın içinde tepinip, bütünden yoksun kalmaktan
ve azap içinde kalmaktan daha iyidir.
“İyi oruç tutmak için zengin ağırlayıcıyı hatırlamanız gerek. Çünkü, burada
yeryüzünde her günü zevk sefa içinde geçirmek isteyen, tek bir damla sudan
ebediyen yoksun kaldı; öte yandan, burada, yeryüzünde kırıntılarla yetinen
Lazarus Cennet’in dopdolu nimetleri içinde ebediyen yaşayacaktır. Ama, pişman
olan tedbirli olsun; çünkü şeytan her iyi işi, daha çok, başkalarından da öte,
kendisine karşı inançlı bir köleden asî bir düşmana dönüştüğü için pişman
olanın (iyi işlerini) yok etmenin yollarını arar. Bu bakımdan, şeytan, hastalık
bahanesiyle ne olursa olsun ona oruç tutturmamaya çalışacak ve bundan bir yarar
sağlayamadığı zaman da, hasta düşüp, ardından zevk sefa içinde yaşaması için
onu aşırı derecede oruç tutmaya çağıracaktır. Ve, bunda da başarılı olamazsa;
hiç yemek yemeyen, fakat daima günah işleyen kendisine benzemesi için, orucunu
yalnızca bedensel yemeğe dayandırtmanın çaresini arayacaktır.”
“Allah sağ ve diridir ki, oruç tutmayanları hakir görüp, kendini onlardan
daha üstün tutarak bedeni yemekten yoksun bırakmak ve ruhu gururla doldurmak
iğrenç bir şeydir. Söyleyin bana, hasta olan adam, doktorun kendisine verdiği
perhizden dolayı böbürlenip, perhizsiz olanlara deli mi diyecektir? Kesinlikle
hayır. Aksine, kendisine, perhiz verilmesini gerektiren hastalıktan dolayı
üzülecektir. Böyle de, size diyorum ki, pişman olan orucundan dolayı övünmemeli
ve oruç tutmayanları hakir görmemelidir; bunun yerine, oruç tutmasına neden
olan günahı için üzülmelidir. Pişman olup oruç tutan, lezzetli yemekler de
yememelidir, kaba yemeklerle yetinmelidir. Şimdi, bir insan ısıran köpeğe ve
tepen ata lezzetli yemek verir mi? Hayır, kesinlikle, ama tam tersini yapar.
Ve, oruçla ilgili olarak bu (kadar) size yetsin.”
108.
“Bakın, (şimdi de) uyanık olmakla ilgili size söyleyeceklerime kulak verin.
Nasıl, vücudun uyuması ve ruhun uyuması diye iki tür uyuma varsa, böyle de,
uyanık olmakta, vücut uyurken ruhun uyumamasına dikkat etmelisiniz. Çünkü, bu
en ağır bir hatadır. Deyin bana, benzetme olsun diye (söylüyorum) : Yürürken
kendini kayaya çarpan ve ayağını kayaya vurmamak için kaçındıkça başını vuran
bir adam var. Nedir böylesi bir adamın durumu?”
“Zavallı” diye cevap verdi havariler, “çünkü, böyle bir adam kendinde
değildir.”
O zaman, İsa dedi: “îyi cevap verdiniz; çünkü, bakın size diyorum ki,
vücuduyla uyanık olup, ruhuyla uyuyan kendinde değildir. Manevî kötürümlük
maddî olandan daha çok ağırsa, iyileşmesi de daha zor olur. Bu bakımdan,
böylesi bir zavallı, yaşamanın başı olan ruhuyla uyuma bedbahtlığının farkına
varmayıp da, yaşamanın ayağı olan vücuduyla uyumadığı için övünecek midir?
Ruhun uyuması, Allah’ı ve korkunç hükmünü unutmaktır. Öyleyse, uyanık olan ruh,
her yerde ve her şeyde Allah’ı duyan ve daima her an Allah’tan rahmet ve
bereket gördüğünü bilerek, her şeyde her şey kanalıyla ve her şeyin üstünde
O’nun celal ve azametine şükür eden (ruh) tur. Bu bakımdan, O’nun celal ve
azametinden korkan ruhun kulağında ~şu melekî söz yankılanır durur:
“Yaratıklar, hükme gelin; çünkü Yaratıcı’nız sizi yargılamak diliyor.” Çünkü, o
hep Allah’a kulluk eder durur. Söyleyin bana, daha fazlasını, bir yıldızın
ışığıyla ya da güneşin ışığıyla görmek istemez misiniz?
Andreas cevap verdi: “Güneşin ışığıyla; çünkü, yıldızınkiyle yakındaki
dağları (bile) göremeyiz, ama günesin ışığıyla en minnacık bir kum tanesini
görürüz. Bu nedenle de, yıldızın ışığında korkarak yürürken, güneşin ışığında
güvenle yürürüz.”
109.
İsa karşılık verdi.- “Aynen öyle de, size diyorum ki, ruhla Allah’ımız
(olan) adalet güneşiyle bakmalı, vücudun gördükleriyle övünmemelisiniz. Bu
bakımdan, en doğru olan, vücudun uyumasından mümkün olduğu kadar kaçınmaktır,
ama; (bundan kaçınmak da), nefis ve beden yiyecekle, zihin de işle
ağırlaştığından hemen hemen imkânsızdır. Bundan dolayı, bırakın, çok fazla iş
ve çok fazla yemekten kaçınmak için birazcık uyusun.”
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, her gece bir miktar
uyumak meşrudur, fakat Allah’ı ve korkunç hükmünü unutmak asla meşru değildir
ve ruhun uyuması böylesi bir unutmadır.”
O zaman, bu (satırlar) ı yazan karşılık verdi: “Ey muallim, Allah’ı her
zaman hatırda nasıl tutabiliriz? Emin olun, bize bu imkânsız görünüyor.”
İsa, iç çekerek dedi: “İnsanın çekebileceği en büyük ızdıraptır bu, ey
Barnabas. Çünkü insan burada yeryüzünde yaratıcısı Allah’ı her zaman hatırda
tutamaz; ancak kutsal olanlar bunun dışındadır. Çünkü onlar, Allah’ı unutamasınlar
diye içlerinde Allah’ın bereketinin nurunu taşıdıklarından Allah’ı her zaman
hatırda tutarlar. Ama, söyleyin bana, taş ocağında çalışanları gördünüz mü?
(Bir yandan) başkalarıyla konuşurken, (öte yandan) yapa yapa demire bakmadan
taşı işleyen demir aletle devamlı vurmayı, ama yine de ellerine vurmamayı nasıl
da öğrenmişler! Şimdi, siz de bu şekilde yapın. Unutma hastalığını tümüyle
yenmek istiyorsanız, kutsal olmayı arzulayın. Bakın ki, su uzun bir süre vura
vura en sert kayaları tek bir damlayla yarar geçer.
“Bu hastalığı neden yenemediğinizi biliyor musunuz? Çünkü, bunun bir günah
olduğunun farkına varmadınız. Öyleyse size diyorum ki, bir reis sana bir hediye
verse ey insan, senin gözlerini kapayıp ona sırtını dönmen bir hatadır. Allah’ı
unutanlar da işte böyle hata yaparlar. Çünkü, her vakit insan Allah’tan rahmet
ve hediyeler alır.
“Şimdi söyleyin bana, Allah’ımız her vakitte size nimet (in) i bahşetmiyor
mu? Kesinlikle evet; çünkü hiç durmadan, sayesinde yaşadığınız nefesi veriyor
size. Bakın, bakın size diyorum ki, vücudunuzun nefes aldığı her an kalbiniz,
“Allah’a şükürler olsun” demelidir.”
110.
O zaman Yuhanna dedi: “Dediklerin doğruların doğrusu ey muallim; bu
bakımdan bu kutlu duruma ulaşmanın yolunu öğret bize.”
İsa cevap verdi: “Bakın, size diyorum ki, kişi böyle bir duruma, Rabb’imiz
Allah’ın rahmeti olmadan insanî güçlerle erişemez. İnsanın, Allah’ın kendisine
vermesi için iyiliği istemesi gerektiği doğrudur. Söyleyin bana, sofraya
oturduğunuz zaman, görmek istemediğiniz etleri alır mısınız? Emin olun ki,
hayır. Böyle de size diyorum ki, arzu etmediğiniz şeyi almayacaksınız. Eğer
kutsallık arzu ederseniz, Allah göz açıp kapamadan daha az bir zaman içinde
sizi kutsal yapmaya kadirdir, fakat, insan hediye ve (hediyeyi) vereni anlasın
diye, Allah’ımız beklememizi ve istememizi diler.
“Bir hedefe atışta bulunanları gördünüz mü? Mutlaka pek çok kez boşa
atarlar. Buna rağmen, hiçbir zaman boşa atmak istemezler, daima da hedefi vurma
ümidindedirler. Şimdi, siz (de) böyle yapın. Allah’ımızı her zaman hatırda
tutmak isteyen ve unuttuğunuzda kederlenen sizler; çünkü Allah, söylediğim
şeylerin hepsini elde etmeniz için size bereket verecektir.
“Oruç tutmak ve ruhen uyanık bulunmak birbiriyle öylesine bir aradadır ki,
eğer kişi uyanıklığı bozarsa, oruç da hemen bozulur. Çünkü, bir insan, günah
işlemekle ruhun orucunu bozar ve Allah’ı unutur. İşte, uyanık olmak ve oruç
tutmak ruh bakımından biz ve bütün insanlar için her zaman gereklidir. Çünkü,
günah işlemek kimse için meşru değildir. Ama, vücudun oruç tutması ve uyanık
kalması, inanın bana, her zaman ve herkes için mümkün değildir. Çünkü, hastalar
ve yaşlılar, çocuklu kadınlar, perhiz yapan insanlar, çocuklar ve zayıf yapıda
daha başka kişiler vardır. Kuşkusuz herkes, normal ölçülerine göre giyinmiş
olsalar bile, kendi oruç tutma (biçimini) tespit etmelidir. Nasıl, bir çocuğun
elbiseleri otuz yaşlarında bir insan için uygun değildir, aynen öyle de, bir
kişinin uyanıklığı ve orucu da bir diğeri için uygun değildir.”
“Ama, dikkat edin ki, geceleyin uyanık kalıp, ardından Allah’ın emri
üzere namaz kılmanız ve
Allah’ın sözünü dinlemeniz gerektiği zaman, uyuyasınız diye şeytan tüm gücünü
kullanacaktır.”
111.
“Söyleyin bana, bir arkadaşınız eti yiyip de,
kemikleri size verse razı olur musunuz?”
Petrus cevap verdi: “Hayır muallim; çünkü
böylesine arkadaş değil, sahtekâr denmesi gerekir.”
İsa iç çekerek cevap verdi: “Tam gerçeği
söyledin ey Petrus; çünkü kişi vücuduyla gereğinden fazla uyanık kalıp, ibadet
edeceği ya da Allah’ın sözlerini dinleyeceği zaman uyur ya da uyuklayıp başı
aşağı düşerse, böylesi bir bedbaht, Yaratıcısı Allah’la alay etmektedir ve
böyle bir günah dolayısıyla da suçludur. Hatta, Allah’a vermesi gereken zamanı
çalıp, istediği zaman ve istediği kadar harcadığı için de bir soyguncudur.”
“Bir insan, içinde en iyi şarap bulunan bir
kâseyi, şarabın en iyi miktarı bitinceye kadar içmeleri için düşmanlarına,
şarabın tortuları kalınca da, içmesi için efendisine verdi. Efendinin her şeyi
öğrendiği zaman hizmetçisine ne yapacağını ve hizmetçinin onun önünde ne hale
geleceğini düşünürsünüz? Mutlaka onu dövecek ve yerinde bir kızmayla dünyanın
kanunlarına göre kendisini öldürecektir. Şimdi, zamanının en iyisini işlerinde
ve en kötüsünü de ibadet ve kanunu incelemede geçiren bir adama Allah ne
yapacaktır? Yazıklar olsun dünyaya; çünkü, bununla ve daha büyük günah (lar) la
kalbi ağırlaşmıştır! Bu yüzden, size gülmek ağlamaya, ziyafetler oruca ve uyku
uyanıklığa dönüşmeli dediğim zaman, duyduğunuz şeylerin tümünü üç kelimeye
sıkıştırdım. Burada, yeryüzünde kişi her zaman ağlamalı ve bu ağlama yürekten
olmalı; çünkü Yaratıcı’mız Allah’a karşı geliniyor; nefis üzerinde hakimiyet
kurmak için oruç tutmalı ve günah işlememek için uyanık olmalısınız ve bedenen
ağlama, bedenen oruç tutma ve uyanık olma her bir kişinin bünyesine göre
yapılmalıdır.”
Barnaba İncili, 112-121. Bölüm
112.
İsa böyle söyleyip, (sonra) dedi: “Hayatımızı sürdürmemiz için tarlanın
meyvelerinden aramaya çıkmalısınız; çünkü sekiz gündür hiç ekmek yemiyoruz. Bu
bakımdan, Allah’ımıza dua edecek ve Barnabas ile birlikte sizi bekleyeceğim.
Bunun üzerine, tüm şakirtler ve havariler, İsa’nın sözüne göre dörder
altışar yola koyuldular. İsa’nın yanında bu (satırlar)ı yazan kaldı; o zaman
İsa ağlayarak dedi: “Ey Barnabas, sana büyük sırlar açıklamam gerekiyor, bundan
sonra ben dünyadan ayrılacağım ve sen de onları anlatacaksın.”
O zaman, bu (satırlar) ı yazan ağlayarak dedi; “Beni ağlat ey muallim,
başkalarını da (ağlat). Çünkü biz günahkârlarız. Ve, Allah’ın bir mukaddesi ve
peygamberi olan sen, senin için bu kadar ağlamak uygun değildir.”
İsa karşılık verdi: “İnan bana Barnabas, ben (ağlamam) gerektiği kadar
ağlayamıyorum. Çünkü, eğer insanlar bana Allah dememiş olsaydı, ben Allah’ı
burada, Cennet’te görüleceği biçimde görecek ve Hüküm Günü’nden korkmama
emniyetine erişecektim. Ama, Allah biliyor ki, ben suçsuzum; çünkü hiçbir zaman
bir köleden öte tutulma düşüncesi beslemedim. Hem, sana diyorum ki, eğer Allah
diye çağırılmamış olsaydım, dünyadan ayrılınca Cennet’e götürülecektim, ama
şimdi Hüküm (Günü’ne) kadar oraya gitmeyeceğim. Şimdi, benim ağlamama neden
olup olmadığını görüyorsun. Bil ki ey Barnabas, bu yüzden her halde büyük zulme
uğrayacak ve havarilerimden biri tarafından otuz paraya satılacağım. Bu
bakımdan, eminim ki, beni satacak olan benim adıma öldürülecek; çünkü Allah
beni yeryüzünden çekecek ve herkes onun ben olduğuma inansın diye hainin
görünümünü değiştirecek; yine de, o, şerli bir ölümle öldüğü zaman, ben uzun
bir süre bu lekeyle dünyada kalacağım. Fakat, Allah’ın kutlu Elçi’si Muhammed
gelince, bu rezalet silinip gidecek. Ve, Allah bunu yapacak; çünkü, bana bu
canlı bilinme ve şu rezil ölüme yabancı olma ödülünü verecek olan Mesih
gerçeğini itiraf etmiş bulunuyorum.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: “Ey muallim, söyle bana,
kimdir bu alçak! Çünkü, seve seve boğar öldürürüm onu.”
“Sus, bir şey söyleme” diye cevap verdi İsa, “çünkü Allah böyle diliyor ve
o (hain) başka türlüsünü de yapamaz. Fakat, gör ki, annem böyle bir olaya
üzüldüğünde, rahatlaması için ona gerçeği anlatırsın.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: “înşallah bütün bunları
yapacağım ey muallim.”
113.
Şakirtler dönüşlerinde, çam kozalakları getirdiler ve Allah’ın iradesiyle
bir hayli de hurma bulmuşlar. Öğle namazından sonra İsa ile birlikte yediler.
Bu sırada (bu satırları) yazanın üzgün yüzünü gören şakirtler ve havariler,
İsa’nın hemen dünyadan ayrılması gerektiğinden korkuya kapıldılar. Bunun
üzerine, İsa onları teselli ederek dedi: “Korkmayın; çünkü sizden ayrılma
saatim henüz gelmiş değil. Yanınızda kısa bir süre daha kalacağım. Bu bakımdan,
dediğim gibi, Allah’ın İsrailîler üzerine merhamet etmesi için, tüm İsrail’e
varıp, pişman olmayı anlatmayı size öğretmeliyim. Öyle ki, herkes tembelliğin
farkına varsın ve çok daha fazla günahının kefaretini ödesin; çünkü, iyi meyve
vermeyen her ağaç kesilecek ve ateşe atılacaktır.
“Bağ tarlası olan bir vatandaş vardı ve tarlanın ortasında, içinde güzel
bir incir ağacı olan bir bahçe bulunuyordu. Üç yıldır mal sahibi ağaca geliyor
ve üzerinde hiç meyve bulamıyordu ve tüm öbür ağaçların meyve verdiğini
görünce, bağcısına dedi: “Bu kötü ağacı kes; çünkü araziye yük oluyor.”
Bağcı karşılık verdi: “Değil efendim; çünkü, güzel bir ağaçtır o.”
“Ses etme” dedi mal sahibi, “çünkü, yararsız güzelliklere önem vermem ben.
Palmiye ve pelesenk ağacının incirden daha soylu olduğunu bilmen gerek. Ama,
evimin avlusuna bir palmiye ve bir de pelesenk ağacı fidanı dikmiş ve çevresine
hayli para harcayarak duvar çevirmiştim. Fakat, bunlar meyve yerine yığılıp
kalan yaprak verip, evimin önündeki araziyi de verimsizleştirince, ikisini de
ortadan kaldırdım. Şimdi, diğer bütün ağaçların meyve verdiği bağ tarlama ve
bahçeme yük olan evimin uzağındaki bir incir ağacını nasıl bağışlayayım? Emin
ol ki, ona daha fazla katlanmayacağım.”
O zaman bağcı dedi: “Efendi, toprak oldukça zengin. Bu bakımdan, bir yıl
daha bekle. Ben incir fidanının dallarını budayıp, kendinden toprağın verdiği
tüm fazlalıkları alayım ve taşlı kuru bir araziye koyayım; böyle yapıca meyve
verecektir o.”
—Mal sahibi karşılık verdi: “Şimdi git ve öyle yap; bekleyeceğim ve incir
fidanı da meyve verecek.” Bu temsilî hikâyeyi anlıyorsunuz değil mi?”
Havariler cevap verdiler: “Hayır Rab, bu nedenle onu bize açıklayın.”
114.
İsa karşılık verdi: “Bakın, size diyorum ki, mal sahibi Allah’tır, bağcı da
O’nun kanunu. Allah’ın Cennette palmiye ve pelesenk ağaçları vardı; şeytan palmiye
ağacı, ilk insan da pelesenk ağacıdır. Allah, bunları çıkarıp attı. Çünkü,
salih ameller meyvesi vermiyorlar, bunun yerine pek çok melekleri ve pek çok
insanları ayıplayan dinsizce sözler sarf ediyorlardı. Şimdi, Allah insanı
dünyaya, tüm emir ve yasaklarına göre Allah’a kulluk eden yaratıklarının
arasına indirmiştir. Allah’ın meleği ve ilk insanı bağışlamayıp, meleği ebedi,
insanı da bir süre için cezalandırdığını görerek diyorum ki, meyve vermeyen
insanı Allah kesip, Cehennem’e mahkûm eder. Bu konuda Allah’ın kanunu der ki,
bu hayatta insan için pek çok iyi şeyler vardır ve bu nedenle salih ameller
işleyebilmesi için sıkıntılar çekmesi Ve dünyevî iyiliklerden yoksun kalması
gerekmektedir. Dolayısıyla, Allah’ımız insanın Pişman olmasını bekler. Bakın,
size diyorum ki, Allah’ımız insanı çalışmaya mahkûm etmiştir ki, Allah’ın dostu
ve peygamberi Eyüp der: “Kuşun uçmak için, balığın da yüzmek için doğduğu gibi,
insan da çalışmak için doğar.”
Allah’ın bir peygamberi olan Davud da şöyle der: “Elimizin emeğini yiyerek
kutsanacağız ve bu bizim için iyidir.”
Bu nedenle, herkes niteliğine göre çalışsın. Şimdi söyleyin bana, babamız
Davud ve oğlu Süleyman elleriyle çalışmışlarsa, günahkârın ne yapması gerekir?
Yuhanna dedi: “Muallim, çalışmak yerinde olan bir şey, ama bunu yoksullar
yapmalı.”
İsa karşılık verdi: “Yaa; çünkü onlar başka türlü yapamaz. Ama, bilmez
misin ki, iyilik iyi olmak için gereklilikten azade olmalıdır? Böyle de, güneş
ve diğer gezegenler, başka türlüsünü yapamasınlar diye Allah’ın hükümleriyle
güçlendirilmişlerdir ve bu nedenle de, herhangi bir liyakatleri yoktur.
Söyleyin bana, Allah çalışma hükmünü koyduğu zaman, “Yoksul insan yüzünün
teriyle yaşayacaktır” mı dedi? Ve, Eyüp, “Kuş uçmak için doğar, yoksul insan da
çalışmak için doğar” mı dedi? Hayır, Allah insana, “Ekmeğini yüzünün teriyle
yiyeceksin” ve Eyüp de “İnsan çalışmak için doğmuştur” demiştir. Bu bakımdan,
(yalnızca) insan olmayan bu hükmün dışındadır. Emin olun ki, her şeyin pahalı
olmasının nedeni, pek çok haylaz insanın bulunmasıdır. Eğer, bunlar çalışacak
olsalar, bazısı toprağı sürse, bazısı da sularda balıkçılık yapsa, dünyada
bolluk üstü bolluk olur. Ve, yokluklar nedeniyle, korkunç Hüküm Günü’nde hesap
vermek gerekecektir.”
115.
“Bırakın, insan bana bir şeyler desin. Dünyaya ne getirdi ki, bu nedenle
haylaz haylaz yaşasın? Çıplak ve hiçbir şey yapamayacak biçimde doğduğu ortada.
Bundan dolayı da, bulduğu şeylerin tümünün sahibi değil, dağıtıcısıdır o. Ve, o
korkunç günde bunların hesabını verecektir. İnsanı vahşi hayvanlar gibi yapan
iğrenç şehvetten çok korkmak gerekir; çünkü, düşman kişinin kendi evi
içindedir. Bu bakımdan, düşmanın gelemeyeceği herhangi bir yere gitmen mümkün
değildir. Ah, niceleri şehvet yüzünden helak olup gittiler! Şehvet yüzünden
tufan oldu, o kadar ki, dünya Allah’ın merhameti önünde silinip gitti de,
yalnızca Nuh ve seksen üç insan kurtuldu.
Şehvet yüzünden Allah üç lânetli şehri yerle bir etti (ve) içlerinden
yalnızca Lût ve iki oğlu kurtuldu. “Şehvet yüzünden Bünyamin’in kabilesi
tümüyle sönüp yok oldu. Ve, bakın size diyorum ki, şehvet yüzünden ne kadar
insanın helak olduğunu size anlatacak olsam, beş günlük süre yetmez.”
Yakup karşılık verdi: “Ey üstad, şehveti simgeleyen nedir?”
İsa cevap verdi: “Şehvet, gem vurulmamış bir aşk arzusudur; akıl tarafından
yönlendirilmezse, insan zihin ve duygularının sınırlarını aşar,- öyle ki, insan
kendini bilmeden, nefret etmesi gereken şeyi sever. İnanın bana, insan, böyle
bir şeyi Allah kendisine verdi diye değil de, sahibi olarak bir şeyi severse,
bir zani olur; çünkü, Yaratıcı’sı Allah’la birlikte olması gereken ruhu
yaratıkla birleştirmiştir. Ve, işte Allah İşaya peygamber aracılığıyla
ağlayarak der: “Sen pek çok aşıklarla zina ettin; buna rağmen bana dön, seni
kabul edeceğim.”
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer insanın kalbinde
içten bir şehvet olmazsa; dışta (kötülüklere) düşmez; çünkü, kök giderse ağaç
hemen ölür.”
“Bu nedenle insan, Yaratıcı’sının kendisine verdiği hanımla yetinsin ve
başka bir kadını unutsun.”
Andreas karşılık verdi: “însan, yaşadığı şehirde o kadar çok varken,
kadınları nasıl unutur?”
“Ey Andreas, şehirde yaşayan insana, şehrin zarar vereceği ortada;
görülüyor ki, şehir her kötülüğü emen bir süngerdir.”
116. Göze Gem Vurmak
“Nasıl asker, kale çevresinde düşmanlar olduğu zaman, vatandaşlar adına her
zaman ihanetten korkarak ve kendini her (türlü) saldırıya karşı koruyarak
yaşıyorsa, insana da şehirde yaşamak yaraşır. Aynen böyle de, diyorum ki size,
insan dıştan gelen her türlü günah dürtüsünü itsin ve nefisten korksun; çünkü
onun kirli şeylere karşı aşın bir arzusu vardır. Ama, her türlü şehevî günahın
kaynağı olan göze gem vurmazsa; kendini nasıl korusun? Ruhumun huzurunda
durduğu Allah sağ ve diridir ki, maddi gözleri olmayan, üçüncü dereceye kadar
olan cezaları görmekten emindir; halbuki, gözleri olan yedinci dereceye kadar
cezalandırılır.
“İlya peygamber zamanında, İlya iyi yaşantısı olan kör bir adamı ağlarken
görüp, ona sordu: “Niye ağlarsın, ey kardeş?” Kör adam cevap verdi: “Ağlarım;
çünkü Allah’ın mukaddesi İlya Peygamber’i göremiyorum.”
O zaman, İlya kendisini azarlayıp dedi: “Bırak ağlamayı ey adam; çünkü
ağlamakla günaha giriyorsun.”
Kör adam karşılık verdi: “Söyle bana şimdi, ölüleri kaldıran ve gökten ateş
indiren Allah’ın kutsal bir peygamberini görmek günah mıdır?”
İlya cevap verdi: “Gerçeği konuşmuyorsun; çünkü İlya senin dediklerinin hiç
birini yapamaz. Senin gibi bir insandır o. Dünyadaki tüm insanlar, tek bir
sineği meydana getiremezler.”
Kör adam dedi: “Sen böyle dersin ey adam; çünkü, İlya herhalde bazı
günahların nedeniyle seni azarladı da, bu bakımdan ondan nefret ediyorsun.”
İlya karşılık verdi: “Înşallah gerçeği söylüyorsundur; çünkü, ey kardeş,
eğer İlya’dan nefret edersem Allah’ı severim ve İlya’dan ne kadar nefret
edersem, Allah’ı o kadar çok severim.”
Bunun üzerine, kör adam çok kızdı ve dedi: “Allah sağ ve diridir ki, sen
dinsizin birisin! însan Allah’ın peygamberinden nefret ederken, Allah
sevilebilir mi? Defol git, seni daha fazla dinlemek istemiyorum çünkü!”
İlya karşılık verdi: “Kardeş, şimdi bedenle görmenin nasıl kötü olduğunu
zekânla görebiliyorsundur. Çünkü, İlya’yı görmek için göz istersin, ruhunla da
İlya’dan nefret edersin.”
Kör adam karşılık verdi: “Hemen defol git; çünkü sen şeytan’sın. Allah’ın
mukaddesine karşı beni günaha katacaksın.”
O zaman İlya ah çekti ve göz yaşları içinde dedi: “Gerçeği söyledin ey
kardeş; çünkü, görmeği arzu ettiğin benim bedenim seni Allah’tan ayırır.”
Kör adam dedi: “Seni görmek istemiyorum; hem, gözlerim olsa, seni görmemek
için kaparım.”
O zaman İlya dedi: “Bil ki kardeş, ben İlya’yım!” Kör adam karşılık verdi.:
“Doğruyu söylemiyorsun.”
117.
O zaman İlya’nın havarileri dediler: “Kardeş, o Allah’ın peygamberi
İlya’nın ta kendisidir.”
“Söyleyin bana” dedi kör adam, “Eğer o peygamberse, ben hangi soydanım ve
nasıl kör oldum?”
İlya cevap verdi: “Sen Levî kabilesindensin ve Allah’ın mabedine girerken,
mabedin yanında bir kadına şehvetle baktığından Allah’ımız görme gücünü aldı.”
O zaman, kör adam ağlayarak dedi: “Bağışla beni ey Allah’ın kutsal
peygamberi; sana dediklerimden dolayı günaha girdim; seni görmüş olsaydım,
günah işlemeyecektim.”
İlya karşılık verdi: “Allah’ımız bağışlasın seni ey kardeş; çünkü benim
hakkımda bana doğruyu söylediğini biliyorum; çünkü kendimden ne kadar çok
nefret edersem, o kadar çok Allah’ı severim ve eğer beni görsen, Allah’ın razı
olmadığı arzun yatışır. Çünkü senin Yaratıcın İlya değil, Allah’tır; bu
bakımdan ben senin için şeytan’ım” dedi İlya ağlayarak; “çünkü, sana Yaratıcı’dan
yüz çevirttim. O halde ağla kardeş; çünkü, senin hakkı batıldan ayırt ettirecek
ışığın yok. Ama olsaydı, benim akidemi hor görmeyecektin. Bu nedenle, sana
diyorum ki, pek çokları beni görmek arzular ve uzaklardan beni görmeye
gelirler, (ve) bunlar sözlerimi hor görürler. Dolayısıyla onlar için,
kurtuluşları için, gözlerinin olmaması daha iyi; çünkü kendileri gibi
yaratılandan zevk alan ve Allah’tan zevk almaya çalışmayan herkes kalbinde bir
put yapıyor ve Allah’ı bırakıyor.”
Sonra İsa iç çekerek dedi: “İlya’nın dediklerinin hepsini anladınız mı?”
Havariler cevap verdiler: “Gerçekten anladık ve burada, yeryüzünde puta
tapıcı olmayan pek az kişi bulunduğunu görüp, ne diyeceğimizi bilemiyoruz.”
118. İbadet Ruhun İlacı ve Avukatıdır
O zaman İsa dedi: “Doğru söylüyorsunuz; çünkü, şimdi İsrailîler beni Allah
yerine koyarak, kalplerindeki puta tapıcılığı yerleştirmek arzusundaydılar; pek
çokları Allah olduğumu söylersem tüm Yahudiye’ye hakim olabileceğimi ve sürekli
nefis bir yaşantı içinde reisler arasında kalmayıp, çöllük, yerlerde yoksulluk
içinde yaşamak istediğimden deli olduğumu söyleyerek, öğretimi hakir
görmektedirler. Ey, sineklerde ve karıncalardaki ışığa değer verip, yalnızca
meleklerde, peygamberlerde ve Allah’ın mukaddeslerinde bulunan ışığı hor gören
talihsiz insan!
“O halde, göz korunmayacak olursa ey Andreas diyorum ki sana, baş aşağı
şehvetle düşmemek mümkün değildir. Bu konuda, Yeremya peygamber ağlaya ağlaya
gerçeği söylüyordu: “Gözüm ruhumu çalan bir hırsızdır.” Böyledir; çünkü babamız
Davud da Rabb’imiz Allah’a en büyük özlemle, yararsız şeylere bakmaktan
gözlerini çevirmesi için dua ediyordu. Gerçekten sonu olan her şey boşunadır.
Öyleyse, söyleyin bana, bir kimsenin ekmek alacak iki kuruşu olsa, onu duman
almak için harcar mı? Kesinlikle hayır; şundan ki, duman gözleri incitir ve
vücuda hiçbir gıda vermez. İşte insan da aynen böyle yapsın; çünkü o gözlerinin
bakışı ve kalbinin bakışıyla (basiret) Yaratıcısı Allah’ı ve iradesinin verdiği
temiz lezzeti tanımaya çalışmalı ve Yaratıcı’yı yitirmeye neden olan yaratılanı
amaç edinmemelidir.”
119.
însan, bir şeye baktığı ve o şeyi insan için yaratan Allah’ı unuttuğu her
vakitte günah işlemiş olur. Çünkü, eğer bir arkadaşın kendisini hatırda tutması
için sana herhangi bir şey verse ve sen de onu satıp, arkadaşını unutsan,
arkadaşına karşı suç işlemiş olursun, îşte, insan da böyle yapar; çünkü,
yaratılana bakıp, onu insanın sevgisi için yaratmış olan Yaratıcıyı hatırda
tutmadığı zaman, akılsızlığından yaratıcısı Allah’a karşı günaha girer,
“Bu bakımdan, kadınlara bakıp, kadını erkeğin iyiliği için yaratan Allah’ı
unutan kişi. Kadını sevecek ve arzulayacaktır. Ve, bu şehveti o dereceye
zorlayıp gelecektir ki, sevilen şeye benzeyen her şeyi sevecek, bu şekilde
hatırlanması bir utanç olan bu iş (in) günahı doğacaktır. O halde, eğer insan
gözlerine gem vuracak olursa, nefsinin üzerinde hakim olacak, o da kendisine
sunulmayan şeyi arzulayamayacaktır. Çünkü, böylece beden ruha tabî olacaktır.
Nasıl gemi rüzgârsız hareket edemezse, beden de nefs olmadan günah işleyemez.
“Sonra, pişman olanın masal söylemeyi ibadete çevirmesi gerekir. Bu
Allah’ın bir hükmü olmasa bile, akıl bunu gösteriyor. Çünkü, her haylaz kelimede
insan günaha girer ve Allah’ımız günahı ibadetle siler. Çünkü, ibadet ruhun
avukatıdır; ibadet ruhun ilâcıdır; ibadet kalbin savunmasıdır; ibadet inancın
silâhıdır, ibadet nefsin gemidir; ibadet bedenin, günahla bozulmasını önleyen
tuzudur. Size diyorum ki, ibadet hayatımızın elleridir; bununla, ibadet eden
kişi hüküm gününde kendisini koruyacaktır çünkü, ruhunu burada, yeryüzünde
günahtan uzak tutacak ve kalbini kötü arzuların değmesinden koruyacaktır;
nefsini Allah’ın kanunu içinde tutup, istediği her şeyi Allah’tan alarak
bedeni de takva yolunda yürüdüğü için şeytan’ı kızdıracaktır.
“Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, ibadet etmeyen insan, derdini
köre açan dilsiz bir adamdan; merhemsiz iyileştirilebilen fistülden, hareket
etmeden kendini savunan ya da silahsız olarak bir başkasına saldıran, dümensiz
kürek çeken ya da tuz olmadan ölü bedeni koruyan bir adamdan daha çok salih
amel sahibi değildir. Çünkü, bakın, eli olmayan alamaz. Eğer insan gübreyi
altına ve çamuru şekere çevirebilecek olsa, ne yapar?”
Sonra, İsa sustu, havariler cevap verdiler: “Kimse, altın ve şeker
yapmaktan başka bir işe kendini koşmaz.”
O zaman İsa dedi: “Şimdi, neden insan aptalca masal anlatıcılığı ibadete
dönüştürmez? Zaman kendine Allah tarafından Allah’a karşı gelsin diye mi
verilmiştir yoksa? Hangi reis kendi üzerine savaş açsın diye bir şehri tebasına
verir? Allah sağ ve diridir ki, eğer insan boş konuşmakla ruhunun ne hallere
girdiğini bilmiş olsa, konuşmaktansa hemen dilini dişleriyle koparır. Ey
zavallı dünya! Bugün insanlar ibadet için toplanmazlar da, mabedin
verandalarında ve mabedin ta içinde şeytan boş konuşma kurbanlarını alır ve
utanç duymadan sözünü edemediğim şeylerden daha kötü olan da budur.
120. Boş Konuşmanın Meyvesi
Boş konuşmanın meyvesi budur ki, zihni gerçeği anlamayacak biçimde
zayıflatır; nasıl, yarım kiloluk pamuk yükünü taşımaya alışmış bir at on
kiloluk taşı taşıyamazsa; aynen öyle.
Fakat, bundan daha kötüsü, insanın zamanını şaka matrakla geçirmesidir,
İbadet etmek istediği zaman, şeytan aklına şu aynı şakaları getirir, o kadar
ki, Allah’ın merhametini çekip, günahlarının affını sağlamak için günahlarına
ağlaması gerektiği zaman, gülmekle Allah’ın kızgınlığını çeker; O da kendisini
cezalandıracak ve fırlatıp atacaktır.
“Öyleyse, yazıklar olsun şaka matrakla boş vakit geçirenlere! Ama,
Allah’ımız şaka edip boş vakit geçirenleri iğrenerek alırsa, ya komşusuna
iftira edip, mırıldanıp duranı nasıl alacak ve çok gerekli bir işle uğraşır
gibi günahla uğraşanların durumu ne olacaktır? Ah murdar dünya, senin Allah’ın
nasıl elem verici bir cezasına çarpılacağını tasavvur edemiyorum! Öyle de,
pişman olan, diyorum ki o sözlerini altın fiyatına vermelidir.”
Havarileri karşılık verdiler: “Ama, bir insanın sözlerini altın fiyatına
kim alır? Kesinlikle hiç kimse ve nasıl pişman olacaktır? Mutlaka aç gözlü
olacaktır o!”
İsa cevap verdi: “Öylesine ağır kalpleriniz var ki, ben on (lar) ı
kaldıramıyorum. Bu, bakımdan, her sözde size anlamı da söylemem gerekiyor. Ama,
size sırlarını öğrenme lûtfunda bulunan Allah’a şükredin. Pişman olan,
konuştuğunu satsın demiyorum. Konuştuğu zaman, altın çıkarıyormuş gibi düşünsün
diyorum. Çünkü, kuşkusuz böyle yapmakla, nasıl altın gerekli şeyler için
harcanırsa, o da (yalnızca) konuşması gerektiği zaman konuşacaktır. Ve, nasıl
kimse altını vücudunu incitecek bir şey için harcamazsa; o da ruhunu
incitebilecek bir şeyin sözünü etmesin.
121.
“Vali bir mahpusu yakalayıp da sorguya çekerken zabıt
kâtibi de (konuşulanları) kayda geçiyorsa, söyleyin bana, böyle bir adam nasıl
konuşur?”
Havariler cevap verdiler: “Yerinde ve korkarak
konuşur ki, kuşku uyandırmasın ve valiyi sinirlendirebilecek herhangi bir şey
söylememek, aksine serbest bırakılabilecek şekilde konuşmanın yollarını aramak
için dikkat eder.”
O zaman, İsa karşılık verdi: “Ruhunu yitirmemek
için, pişman olanın da yapması gereken budur. Çünkü, Allah her insana zabıt
kâtibi olarak, biri yaptığı iyilikleri, diğeri de kötülükleri yazan iki melek
vermiştir. Öyleyse, eğer bir insan merhamet görmek istiyorsa, altını
ölçtüğünden daha çok konuşmasını ölçsün.”
Barnaba İncili, 122-131. Bölüm
122. Pişmanlık Nasıl Olmalı?
“Hırs ve tamaha gelince, bu da sadaka vermeye çevrilmelidir. Bakın, size
diyorum ki, nasıl çekülün (terazi) denge olarak merkezi varsa, tamahkânn da
sonunda varacağı yer olarak Cehennem vardır. Neden biliyor musunuz? Anlatacağım
size: Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, tamahkâr diliyle
sessiz bile olsa yaptıklarıyla der: “Benden başka Allah yoktur.” Sahip olduğu
ne varsa, başını, sonunu, çıplak doğup, her şeyi (ardında) bırakarak öleceğini
düşünmeden istediği gibi harcar.”
“Şimdi söyleyin bana, Hirodes size bakmanız için bir bahçe verse, siz de
kendinizi hemen sahip yerine koyup, Hirodes’e hiç meyve göndermeseniz ve
Hirodes size adam gönderip meyve istediğinde elçileri kovsanız, söyleyin bana,
kendinizi bu bahçenin kralları yapmış olmaz mısınız? Mutlaka, öyle. Şimdi,
diyorum ki size, aynen tamahkâr adam da böyle, Allah’ın kendine vermiş olduğu
zenginliği üzerinde kendini ilâh yapar.
“Hırs ve tamah, zevkine göre yaşamasının günahıyla Allah’ı yitiren ve
kendinden gizli olup, çevresini iyilikleri yerine koyduğu geçici şeylerle
kuşatan Allah’tan memnun olmayan nefsin bir susuzluğudur ve bu (susuzluk)
arttıkça, kendini o kadar çok Allah’tan uzaklaşmış bulur.
“Ve, günahkârın doğru yolu bulması, tövbe etme lûtfunda bulunan
Allah’tandır. Babamız Davud da şöyle der: “Bu değişim Allah’ın sağ elinden
gelir.”
“Pişmanlığın nasıl olması gerektiğini bilmek istiyorsanız, size insanın ne
tür (bir şey) olduğunu anlatmam lâzım. Ve, bugün bize iradesini sözlerim
aracılığıyla bildirme lûtfunda bulunan Allah’a şükürler edelim.”
“Bundan sonra ellerini kaldırıp dua ederek, dedi:
“Merhametiyle bizi yaratan, bize Doğru Elçi’nin diniyle kulların insanlar
mertebesi veren Kadir ve Rahim Rabb Allah, tüm nimetlerin için sana şükreder,
günahlarımıza hayıflanarak, namaz kılıp zekât
vererek, oruç tutup Kelimen üzerinde çalışarak, iradeni bilmeyenlere öğreterek,
Sen’in sevgin için dünyanın sıkıntılarını çekerek ve Sana kulluk için ölüm
üzerine hayatımızdan geçerek seve seve yalnızca Sana ibadet ederiz. Sen ey
Rabb, seçtiklerini koruduğun gibi, Kendi benliğin aşkına ve bizi kendisi için
yarattığın Elçin aşkına ve tüm kutsal (kul)ların ve peygamberlerin aşkına bizi
şeytan’dan, bedenden ve dünyadan koru!”
Havariler karşılık verdiler: “Amin, Amin Rabb, Amin ey merhametli
Allah’ımız.”
123.
Cuma günü gelince, sabah erkenden namazdan sonra İsa havarilerini topladı ve
onlara dedi: “Oturalım; çünkü işte bu günde Allah insanı yeryüzünün çamurundan
yarattı; ben de inşallah, insanın nasıl bir şey olduğunu size anlatacağım.”
Herkes oturunca yeniden dedi: “Allah’ımız, yaratıklarına iyiliğini,
merhametini ve hoşgörülüğü ve adaletiyle birlikte kudretini de göstermek için
birbirine zıt dört şeyden bir terkip meydana getirdi ve bunları, —toprak, hava,
su ve ateş— her biri zıddını dengelesin diye insan denilen nihai bir nesnede
birleştirdi ve bu dört şeyden, sinirler, damarlarla birlikte ve tüm iç
parçaları ile birlikte et, kemik, kan, ilik ve deriden oluşan insan vücudu
olarak bir kap yaptı; içine Allah, bu hayatın iki yönü olarak ruh ve nefsi
yerleştirdi; orada yağ gibi yayıldığı için nefse yerleşim bölgesi olarak
vücudun her parçasını verdi. Ve, ruha da yerleşim bölgesi olarak, nefsle
birleşip tüm hayata egemen olması için kalbi verdi.
“İnsanı bu şekilde yaratan Allah, içine akıl denilen bir ışık yerleştirdi
ki, deri, nefs ve ruhla tek bir hedefte —Allah’a kulluk için çalışmak—
birleşsin.
“Bundan sonra, bu eseri Cennet’e koyunca, akıl, şeytan’ın dürtmesiyle
nefsin iğvasına uğradı, beden rahatını yitirdi, nefs kendisiyle yaşadığı zevki
yitirdi ve ruh (da) güzelliğini yitirdi.
“Böylesi kötü bir duruma düşen insan, akıl tarafından engellenmediğinden
çalışmakta huzur bulmayıp, zevk peşinde koşan nefsle, gözlerin kendine
gösterdiği ışığın peşinden gider; bundan dolayı da, gözler, boş şeylerden başka
bir şey görmediğinden kendini aldatır ve böylece dünyevi şeyleri seçerek günah
işler.
“İşte, Allah’ın rahmetiyle, insanın aklının iyiyi kötüden seçmek ve gerçek
zevki (ayırt etmek) için yeniden aydınlatılması gerekmektedir; bunu bilmekle
günahkâr tövbeye yönelir. Bu bakımdan, bakın, size diyorum ki, eğer Rabb’imiz
Allah insanın kalbini aydınlatmazsa; insanın akıl yürütmelerinin hiçbir önemi
yoktur.”
Yuhanna karşılık verdi: “O halde, insanların konuşması hangi, amaca hizmet
etmektedir?”
İsa cevap verdi: “İnsan, insan olarak insanı tövbeye yöneltmek için hiçbir
işe yaramaz; fakat insan, Allah’ın insanı doğruya çekmek için kullandığı bir
araç olarak (işe yarar). İşte Allah böyle, insanın kurtuluşu için gizli olarak
insanda bir şeyler meydana getirir. Bu nedenle kişi, Allah’ın kendinde
konuştuğu birini bulabilirim diye herkesi dinlemelidir.”
Yakup karşılık verdi: “Ey muallim, eğer sahte bir peygamber ve bize ders
veriyormuş gibi davranan yalancı bir muallim gelecek olsa, ne yapmamız
gerekir?”
124.
İsa bir temsille cevap verdi. “Bir insan ağını alıp balık tutmaya gider ve
gittiği yerde pek çok balık yakalar, ama kötü olanları çıkarıp atar.”
“Bir insan ekin ekmeye gider, ama yalnızca iyi toprağa düşen tane tohum
taşır.” “Siz de aynen böyle yapmalısınız. Her şeyi dinlemeli, (ama) sadece
gerçek ebedî hayata meyve taşıyacağından, yalnızca gerçek olanı almalısınız.”
O zaman, Andreas karşılık verdi: “Öyle. De, gerçek nasıl bilinecektir?”
İsa cevap verdi: “Musa’nın kitabına uyan her şeyi gerçek diye alırsınız.
Biliyorsunuz, Allah birdir, gerçek birdir; buradan giderek deriz ki, akide
birdir ve akidenin anlamı birdir ve dolayısıyla din birdir. Bakın, size diyorum
ki, eğer gerçek Musa’nın kitabından silinip çıkarılmamış olsaydı, Allah,
babamız Davud’a ikinciyi vermeyecekti. Ve, Davud’un kitabı tahrif edilmemiş
olsaydı, Allah İncil’i bana emanet etmeyecekti; çünkü Allah’ımız Rabb değişmez
ve tüm insanlara tek bir mesajla konuşmuştur. Bu bakımdan, Allah’ın elçisi
geleceği zaman, dinsizlerin benim kitabımda yaptıkları tahrifatın tümünü
temizlemek için gelecektir.”
Sonra, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: “Ey muallim, kanunun tahrif
edildiği ve yalancı peygamberin konuştuğu zamanlarda insan ne yapsın?”
İsa cevap verdi: “Güzel bir soru ey Barnabas. Bu nedenle sana diyorum ki,
böyle bir zamanda, insanlar sonunda Allah’a varacaklarını düşünmediklerinden
pek az kişi kurtulur. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki; insanı
amacından, yani, Allah’tan yüz çevirten her akide en kötü akidedir. Onun için,
akidede göz önünde bulunduracağınız üç şey vardır, Allah’a karşı sevgi, kişinin
komşusuna acıması ve Allah’a karşı gelen, O’na her gün karşı gelen kendinden
nefret etmesi. Öyleyse, bu üç temele zıt olan her akideden kaçın. Çünkü, o en
şerli olandır.”
125. Hırs ve Tamah
“Şimdi de hırs ve tamaha dönüyorum ve size diyorum ki, nefs bir şeyi elde
etmek istediği ya da onu inatla koruduğu zaman, ki, “böyle bir şeyin sonu
olacak” demelidir. Eğer onun sonu olacaksa, onu sevmenin delilik olduğu
ortadadır. Bu bakımdan, kişiye yakışan, sonu gelmeyecek olanı sevmesi ve
korumasıdır.”
“Öyleyse, (bir insanın) haksızca kazandığı şeyleri hakça dağıtmakla, hırs
ve tamah sadakaya dönüşsün.
“Ve, sağ elin verdiğini, sol elin bilmemesine baksın. Çünkü, münafıklar
infakta bulunurken görünmek ve dünya tarafından övülmek arzu ederler. Ama,
boşunadır verdikleri; çünkü insan kim için çalışırsa, ücretini de ondan alır. O
halde, eğer insan Allah’tan bir şey alacaksa, onun Allah’a kulluk etmesi
yaraşır.
“Ve, infakta bulunurken, (verdiğiniz) her şeyi Allah sevgisi için Allah’a
verdiğinizi düşünmeye çalışın. Bu bakımdan, vermekte yavaş davranmayın ve sahip
olduğunuz şeyin, Allah sevgisi için en iyisini verin.
“Söyleyin bana, Allah’tan kötü olan bir şeyi almak ister misiniz? Ey toz
toprak, kesinlikle hayır! O halde, eğer Allah sevgisi için kötü olan bir şeyi
verirseniz, kendinize nasıl inanırsınız?
“Kötü bir şey vermekten hiçbir şey vermemek daha iyidir; çünkü, vermemekle
dünyaya göre bazı mazeretleriniz olacaktır; ama değersiz bir şey vermek ve en
iyiyi kendisi için alıkoymakta, mazeretiniz ne olacaktır?
“Pişman olmakla ilgili size söylemem gereken şeylerin tümü bu kadar.
Barnabas karşılık verdi: “Pişmanlık ne kadar sürmeli?”
İsa cevapladı: “İnsan günah içinde oldukça, daima tövbe etmeli ve pişman
olmalı. Dolayısıyla, insan hayatı boyunca her zaman günah işlediğinden, daima
da pişman olmalıdır; ayakkabılarınızın patladığı her vakit onları
onarıyorsunuz, ama ayakkabılarınıza ruhunuzdan daha çok dikkat etmeyeceksiniz.”
126.
İsa, havarilerini çağırıp, “Gidin ve duyduklarınızı anlatın” diyerek,
onları ikişer ikişer tüm İsrail yöresine dağıttı.
(Havariler) baş eğdiler ve (İsa) elini başlarının üzerine koyarak dedi:
“Allah’ın adıyla hastalara sıhhat verin, cinleri çıkarıp atın ve benim
başkahinin önünde dediklerimi kendilerine anlatarak, İsrailîleri benim ne
olduğum konusunda aldatmayın.
Sonra, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve Yuhanna dışında hepsi ayrıldı ve
tüm Yahudiye içine girip, İsa’nın kendilerine anlattığı gibi pişman olmayı
anlattılar, her türlü hastalığı iyileştirdiler. O kadar ki, İsrail’de, İsa’nın
“Allah birdir ve İsa Allah’ın peygamberidir” şeklindeki sözleri tasdik edildi
ve bir kalabalık gördüklerinde hastaları iyileştirmekle ilgili olarak İsa’nın
yaptığını yaptılar.
Ama, şeytan’ın oğulları İsa’ya eza etmek için bir başka yol buldular.
Bunlar kâhinlerle yazıcılardı. Ardından, İsa’nın İsrail üzerinde krallığa göz
diktiğini söylemeye başladılar. Fakat, avamdan korktukları için, İsa’ya karşı
gizli gizli plânlar kurdular.
Tüm Yahudiye’yi geçtikten sonra, Havariler İsa’ya geri döndüler, o da
kendilerini bir babanın oğullarını kabul ettiği gibi kabul ederek dedi:
“Söyleyin bana, Allah’ımız Rabb ne işler yaptı? Emin olun ki, şeytan’ın
ayaklarınızın altına düştüğünü ve onu bağcının üzümleri ezdiği gibi ezdiğinizi
gördüm!”
Havariler karşılık verdiler: “Ey muallim, sayısız hastayı iyileştirdik ve
insanlara eziyet eden pek çok cinleri çıkarıp attık.”
İsa dedi: “Allah sizi affetsin ey kardeşler; çünkü her şeyi yapan Allah
olduğu halde, “biz iyileştirdik” demekle günaha girdiniz.”
O zaman dediler: “Budalaca konuştuk; bu bakımdan, ne diyeceğimizi bize
öğretin.”
İsa cevap verdi: “Her, iyi işte, “Allah yaptı” deyin, her kötü işte de
“günah işledim” deyin.”
“Böyle yapacağız” dedi Havariler ona.
Sonra İsa dedi: “İsrailîler, Allah’ın, benim elimle yaptıklarını şu kadar
insanın elleriyle de yaptığını görünce ne diyorlar?”
Havariler cevap verdi: “Tek bir Allah’ın bulunduğunu ve senin Allah’ın
peygamberi olduğunu söylüyorlar.”
İsa neşeli bir yüzle karşılık verdi: “Ben, kulunun arzusunu hor görmeyen
Allah’ın kutsal adını tesbih ve tazim ederim!” Ve, bunu dedikten sonra
istirahata çekildiler.
127.
İsa çölden ayrılıp, Kudüs’e vardı; bunun üzerine tüm insanlar O’nu görmek
için mabede koşuştular. Mezmurları okuduktan sonra İsa, yazıcıların çıkmak
adetinde oldukları mabedin kürsüsüne çıkarak, eliyle sus işareti yapıp dedi:
“Bizi alevli ruhtan değil, yeryüzünün çamurundan yaratan Allah’ın kutsal
adını tesbih ve tazim ederim, ey kardeşler. Günah işlediğiniz zaman, Allah’ın
huzurunda merhamet bulunuz ki, şeytan bunu hiç bulmayacaktır; çünkü o gururu
yüzünden, alevli ruh olması nedeniyle her zaman soylu olduğunu söylediğinden
bunu hiç bulmayacaktır.
“Duydunuz mu kardeşler, babamız Davud’un Allah’ımız için, toprak olduğumuzu
ve ruhumuzun gidip, bir daha geri dönmeyeceğini göz önüne alarak bize merhamet
etmiştir dediğini? Bu sözleri bilenler ne kadar kutsaldır; çünkü onlar,
günahtan sonra tövbe ederek ve günahları sürüp gitmeyerek, Rabblerine karşı
sonsuza değin günah işlemezler. Kendilerini yüceltenlere yazıklar olsun; çünkü
onlar Cehennemin yakıcı kömürleri olarak azaltılacaklardır. Söyleyin bana
kardeşler, kendi kendini yüceltmenin nedeni nedir? Burada, yer üzerinde
herhangi bir iyilik var mıdır acaba? Kesinlikle hayır; çünkü Allah’ın
peygamberi Süleyman’ın dediği gibi, “Güneşin altında bulunan her şey boştur.”
Eğer dünyada bulunan şeyler bize kendimizi kalbimizde yüceltme nedeni
vermiyorsa, hayatımız çok daha az verir (bu) nedeni; çünkü, insanın altındaki
tüm yaratıklar bize karşı savaştıklarından pek çok dert ve ızdıraplarla
yüklüdür o. Yazın yakıcı sıcağından niceleri can vermiştir, niceleri kışın
soğuğundan ve donundan ölmüştür; yıldırımdan ve doludan ölmüştür niceleri;
niceleri de hastalıklardan ve kıtlıktan ya da vahşî hayvanlara yem olarak,
yılanlar tarafından ısırılarak, yemekten boğularak ölmüştür! Ey, her yerde tüm
yaratıkların kendisi için tuzak kurduğu ve altında ezilecek kadar kendini
yücelten talihsiz insan! Ya, yalnızca fena şeyler arzulayan beden ve nefs için,
günahtan başka bir şey teklif etmeyen dünya için, şeytan’a kulluk edip,
Allah’ın kanununa göre yaşayan herkese eziyet ve zulmeden lânetliler için ne
diyeyim? Açıktır ki kardeşler, eğer bir insan, babamız Davud’un dediği gibi
“Sonsuzluğa gözleriyle bakarsa günaha girer.”
“Kişinin kendini kalbinde yüceltmesi, bağışlanmaması için Allah’ın
rahmetini ve acımasını kilitlemekten başka bir şey değildir. Çünkü, babamız
Davud der ki: “Allah’ımız toprak olduğumuzu ve ruhumuzun gidip bir daha
dönmeyeceğini bilir. Kim kendini yüceltirse, toprak olduğunu inkâr etmiş olur.
Bu yüzden de ihtiyacını bilmeyerek yardım istemez ve böylece yardımcısı olan
Allah’ı kızdırır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, şeytan
kendi zavallılığını bilse ve her zaman Sübhan olan Yaratıcısı’ndan merhamet
isteseydi, Allah şeytan’ı bağışlardı.”
128. “Ey Duyulmamış Gurur.”
“îşte böyle kardeşler, ben yeryüzünde yürüyen ve size pişman olun ve
günahlarınızı bilin diyen bir insanım. Toprağım ve çamurum. Diyorum ki
kardeşler, Roma askerleri aracılığıyla şeytan, benim Allah olduğumu
söylediğinizde sîzi aldattı. Bu bakımdan, sahte ve yalan ilâhlara kulluk ederek
Allah’ın lanetine uğradıklarından, aman onlara inanmayın; babamız Davud bile
onlara şöyle lanet okur: “Ulusların tanrıları gümüş ve altındır, kendi
ellerinin eseridir; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, duymazlar;
burunları vardır koklamazlar, ağızlan vardır yemezler; dilleri vardır,
söylemezler; elleri vardır dokunmazlar; ayakları vardır, yürümezler.” Bu
nedenle babamız Davud sağ ve diri olan Allah’ımıza dua ederek dedi: “Onları
yapanlar ve onlara güvenenler de onlar gibî olsunlar.” Ey duyulmamış gurur,
Allah tarafından topraktan yaratıldığı halde kendi durumunu unutan ve kendi
keyfine göre seve seve ilâh yaratan insanın ah bu gururu! Burada o, sanki
“Allah’a kulluk etmekte hiçbir yarar yoktur” diyerek, Allah’la sessizce alay
etmektedir. Çünkü yaptıkları bunu gösteriyor. şeytan, size benim Allah olduğuma
inandırarak, sizi bu duruma düşürmek istedi ey kardeşler; çünkü bir sineği bile
yaratamayan ve geçici ve ölümlü olan ben her şeye kendim muhtaç olduğumdan,
size yararlı hiçbir şey veremem. O halde bunu yapmak Allah’a aitken ben her
şeyde nasıl yardım edebilirim?
“Öyleyse Allah’ımız olarak, sözüyle Kâinat’ı yaratan yüce Allah’ı alacak ve
başka dinden olanlarla ve ilâhlanyla alay mı edeceğiz?”
“Buraya, mabede dua etmek için iki kişi geldi; biri ferisi ve diğeri de bir
vergi kesenekçisiydi. Ferisi ibadet yerine yaklaşıp yüzünü yukarı tutarak şöyle
dua etti: “Şükürler olsun sana ey Allah’ımız Rabb; çünkü ben her kötülüğü yapan
öteki insanlar, günahkârlar ve özellikle şu vergi kesenekçisi gibi değilim.
Şundan ki, haftada iki kez oruç tutar ve varımın yoğumun onda birini veririm.”
“Vergi mültezimi uzakta durup yere doğru eğildi ve göğsüne vura vura başı
eğik dedi: “Rabb, ben ne göğe, ne de ibadet yerine bakacak değilim; çünkü pek
çok günahlar işledim; bana merhamet et!”
“Bakın, size diyorum ki, vergi mültezimi mabetten ferisîden daha iyi bir
durumda indi; çünkü Allah’ımız tüm günahlarını affedip onu temize çıkardı. Ama
ferisi vergi kesenekçisinden daha kötü durumda mabetten indi; çünkü Allah’ımız
yaptıklarını nefretle karşılayıp onu reddetti.”
129.
“Olur ya, bir insanın bahçe haline getirdiği ormanı kestin diye balta kendi
kendiyle öğünsün mü? Asla; çünkü her şeyi yapan insandır; baltayı da kendi
elleriyle yapmıştır.
“Ve sen ey insan, Allah’ımızın seni çamurdan yarattığını ve yapılan her
iyiliği sende (O’nun) yaptığını göre göre, iyi bir şey yaptım diye kendinle
öğünür müsün?
“Ve hangi nedenle komşunu hor görürsün? Bilmez misin ki, eğer Allah seni
şeytan’dan korumamış olsaydı, sen şeytan’dan daha kötü olurdun.”
“Şimdi bilmez misin ki, tek bir günah en güzel meleği en iğrenç şeytan
yapar ve dünyaya gelen en tam insan Adem’i tüm soyuyla birlikte bizim
çektiklerimizi çeken zavallı bir varlık haline getirdi. O halde hiç korkmadan
kendi keyfince yaşayabileceğin faziletle ilgili hangi hükme sahipsin ki?
Yazıklar olsun ey çamur; çünkü kendini seni yaratan Allah’ın üstüne
çıkardığından, sana tuzak kuran şeytan’ın ayaklarının altına indirileceksin.”
Ve İsa böyle deyip ellerini Rabbe kaldırarak dua etti ve insanlar da “Amin,
Amin.” dedi. Duasını bitirince mabedin kürsüsünden indi. Bunun üzerine başına
pek çok hasta üşüştü ve onları iyileştirerek mabetten ayrıldı. O zaman, İsa’nın
hastalığını gidermiş olduğu bir cüzamlı, Simun kendisini yemeğe davet etti.
İsa’dan nefret eden kâhinler ve bilginler, Roma askerlerine İsa’nın
tanrılarına karşı söylediklerini bildirdiler. Kuşkusuz, O’nu öldürmenin
yollarını aradılar, ama bulamadılar; çünkü halktan korkuyorlardı.
İsa, Simun’un evine varıp, sofraya oturdu. Ve, yemeğini yerken gördü ki,
Meryem adında bir sokak kadını eve girip kendini İsa’nın ayakları altındaki
yere atarak onları gözyaşlarıyla yıkıyor, değerli bir yağ sürüyor ve başının
saçlarıyla siliyor.
Simun yemeye oturan herkesle birlikte bir rezaletle karşılaştığını düşündü
ve kalplerinden dediler: “Eğer bu adam bir peygamber olsa, bu kadının kim ye ne
türden olduğunu bilir ve onu kendisine dokundurmaz.”
İsa dedi: “Simun, sana söyleyecek bir şeyim var.” Simun karşılık verdi:
“Konuş ey muallim; çünkü sözlerini arzuluyorum”
130.
İsa dedi: “Bir adama iki kişinin borcu vardı. Biri alacaklısına elli kuruş,
diğeri 500 kuruş borçluydu. Sonra, bunlardan hiç birinin ödeyecek bir şeyleri olmadığından
paranın sahibi merhamete gelip borcu her ikisine de bağışladı. Bunlardan
hangisi alacaklısını en çok sever?”
Simun cevap verdi: “Kendisine daha büyük borç bağışlanmış olan.”
İsa dedi: “İyi söyledin; sana diyorum ki, öyleyse bu kadına ve kendine bak;
çünkü sen Allah’a iki kez borçlusun, biri bedeninin cüzamından dolayı, diğeri
de ruhun cüzamından dolayı, ki bu günahtır.
“Rabbimiz Allah dualarımla merhamete gelip, senin bedenini ve ruhunu
iyileştirmek istedi. Sen bu bakımdan beni az seversin. Çünkü benden hediye
olarak az bir şey aldın ve böyle, ben evine gelince de benim ayağımı öpmedin ve
başıma da yağ sürmedin. Ama, bu kadın, bakın bakın! Senin evine girer girmez,
kendini doğruca ayaklarıma atıp, onları gözyaşlarıyla yıkadı ve değerli bir yağ
sürdü. Bu bakımdan, bakın size diyorum ki, ona pek çok günahları bağışlandı;
çünkü beni çok sevmiştir ve kadına dönüp, dedi: “Huzur içinde var yoluna git;
çünkü, Allah’ımız Rabb günahlarını bağışlamıştır. Bir daha da günah işlememeye
bak. İmanın seni kurtarmıştır.”
131.”Gururdan Kurtulmak İçin Ne Yapılmalı?”
Havarileri gece ibadetinden sonra İsa’nın yanına varıp, dediler: “Ey
muallim, gururdan kurtulmak için ne yapmalıyız?”
İsa cevap verdi: “Yemek için bir reisin evine çağırılan bir yoksul gördünüz
mü (hiç)?”
Yuhanna karşılık verdi: “Ben Hirodes’in evinde yemek yedim. Şöyle ki, seni
tanımadan önce balığa gider ve Hirodes’in ailesine balık satardım. Böyle böyle,
ziyafet verdiği bir gün, ben o tarafa güzel bir balık götürürken beni durdurdu
ve orada yemek yedirdi.”
O zaman İsa dedi: “Şimdi, kâfirlerle nasıl yemek yedin? Allah seni
bağışlasın ey Yuhanna! Ama söyle bana, sofraya nasıl oturdun? En yüksek yeri mi
aradın? En nefis yemeği mi istedin? Sofrada, kendine soru sorulmadığı zaman
konuştun mu? Kendini sofrada oturan diğer kimselerden daha mı değerli saydın?”
Yuhanna cevap verdi: “Allah sağ ve diridir ki, kralın baronları arasında
oturan kötü giyimli, yoksul bir balıkçı olduğumu görerek, gözlerimi kaldırmaya
cesaret bile edemedim. Böyle iken, kral bana küçük bir et parçası verdiği zaman
kralın bana gösterdiği teveccühün büyüklüğünden dünyanın benim olduğunu sandım.
Ve, işte diyorum ki, kral eğer bizim kanunumuza uymuş olsaydı, hayatımın bütün
günlerinde seve seve ona hizmet ederdim.”
İsa haykırdı: “Ses etme Yuhanna; çünkü, Allah’ın gururumuzdan dolayı Ebiram
gibi bizi Cehennem’e atmasından korkarım!”
Havariler İsa’nın sözleri üzerine korkudan titrerken, O yine dedi: “Bizi
gururumuzdan dolayı Cehennem’e atmaması için Allah’tan korkalım.”
“Ey kardeşler, bir reisin evinde ne yapıldığını Yuhanna’dan duydunuz mu?
Dünyaya gelen insanlara yazıklar olsun; çünkü, gurur içinde yaşarlarken zillet
içinde ölecekler ve şaşırıp kalacaklar.
“Bu dünya da, Allah’ın insanlara ziyafet verdiği ve Allah’ın tüm kutsal
(kul)larıyla peygamberlerinin yemek yediği bir evdir. Ve, size diyorum ki
bakın, insan aldığı her şeyi Allah’tan alır. Bu bakımdan, insan kendi
değersizliğini ve Allah’ın bizi besleyen büyük nimetleriyle birlikte yüceliğini
de tanıyarak, en derin bir alçak gönüllülük içinde olmalıdır. Öyleyse, insanın
“ah, bu dünyada bu neden yapılır ve bu neden söylenir” demesi değil, gerçekten,
kendini dünyada Allah’ın sofrasında duracak değerde görmemesi meşrudur. Ruhumun
huzurunda olduğu Allah sağ ye diridir ki, burada, yeryüzünde Allah (in elinden
alınan hiçbir şey küçük değildir, öyleyse insan, karşılığında tüm ömrünü Allah
sevgisi için harcamalıdır.
“Allah sağ ve diridir ki, Hirodes’le yemek yemekle günah işlemiş değilsin
ey Yuhanna; çünkü senin yaptığın bize ve Allah’tan korkan herkese bunu anlatman
için Allah’ın bir takdiriydi. Böyle yapın” dedi. İsa havarilerine, “dünyada,
Yuhanna’nın Hirodes’in evinde onunla yemek yerken yaşadığı gibi yaşayasınız;
çünkü bu şekilde, gerçekten tüm gururlardan kurtulacaksınız.”
Barnaba İncili, 132-140. Bölüm
132. Temsiller
İsa Galile denizi boyunca yürürken, çevresini büyük bir kalabalık aldı;
bunun üzerine, sahilden biraz ötede durmakta olan bir kayığa bindi. Ve, sesi
işitilebilecek kadar yakınlıkta karaya demir attı. Bunun üzerine, hepsi denizin
kıyısına gelerek, oturup sözlerini beklediler. O zaman ağzını açtı ve dedi:
“İşte, ekici ekmeye çıktı, ekerken ekinlerin bazısı yola düştü ve bunlar
insanların ayakları altında çiğnenip, kuşlar tarafından yendi; bazısı taşların
üstüne düştü, nem olmadığından sıçrayıp, güneşte yandılar; bazısı çitlerin
içine düştü, burada büyüdüklerinden, dikenler tohumları boğdu ve bazısı da iyi
toprağa düştü, burada otuz, altmış ve yüz katına kadar meyve verdiler. İsa yine
dedi: “Bakın, bir aile babası bu tarlaya iyi tohum ekti; burada iyi adamın
hizmetçileri uyurlarken efendileri olan adamın düşmanı gelip, iyi tohumların
üzerine delice otları ekti. Bunun üzerine, ekinler çıkınca, aralarında bir
hayli delice otları çıktığı da görüldü. Hizmetçiler efendilerine gelip,
dediler: -Ey efendi, tarlana iyi tohum ekmedin miydi? Neden orada bir hayli
delice otları da çıktı?” Efendi cevap verdi, “İyi tohum ektim, fakat adamlar
uyurken, adamın düşmanı geldi ve ekinler üzerine delice otları ekti.”
Hizmetçiler dediler: “Gidip, ekinler arasındaki delice otlarını söküp
koparmamızı ister misin?”
Efendi cevap verdi, “Böyle yapmayın; çünkü onlarla birlikte ekinleri de
koparırsınız; bunun yerine hasat zamanı gelinceye kadar bekleyin. O zaman gider
ve ekinler arasındaki delice otlarını koparıp yanmaları için ateşe atar,
ekinleri de ambarıma korsunuz.”
İsa yine dedi: “Pek çok adam incir satmaya gittiler. Ama, pazara
vardıklarında gördüler ki, insanlar iyi incirler değil de, güzel yaprakları
arıyorlar. Bunun üzerine, adamlar incirlerini satamadılar. Ve, bu durumu gören
kötü bir vatandaş dedi: “Muhakkak zengin olabilirim.” Ardından, iki oğlunu
çağırıp (dedi) : “Gidin ve kötü incirleri bulunan pek çok yaprak toplayın.” Ve,
bunları ağırlıklarınca altın karşılığı sattılar. “Çünkü insanlar yapraklarından
pek memnun oluyorlardı. Ama yaprakları yiyenler ağır bir hastalığa tutuldular.”
İsa yine dedi: “Bakın ki, bir vatandaşın, tüm komşu vatandaşların
pisliklerini yıkamak için su aldıkları bir çeşmesi vardı; fakat, bu vatandaşın
kendi elbiseleri çürüyüp gidiyordu.”
İsa yine dedi: “İki adam elma satmaya gittiler. Biri, elmanın kendine
bakmadan, altın karşısındaki ağırlığından dolayı, satmak için elmanın kabuğunu
seçti. Diğeri, elmaları elden çıkarıp, yalnızca yolculuğunda yiyeceği ekmeği
alabildi. Ama, altın karşısındaki ağırlığı nedeniyle insanlar, onları
kendilerine iştahla verene bakmadan ve onu hakir görmeden elmaların kabuğunu
aldılar.”
Ve, o gün İsa kalabalığa böylece temsillerle konuştu; sonra, onları
dağıtıp, havarileriyle birlikte Nain’e gitti; burada (bir) dul kadının oğlunu
(Allah’ın izniyle) diriltmişti; bu oğul annesiyle birlikte onu evine alıp,
hizmette bulundular.
133. Temsillerin Anlamı
Havarileri İsa’nın yanına varıp, ona şöyle sordular : “Ey muallim, halka
söylediğin temsillerin anlamını bize anlat.”
İsa karşılık verdi: “Namaz saati yaklaşıyor; bu bakımdan, akşam namazı
bitince size temsillerin anlamını söyleyeceğim.”
Namaz bitince havariler İsa’nın yanına vardılar, o da kendilerine dedi:
“Yol üstüne, taşlara, dikenlerin üstüne, iyi toprağa tohum eken, çok sayıda
insanın üstüne düşen Allah’ın Kelâmı’nı öğreten kişidir.”
“Yola düşer; yani, yaptıkları uzun yolculuklar ve ilişki içinde
bulundukları kavimlerin farklılığı nedeniyle, şeytan’ın hatırlarından Allah’ın
Kelâmı’nı çıkardığı denizcilerin ve tüccarların kulağına varır. Taşların
üzerine düşer; bu vakit, bir reisin vücuduna karşı göstermek zorunda oldukları
büyük dikkat nedeniyle, içlerine Allah’ın Kelâmı’nın işlemediği saray
hizmetçilerinin kulağına varır. Şundan ki, hatırlarında bundan az bir şey varsa
da, herhangi bir zorlukla karşılaşır karşılaşmaz Allah’ın Kelâmı hatırlarından
çıkar gider; çünkü, Allah’a kulluk etmediklerinden, Allah’tan yardım da
umamazlar.
“Dikenlerin arasına düşer, bu kez, kendi hayatlarını sevenlerin kulağına
varır. Her ne kadar bunların üzerinde Allah’ın Kelâmı biterse de, bedeni
arzular büyüyünce iyi tohum olan Allah’ın Kelâmı’nı boğarlar. Çünkü bedeni
arzular (insanlara) Allah’ın Kelâmı’nı bıraktırır. İyi toprağa düşer; bu kez,
Allah’ın Kelâmı Allah’tan korkanın kulağına varır, burada sonsuz hayat meyvesi
verir. Bakın, size diyorum ki, kişinin Allah’tan korktuğu her durumda, Allah’ın
Kelâmı onun içinde meyve verir.”
“Şu aile babasına gelince, size diyorum ki bakın, o her şeyin babası olan
Rabbimiz Allah’tır, şundan ki, her şeyi O yaratmıştır. Fakat, O, tabiatta
görüldüğü biçimde bir baba değildir. Çünkü O hareket etmez, hareket etmeyen
üremez, doğmaz, doğurmaz. O halde, Allah’ımız bu dünyanın sahibi olandır; tohum
ektiği tarla insan soyudur ve tohum da Allah’ın Kelâmı’-dır. İşte böyle,
muallimler dünyanın işlerine dalarak Allah’ın Kelâmı’nı anlatmayı ihmâl
ettikleri zaman, şeytan insanların kalbine dalâlet (sapmalar-sapkınlıklar)
eker, bundan da, şerli akidenin sayısız kolları türer.
Kutsal (kul)lar ve peygamberler haykırır: “Ey Rabb, sen o zaman insanlara
iyi akîde vermemiş miydin? Neden o halde bu kadar çok dalâlet oluyor?”
Allah cevap verir: “İnsanlara iyi akide verdim, ama insanlar kendilerini
boş şeylere kaptırıp giderken, şeytan, benim kanunumu hiçe indirgemek için
dalâletler ekiyordu.”
Kutsal (kul)lar der: “Ey Rabb, insanları yok ederek bu dalâletleri
dağıtacağız.”
Allah cevap verir: “Böyle yapmayın; çünkü müminler kâfirlere akrabalıkla
öylesine bağlıdırlar ki, kâfirler içinde yok olurlar. Ama, mahkemeye kadar
bekleyin; çünkü o zaman kâfirler meleklerim tarafından toplanıp, şeytanla
birlikte Cehennem’e atılırken, iyi mümin olanlar benim melekûtuma gelecek.”
Emin olun ki, pek çok kâfir babanın mümin oğulları olur, bunların uğruna da
Allah dünyanın tövbe etmesini bekler.
İyi incir taşıyanlar iyi akide vaaz eden muallimlerdir. Fakat yalanlardan
zevk alan dünya ehli, muallimlerden güzel sözler ve koltuk kabartma yaprakları
ister. Bunu gören şeytan, beden ve nefsle birleşerek, bir sürü yaprak, yani,
günahları örtecek bir sürü yaprak getirir; bunları alan insan hastalanır ve
sonsuz ölüme hazırlanır.
Suyunu pisliklerini yıkayıp gidermek için başkalarına veren, fakat kendi
elbiselerini çürümeye bırakan su sahibi vatandaş, başkalarına pişman olmayı öğütleyen,
kendisi ise, halâ günahta devam eden muallimdir.
“Hava üzerine, kendine uygun cezayı melekler değil, kendi diliyle yazan
zavallı insan!”
“Eğer bir insanın dili fil dili gibi, vücudunun geri kalan kısmı ise
karınca gibi küçük olsa, bu acayip bir şey olmaz mı? Evet, mutlaka. Şimdi, size
diyorum ki, bakın, başkalarına pişman olmayı öğütleyip, kendisi ise günahlarına
tövbe etmeyen daha çok acayiptir.”
“Şu elma satan iki adama gelince: Biri, Allah rızası için öğütte bulunup,
kimsenin koltuğunu kabartmayan, fakat, yalnızca yoksul bir insanın geçimliğini
isteyip gerçekten öğüt veren kişidir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, böyle bir insanı dünya ehli kabul etmez, aksine hor görür. Ama,
altınla olan ağırlığı nedeniyle kabuk satan ve elmaları saçıp savuran ise,
insanları memnun etmek için öğütte bulunan kişidir ve o dünya ehlinin koltuğunu
kabartmakla, koltuk kabartıcılığının sonucu olarak ruhunu mahveder. Ah, bundan
dolayı niceleri helak olup gitmiştir!”
O zaman (bunu) yazan karşılık verdi “Kişi Allah’ın kelâmını nasıl dinlemeli
ve kişi Allah sevgisi için vaaz vereni nasıl bilmeli?”
İsa cevap verdi: “vaaz veren, iyi akideyi vaaz ederken Allah konuşuyormuş
gibi dinlenilmelidir; çünkü, Allah onun ağzıyla konuşmaktadır. Fakat, kişilere
saygı gösterip, belli insanların koltuklarını kabartarak, günahlara günah
demeyenden yılandan kaçar gibi kaçmalıdır; çünkü, gerçekte o insanın duyduğunu
zehirler.”
“Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, nasıl ki yaralı bir adamın
yaralarını sarmak için güzel bir sargıya değil de, iyi bir merheme ihtiyacı
varsa, aynı şekilde, bir günahkârın da, günah işlemeyi bırakması için güzel
sözlere değil, güzel uyarı ve sakındırmalara ihtiyacı vardır.”
134. Cehennem’dekilerin Durumları
Sonra, Petrus dedi: “Ey muallim, bize, kaybedenlerin nasıl azap göreceğini
ve Cehennem’de ne kadar kalacaklarım anlatın ki, insan günahtan kaçabilsin.”
İsa cevap verdi: “Ey Petrus, sorduğun güzel bir şey, ben de inşallah sana
cevap vereceğim. Bu bakımdan bilin ki, Cehennem birdir. Ama, birbiri altında
yedi katı vardır. Dolayısıyla nasıl yedi türlü günah varsa, şeytan’ın neden
olduğu bu (günahlar) için Cehennem’in yedi kapısı ve orada yedi tane de ceza
vardır.”
“Kalben en mağrur olan, üstteki tüm katlardan geçerek ve bunlardaki tüm
acıları çekerek en alt kata fırlatılacaktır. Burada, Allah’ın emrettiğinin
aksine, istediğini yapmak arzusuyla Allah’tan daha yüce olmanın peşinde koşup,
kendi üstünde kimseyi tanımak istemiyor idiyse, aynı şekilde orada şeytan ve
şeytancıklarının ayakları altına konacak. Bunlar kendisini üzümün şarap
yapılırken ezildiği gibi ezecekler ve bundan sonra hep şeytanların eğlencesi ve
maskarası olacaktır.”
“Komşusunun iyiliğinden tedirgin olup, başına gelenlere sevinen haset,
altıncı kata gidecek ve çok sayıda Cehennem yılanlarının dişleri tarafından
tedirgin edilecektir.”
“Ve, Cehennem’deki tüm şeyler gördüğü azaba seviniyor ve yedinci kata
gitmediğine üzülüyormuş gibi gelecektir kendisine. Her ne kadar lânetliler
hiçbir şeye sevinemezlerse de, yine de Allah’ın adaleti, kötü, haset adamı
insan rüyasında biri tarafından tekmeleniyor ve bu yüzden azap duyuyormuş hissi
veren bir duruma sokacaktır. Kötü haset adamın önüne konan durum aynen böyle
olacaktır işte. Asla hiçbir mutluluğun olmadığı bir yerde, ona, öyle gelecektir
ki, sanki herkes, başına gelenlere sevinmekte ve daha kötüsünü tatmadığına
üzülmektedir.”
“Tamahkâr beşinci kata gidecek (ve) orada zengin ziyafetçinin çektiği gibi
aşırı derecede yoksulluk çekecektir. Ve, cinler daha çok azap (vermek) için,
arzuladığı şeyi kendisine sunacaklar ve onu eline aldığında, diğer cinler,
“Hatırla ki, Allah sevgisi için vermiyordun. Allah da şimdi almanı
istemiyor” diyerek, elinden zorla çekip alacaklardır.”
“Ey mutsuz insan! Şimdi, eski zenginliğini hatırlayıp, şu andaki dehşetli
yoksulluğunu görünce kendini bu durumda bulacak (işte) ‘Ve, o zaman sahip
olamayacağı mallarla sonsuz zevkleri kazanabilirdi! (Ama, heyhat!.)
135.
“4. kata şehvet düşkünü gidecek. Orada, kendilerine Allah tarafından
verilen yolu değiştirenler, şeytan’ın yanan tersinde pişmiş ekin gibi
olacaklar. Ve, orada korkunç Cehennem yılanlarınca kucaklanacaklar. Ve,
fahişelerle günah işleyenler (in) bütün bu pis hareketleri, kendileri için
Cehennemi ateş ve öfkelere dönüştürecek; bunlar, saçı yılan, gözleri alevli
kükürt, ağzı zehirli, dili yalan dolan, vücudu tümüyle ahmak balıkları
yakalamada kullandıklarına benzer dikenli çengellerle kaplı kuşak, pençeleri
ejderha pençeleri gibi, tırnakları ustura, (ve) üretim organları da ateş gibi
olan kadına benzer şeytanlardır. Şimdi, bütün bunlarla birlikte, tüm şehvet
düşkünleri, yatakları olacak olan Cehennem’in közlerinden (de)
yararlanacaklardır!
“3. kata, şimdi çalışmak istemeyen tembeller gidecektir. Burada, tek bir
taş gereken yere konmadığı için, biter bitmez yıkılıveren şehirler ve büyük
büyük saraylar yapılır. Ve, bu koca koca taşlar tembellerin omuzlarına konur.
Bunlar, yürürken bedenlerini serinletmek ve yükü kolaylaştırmak için ellerini
kullanmazlar. Çünkü, tembellik kollarının gücünü gidermiştir ve bacakları
Cehennem’in yılanlarıyla kucaklaşmaktadır. Ve, daha kötüsü ardında cinler
vardır, kendisini iter ve yükün altında defalarca yere düşürürler; yükü
kaldırması için yardım da etmezler; kaldırılamayacak derecede ağırdır o, bir
iki katı daha konur üzerine.
“İkinci kata boğaz düşkünleri gider. Şimdi, burada yiyecek kıtlığı vardır,
o derecede ki, canlı akreplerle, canlı yılanlardan başka yenecek hiçbir şey
yoktur. Bu öyle bir azap verir ki, hiç doğmamış olmak bu tür yemekleri yemekten
daha iyidir. Görünüşte şüphesiz, kendilerine cinler tarafından nefis etler
sunulur; fakat elleri ve ayakları ateşten zincirlerle bağlı olduğundan,
kendilerine et göründüğü durumlarda el uzatamazlar. Ama, daha da kötüsü, yediği
akrepler karnını kemirir. Hızlıca dışarı çıkamadıklarından oburun gizli
yerlerini parçalarlar. Ve, zaten kirli olup, pis ve tiksindirici biçimde dışarı
çıktıkları zaman tekrar tekrar yenirler.”
“Öfkeli olan, birinci kata gider. Orada, tüm cinlerden ve kendinden
aşağılara giden o kadar lânetli kişilerden hakaret görür. Kendisini
tekmelerler, tokatlarlar, geçtikleri yola yatırırlar ve ayaklarıyla boğazına
basarlar. O, yine de kendisini koruyamaz. Çünkü elleri ve ayakları bağlanmıştır
ve daha kötüsü, başkalarına hakaret ederek öfkesinin çıkacağı bir yol da
bulamaz. Çünkü dili, balık satanın kullandığına benzer bir kancayla bağlanır.”
“Bu lânetli yerde, tüm katlarda görülen, ekmek yapmak için çeşitli ekin
tanelerinin karıştırılması gibi, genel bir cezalandırma olacaktır. Ateş, buz,
yıldırımlar, şimşek, kükürt, sıcak, soğuk, rüzgâr, çılgınlık, şiddet hepsi
Allah’ın adaletince birleştirilecek. O şekilde ki, ne soğuk sıcağı yumuşatacak,
ne de ateş buzu. Her biri sefil günahkâra azap verecektir.”
136.
“Bu lânetli bölgede kâfirler ebediyen kalacaktır,-o kadar ki, dünya mısır
taneleriyle dolsa ve tek bir kuş, dünyayı boşaltmak için yüz yılda bir kez, tek
bir taneyi götürecek olsa —eğer bu şekilde boşalıp— kâfirler de Cennet’e
girecek olsalar, sevinip rahat ederler. Ama, böyle bir ümit yoktur. Çünkü,
günahlarına Allah sevgisiyle bir son vermedikleri için çektikleri azap da sona
ermeyecektir.”
“Fakat, müminler rahat edecekler; çünkü çektikleri azabın sonu gelecektir.”
Havariler bunu duyunca korkup dediler: “Müminlerin de Cehennem’e girmeleri
gerekiyor mu?”
İsa cevap verdi: “Kim olursa olsun, herkesin Cehennem’e girmesi gerek. Ama,
buna rağmen, Allah’ın kutsal (kul) ları ve peygamberlerinin, herhangi bir ceza
çekmek için değil de, görmek için oraya gidecekleri doğrudur ve korkanlar
yalnızca takvalı olanlardır. Ne diyebilirim ki ben? Size söylüyorum ki, buraya,
Allah’ın adaletini görmek üzere Allah’ın Elçisi (bile) gelecektir. O zaman,
O’nun varlığından Cehennem titreyecektir. Ve, O da bir insan bedenine sahip
olduğundan, tüm insan bedenine sahip olup da cezaya konulanlar, Allah’ın
Elçisi’nin Cehennemi görmek için kaldığı sürece cezasız kalacaklardır. Fakat, O
orada (yalnızca) göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde kalacaktır.”
“Ve, Allah bunu, her yaratık Allah’ın Elçisi’nden yarar gördüğünü bilsin
diye yapacaktır.”
“O, oraya geleceği zaman, tüm şeytanlar titreyecek ve birbirlerine “kaçın
kaçın; çünkü düşmanımız Muhammed buraya geliyor” diyerek, yanan közlerin altına
gizlenmeye çalışacaklardır. Bunu duyan şeytan, her iki elleriyle yüzüne vuracak
ve haykırarak diyecektir: “Sen, bana rağmen benden daha soylusun, adaletsizce
yapılmış (bir iş) bu!”
137.
“Yetmiş iki derecede olan müminlere gelince: —biri salih amellere üzülüp,
diğeri de kötülüklere sevinerek— salih amelleri olmadan (yalnızca) imanı
bulunan son iki derecedekiler Cehennem’de yetmiş bin yıl kalacaklar.”
“Bu yıllardan sonra melek Cebrail Cehennem’e gelecek ve onların “Ey
Muhammed, sana inananların Cehennem’de ebediyen kalmayacaklarını söyleyerek,
bize edilmiş vaatlerin nerede?” dediklerini duyacak.”
“O zaman, melek Cebrail geri Cennet’e dönüp, saygıyla Allah’ın Elçisi’ne yaklaşacak,
duyduklarını O’na anlatacak.”
O zaman Elçi’si Allah ile konuşup, diyecek: “Allah’ım Rabb, benim inancımı
kabul edenlerle ilgili olarak, onların Cehennem’de ebediyen kalmayacakları
(şeklinde) ben kuluna edilmiş vaadi hatırla.”
Allah karşılık verecek: “Ne diliyorsan iste, ey dostum; çünkü, istediğin
her şeyi sana vereceğim.”
O zaman Allah’ın Elçisi diyecek: “Ey Rabb, müminlerden yetmiş bin yıldır
Cehennem’de kalanlar var. Merhametin nerede ey Rabb? Sana, Rabb, onları acı
cezalardan kurtarman için dua ediyorum.”
“O zaman Allah, dört gözde meleğine Cehennem’e giderek, Elçisi’ne inanan
herkesi çıkarıp, Cennet’e götürmelerini emredecek. Ve, onlar da bunu
yapacaklar.”
“Ve, Allah’ın Elçisi’ne inanmanın yararı böyle olacaktır işte. O’na
inananlar, hiçbir salih amel işlemeseler de, inançları içinde ölürlerse, sözünü
ettiğim cezadan sonra Cennet’e gireceklerdir.”
138.
Sabah olunca erkenden, şehrin tüm insanları kadın ve çocuklarla birlikte,
İsa’nın havarileriyle kaldığı eve gelerek, O’na yalvarıp dediler: “Rab, bize
merhamet et. Çünkü, bu yıl kurtlar ekinleri yediler ve biz de bu yıl
toprağımızdan hiçbir şey alamayacağız.”
İsa karşılık verdi: “Sizinki de ne korku! Bilmez misiniz ki, Allah’ın kulu
İlya, Allah’ın azabının sürdüğü üç yıl içinde, yalnızca otlarla ve yabanî
meyvelerle beslenerek, ekmek (yüzü) görmedi. Allah’ın peygamberi babamız Davud,
Seul’un zulmü altında iki yıl yabanî meyve ve ot yedi. O kadar ki, yalnızca iki
kez ekmek yedi.”
Adamlar karşılık verdiler: “Rab, onlar manevî nimetlerle beslenen ve
dolayısıyla iyi sabır gösteren Allah’ın peygamberleridirler; ama bu küçükler
nasıl yemek bulacaklar?” Ve, O’na çocukların oluşturduğu kalabalığı
gösterdiler.
O zaman İsa, onların perişanlıklarına merhamet ederek dedi: “Hasada ne
kadar var?” Cevap verdiler: “Yirmi gün.”
O zaman İsa dedi: “Bakın, bu yirmi gün süreyle kendimizi oruca ve namaza
veririz; böylece Allah size, merhamet edecektir. Bakın, size diyorum ki,
burada, benim Allah ya da Allah’ın oğlu olduğumu söylediklerinde İsraililer’in
günahı ve insanların deliliği başladığı için, Allah bu kıtlığı vermiştir.”
On dokuz gün oruç tutup da, yirminci günün sabahı olduğu zaman, tarlaların
ve tepelerin olgun ekinlerle kaplı olduğunu gördüler. Bunun üzerine, İsa’ya
koşup, her şeyi anlattılar. Ve, bunu işitince İsa, Allah’a şükürler etti ve
dedi: “Gidin kardeşler, Allah’ın size verdiği yemeği toplayın.”
Adamlar o kadar çok ekin topladılar ki, nereye koyacaklarını bilemediler ve
bu şey İsrail’deki bolluğun sebebi oldu.
Şehirliler, İsa’yı başlarına kral yapmak için danışıp görüştüler; o, bunu
öğrenince kendilerinden kaçtı. Bu nedenle, havariler on beş gün kendisini
bulmak için uğraştılar.
139.
İsa, bu (satırlar) ı yazanla, Yakup ve Yuhanna tarafından bulundu. Ve,
onlar ağlayarak dediler: “Ey üstad, bizden neden kaçtın? Yana yakıla seni
aradık; tüm havariler de ağlaya ağlaya seni arıyorlar.”
İsa cevap verdi: “Kaçtım. Çünkü, biliyordum ki, şeytanların bir yol
göstericisi, kısa bir zaman sonra göreceğiniz bir şey hazırlıyor benim için.
İleri derecedeki kâhinlerle halkın önde gelenleri bana karşı ayaklanacak ve
Romalı validen beni öldürmek için yetki koparacaklar. Çünkü, benim İsrail
krallığını gasp etmek istediğimden korkuyorlar. Hattâ, Yusuf’un Mısır’a
satıldığı gibi, ben de havarilerimden biri tarafından ihanete uğrayacak ve
satılacağım. Ama, peygamber Davud’un, “O, çukura, komşusuna tuzak kuranı
düşürecektir.” dediği gibi, adaletli Allah, kendisini düşürecek. Allah, beni
onların elinden kurtarıp, dünyadan çekip alacak.”
Üç havari korktular; ama İsa, “Korkmayın; çünkü sizden hiç biriniz bana
ihanet etmeyecektir” diyerek kendilerini rahatlattı.
Ertesi gün olunca, İsa’nın şakirtlerinden otuz altısı ikişer ikişer geldi
ve (İsa) diğerlerini bekleyerek Şam’da kaldı. Ve, herkese dert yanıyorlardı.
Çünkü, İsa’nın dünyadan ayrılması gerektiğini biliyorlardı. Bunun üzerine
ağzını açtı ve dedi: “Kesinlikle mutsuz odur ki, nereye gideceğini bilmeden
yürür; ama (bundan) daha mutsuz olan ise, gücü yettiği ve iyi bir hana nasıl varılacağını
bildiği halde, yağmur altında, eşkıya tehlikesine karşı batak yolda kalmak
diler ve arzu eder. Söyleyin bana kardeşler, bu dünya bizim ana vatanımız
mıdır? Hiç de değil. Çünkü, ilk insan dünyaya sürgüne gönderildi ve burada
hatasının cezasını çekiyor. Yoksulluk içinde olduğunu görürken, kendi zengin
ülkesine dönme özlemini duymayan bir sürgün bulunur mu acaba? Akıl bunu
kesinlikle reddeder, ama tecrübe doğruluyor; çünkü, dünyayı sevenler ölümü
düşünemezler; hem de, biri kendilerine ondan söz etti mi, konuşmasına kulak
vermezler.”
140.
“İnanın ki ey insanlar, ben dünyaya,
hiç kimsenin, hattâ Allah’ın Elçisi’nin bile sahip olmadığı bir ayrıcalıkla
geldim (Bu ayrıcalık İsa Peygamberin kıyamete yakın bir zamana kadar
yükseltildiği yerde yaşamasıdır); çünkü, Allah’ımız insanı dünyada yerleştirmek
için değil, gerçekte Cennet’e koymak için yarattı.”
“Emin olun ki, kendisine yabancı bir kanuna
bağlı olduklarından, Romalılardan herhangi bir şey almak ümidi olmayan kişi,
sahip olduğu tüm şeylerle birlikte kendi ülkesini terk etmek ve asla dönüp de,
gidip Roma’da yaşamak istemez. Ve, kendisinin Kayser’e karşı geldiğini gördüğü
zaman, çok daha az (ihtimalle) böyle bir şey yapar. îşte, ben de size diyorum
ki bakın, Allah’ın peygamberi Süleyman da benimle birlikte ağlıyor, “Ey ölüm,
seni hatırlamak, zenginlikleri içinde rahat rahat oturanlara ne kadar da acı gelir!”
Bunu, şimdi öleceğim için demiyorum; çünkü, dünyanın sonuna kadar
yaşayacağımdan eminim.
“Fakat, ölmeyi öğrenesiniz diye size bundan söz
edeceğim.”
“Allah sağ ve diridir ki, bir kez bile olsa
yanlış yapılan her şey gösterir ki, bir şeyi iyi yapmak için, o şeyde alıştırma
yapmak gereklidir.”
“Askerleri gördünüz mü, barış zamanında sanki
savaştalarmış gibi nasıl da birbirleriyle kendilerini eğitirler. Ya iyi
ölmesini bilmeyen insan, iyi bir ölümle nasıl ölecektir?”
“Rabb’in gözünde kutsal (kul) un ölmesi çok
kıymetlidir” demişti Peygamber Davud. Neden biliyor musunuz? Söyleyeceğim size:
Şundan ki, nasıl, tüm az bulunan şeyler kıymetliyse, iyi ölenlerin ölümü de, az
bulunduklarından Yaratıcımız Allah’ın gözünde kıymetlidir.
“Cidden, bir insan ne zaman bir şeye başlasa,
aynı şeyi bitirmek istemekle kalmaz, bunun yanı sıra, plânı iyi bir sonuca
varsın diye sancılanır.”
“Ey, donuna kendinden daha çok değer veren
zavallı insan; kumaşı keseceği zaman, kesmeden önce dikkatle ölçer; kesilince
de özenle diker. Ya, hayatını, —ölmek için doğan, o kadar ki, yalnızca doğmayan
ölmez— neden insanlar hayatlarını ölümle ölçmezler?”
“Yapı yapanları gördünüz mü; koydukları her
taşta duvar yıkılmasın diye, tam yerinde olup olmadığını ölçerek temeli nasıl
da göz önünde bulundururlar? Ey sefil insan, hayat yapısı en büyük yıkımla
yıkılacak; çünkü ölüm temeline bakmıyor!”
Barnaba İncili, 141-149. Bölüm
141. Akli Dengesizlik.
“Söyleyin bana, bir insan doğarken nasıl doğar? Mutlaka çıplak doğar. Ve,
ölü olarak toprağın altına konurken, ettiği kâr nedir? îçine sarıldığı basit
bir keten bezi ve budur dünyanın kendisine verdiği ödül.”
“Şimdi, işin iyi bir sona varması için, her işte (kullanılan) araçların
başlangıç ve sonla uyum içinde olması gerekirken, ya dünyanın zenginliğini
isteyen insanın varacağı son nedir? Allah’ın peygamberi Davud Peygamber’in
“Günahkâr en kötü bir ölümle ölecektir” dediği biçimde öl (üp gid)ecektir.”
“Bir insan elbise dikerken, iğneye iplik yerine kiriş geçirirse, iş(i)
nasıl (bir sona) varır? Mutlaka boşa çalışmış olur ve komşuları tarafından
küçümsenir Şimdi, insan dünyalık malları toplarken sürekli bu (işi) yaptığını
görmüyor. Çünkü, Ölüm iğnedir, dünyalık malların kirişleri ondan geçmez. Yine
de o, delicesine işi başarmak için uğraşır durur, ama nafile.”
“Ve, benim bu sözüme kim (inanmıyorsa) kabirlere baksın. Çünkü, orada
gerçeği bulacaktır. Allah korkusuyla başka her şeyin ötesinde akıllı olmak
isteyen mezarın kitabesini incelesin. Çünkü, orada, kurtuluşu için gerçek akideyi
bulacaktır. Çünkü, insan bedeninin kurtçukların yiyeceği haline dönüştüğünü
gördüğü zaman, dünyadan, bedenden ve nefsten sakınmayı öğrenecektir.
—Söyleyin bana, insanın ortasından yürüdüğünde emniyetle gidebileceği,
kıyılardan yürüdüğünde ise başını kıracağı bir yol olsa; birbirlerine karşı
çıkan ve kıyıya en yakın olmak gayretiyle kavga eden ve kendilerini öldüren
insanlar görürseniz ne dersiniz? Nasıl da şaşırırsınız! Mutlaka dersiniz ki,
“Deli ve çılgındır onlar. Eğer çılgın değillerse aklî dengesizlik
içindedirler.”
“Doğru, aynen öyledir” (diye) karşılık verdi havariler.
O zaman İsa ağladı ve dedi: “îşte, dünyayı sevenler de tıpkı böyledirler.
Çünkü, insanda orta bir yer tutan akla göre yaşasalardı, Allah’ın kanununa
uyarlar ve sonsuz ölümden kurtulurlardı. Fakat, bedene ve dünyaya
uyduklarından, biri diğerinden daha bir gurur ve şehvetle yaşamak için didinen
çılgınlar ve kendi benliklerinin acımasız düşmanlarıdırlar.”
142. Hain Yahuda ve Tahrifçi Din Adamlarının Mantığı
Hain Yehuda İsa’nın kaçtığını görünce, dünyada güçlü olma ümidini
yitirmişti. Çünkü, içinde Allah sevgisi için kendisine verilen tüm şeylerin
bulunduğu İsa’nın kesesini taşıyordu. İsa’nın İsrail kralı, kendisinin de güçlü
bir insan olacağını ümit ediyordu. Bu bakımdan, ümidini yitirince kendi kendine
dedi: “Eğer bu adam bir peygamberse, parasını çaldığımı bilir ve böylece
sabrını yitirip, kendisine inanmadığımı bilerek beni hizmetinden kovar. Eğer
akıllı bir adam olsaydı, Allah’ın kendisine vermek istediği şereften kaçmazdı?
Bu bakımdan, Ferisîler, yazıcılar ve önde gelen kâhinleriyle bir düzen kurup,
onu ellerine nasıl teslim edeceğime bakmam daha iyi olacak; çünkü böylece iyi
bir şeyler elde edebilirim.” Bunun üzerine, kararını verip, meselenin Nain’de
nasıl geçtiğini yazıcılar ve Ferisîler’e duyurdu. Onlar da başkâhinle istişare
edip, dediler: “Bu adam kral olursa ne yaparız? Kesinkes geçimimiz kötü olur;
çünkü o, eskiden olduğu gibi Allah’a ibadeti geri getirmek isteyecektir. Çünkü,
bizim geleneklerimizi alıp kabul edemez. Şimdi, böyle bir adamın egemenliği
altında nasıl geçiniriz? Kesinlikle, çocuklarımızla birlikte helak oluruz;
çünkü memuriyetimizden atılırsak, ekmeğimizi dilenmek zorunda kalırız.
“Şimdi, Allah’a şükür, bizim kendilerininkiyle ilgilenmediğimiz gibi bizim
kanunumuzla ilgilenmeyen, kanunumuza yabancı bir kral ve bir valimiz var. Ve,
böylece listeye ne alırsak yapabiliyoruz; bu şekilde her ne kadar günah
işliyorsak da, Allah’ımız öylesine merhametlidir ki, kurban ve oruçla
yumuşayıverir. Fakat, eğer, bu adam kral olursa, Musa’nın kitabına göre Allah’a
ibadet edildiğini görmedikçe yumuşamayacaktır ve daha da kötüsü, (önde gelen
havarilerinden birinin bize dediği gibi) Mesih, Davud soyundan gelmeyecek
demekte, ama, İsmail’in soyundan geleceğini ve vaadin İshak’a değil, İsmail’e
yapıldığını söylemektedir.”
“O halde, bu adam yaşamaya katlanacak olursa, sonuç ne olacaktır? Mutlaka
İsmaililer Romalılarla anlaşmaya varıp, ülkemizi ellerine verecekler ve böylece
İsrail, eskiden olduğu gibi yine köleleştirilecektir.” Bunun üzerine, teklifi
duyan başkâhin Hirodes ve valiyle görüşmesi gerektiği şeklinde cevap verdi,
“Çünkü, halk O’na öylesine eğilim göstermektedir ki, asker olmadan herhangi bir
şey yapamayız ve inşallah askerle bu işi belki başarabiliriz.”
Bu nedenle, aralarında istişare edip, vali ve Hirodes olur dedikleri zaman,
onu geceleyin yakalamak için plân kurdular.
143.
Sonra, tüm havariler Allah’ın dilemesiyle Şam’a geldiler. Ve, o gün hain
Yehuda herkesten daha çok İsa’nın yokluğuna üzülüyor göründü. Bunun üzerine İsa
dedi:
“Herkes, hiç yeri yokken sizi seviyor gösterisinde bulunan kişiden
sakınsın.”
Ve Allah anlayışımızı giderdi de, onun bunu ne amaçla dediğini bilemedik.
Şakirtlerin tümü geldikten sonra İsa dedi: “Galile’ye dönelim; çünkü
Allah’ın meleği bana oraya gitmem gerektiğini söyledi.” Bunun üzerine, bir sebt
günü sabahı İsa Nasıra’ya geldi. Şehirliler İsa’yı tanıyınca herkes kendisini
görmek istedi. Bu arada, Zakkay adlı kısa boylu bir vergi mültezimi büyük
kalabalık nedeniyle İsa’yı göremediğinden yabani bir incir ağacına tırmanıp,
İsa havraya giderken oradan geçeceği zamanı bekledi. Sonra İsa o yere gelince
gözlerini kaldırıp dedi: “İn Zakkay çünkü bugün senin evinde kalacağım.”
Adam inip O’nu memnunlukla kabul etti ve mükemmel bir ziyafet hazırladı. Ferisîler
mırıldanıp İsa’nın havarilerine dediler: “Mualliminiz neden vergi mültezimleri
ve günahkârlarla yemeğe gider?”
İsa cevap verdi: “Doktor bir eve neden girer? Söyleyin bana ve ben de size
neden buraya geldiğimi söyleyeceğim.”
Cevap verdiler: “Hastaları iyileştirmek için.” “Doğru Söylüyorsunuz.” dedi
İsa, “Çünkü hastalardan başka kimsenin ilâca ihtiyacı yoktur.”
144.
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah peygamberlerini ve
kullarını dünyaya, günahkârlar tövbe etsin diye gönderir, takva sahipleri
uğruna göndermez; çünkü, nasıl temiz olanın banyoya ihtiyacı yoksa, onların da
tövbeye ihtiyacı yoktur. Ama size diyorum ki bakın, eğer sizler gerçek
Ferisîlerseniz benim kurtuluşları için günahkârlarla uğraşmam gerektiğinden
memnun olmalısınız.
“Söyleyin bana, kaynağını” ve dünyanın Ferisileri neden çekmeye başladığını
biliyor musunuz? Mutlaka anlatacağım size; çünkü, bilmiyorsunuz, öyleyse
sözlerime kulak verin.
“Dünyaya hiç değer vermeden, gerçekten Allah’ın yolunda yürüyen bir Allah
dostu Enoh (İdris Peygamber) Cennet’e alındı; ve, mahkemeye kadar orada kalacak
(çünkü, dünya sonuna yaklaştığı zaman o, İlya ve bir başkasıyla birlikte
dünyaya dönecektir) ve böylece, bunu bilen insanlar Cennet arzusuyla
Yaratıcıları Allah’ı aramaya başladılar. Şu “Ferisi”, Kenan dilinde tam
anlamıyla “Allah’ı arayan” demektir. Çünkü Kenaniler insanın ellerine tapınma
denen putperestliğe bağlı olduklarından, bu ad orada iyi insanlarla alay etmek
suretiyle başladı.
“Bu şekilde, halkımızdan Allah’a kulluk için dünyadan ayrılanları gören
Kenanîler, böyle birini gördüklerinde “Ferisi”, yani ‘Allah’ı arıyor’ derlerdi.
Şöyle demek istiyorlardı: “Ey deli yoldaş, senin heykelden putların yok ve
rüzgâra tapmıyorsun; bu bakımdan, kaderine bak da, gel ve bizim tanrılarımıza
kulluk et.”
“Bakın, size diyorum ki”, dedi İsa, “Tüm velîler ve Allah’ın peygamberleri
sizin gibi ismen değil, ama amelde Ferisi olmuşlardır. Çünkü, tüm
hareketlerinde yaratıcıları Allah’ı aramışlar ve Allah sevgisiyle şehirleri
terk etmişler ve mallarını Allah sevgisi uğruna (Allah’a) satmışlar ve
yoksullara vermişlerdir.”
145. İlya (İlyas) Peygamberin Kitabı
“Allah sağ ve diridir ki, Allah’ın peygamberi ve dostu İlya zamanında
17.000 Ferisî’nin oturduğu on iki dağ vardı ve öyleydi ki, bu kadar büyük bir
sayının içinde tek bir fasık/facir yoktu ve hepsi Allah’ın seçkin (kul)larıydı.
Ama şimdi, İsrail’de yüz binden fazla Ferisî’nin olduğu bir zamanda, bin kişide
bir tane seçkin (kul) vardır inşallah!”
Ferisîler kızarak karşılık verdiler: “Öyleyse, biz hep fasık/faciriz ve sen
bizim dinimizi fısk/fücur içinde görüyorsun.”
İsa cevap verdi: “Gerçek Ferisîler’in dinini fısk/ fücur içinde değil,
beğenilecek bir şey olarak görüyorum ve bunun için ölmeye de hazırım. Ama gelin
siz Ferisi misiniz, değil misiniz bakalım. Allah’ın dostu İlya havarisi
Elişa’nın ricası üzerine küçük bir kitap yazıp, içinde Rabb’imiz Allah’ın
kanunuyla birlikte tüm insanî hikmetlere de yer verdi.”
Ferisîler İlya’nın kitabının adını duyunca şaşırdılar; çünkü geleneklerinde
kimsenin böyle bir akideye uyduğunu bilmiyorlardı. Bu bakımdan yapılacak işleri
olduğu bahanesiyle ayrılıp gitmek istediler. O zaman İsa dedi:
“Eğer siz Ferisîlerseniz başka her işi bırakırsınız; çünkü, Ferisi yalnızca
Allah’ı arar. Bunun üzerine şaşkınlık içinde İsa’yı dinlemek için kaldılar, o
da dedi: “Allah’ın kulu İlya” (çünkü, küçük kitap böyle başlıyor), “Yaratıcısı
Allah’la birlikte yürümek isteyen herkes için bunu yazıyor. Kim çok şey
öğrenmek isterse, o Allah’tan az korkar (metinden aynen); çünkü Allah’tan
korkan yalnızca Allah’ın dilediğini öğrenmekle yetinir. Güzel sözler
isteyenler, başka değil, yalnızca günahlarımızı reddeden Allah’ı istemezler.
“Allah’ı anmak arzu edenler, hemen evlerinin kapı ve pencerelerini
kapasınlar. Çünkü, mal sahibi evinin dışında, sevilmediği (bir yerde) bulunmaya
katlanamaz. Bu bakımdan, nefislerinizi koruyun, kalbinizi koruyun; çünkü Allah,
dışınızda, nefret edildiği bu dünyada bulunmaz.”
“Salih amel işlemek isteyenler kendi benliklerine yönelsinler; çünkü tüm
dünyayı kazanıp da kendi ruhunu yitirmek hiçbir işe yaramaz.”
“Başkalarına öğretmek isteyenler, başkalarından daha iyi yaşasınlar; çünkü
kendinizden daha az bilenden hiçbir şey öğrenilemez. O halde, günahkâr kendine
öğretenden daha kötü birini duyduğu zaman hayatını nasıl düzeltecek?
“Allah’ı arayanlar insanların (metinden aynen) sohbetinden kaçsınlar; çünkü
Musa Sina dağında yalnızken kendini buldu ve bir dostun bir dostla konuştuğu
gibi Allah’la konuştu.
“Allah’ı arayanlar, otuz günde yalnızca bir kez dünyalık insanların
bulundukları yere çıksınlar; çünkü, Allah’ı arayanın iki yıllık işi bir günde
yapılabilir.”
“Yürüdüğü zaman, yalnızca kendi ayaklarına baksın.”
“Konuştuğu zaman, yalnızca gerekli olan şeyi konuşsun.”
“Yedikleri zaman, sofradan doymadan kalksınlar. Her gün bir ertesi güne
çıkmayacaklarını düşünüp, vakitlerini (son) nefesi yaklaşan biri gibi
harcasınlar.”
“Elbise olarak hayvan derisi yeter.”
“Toprak yığını, çıplak yer üstünde uyusun; her gece iki saatlik uyku da
yeter.”
“Kendinden başka kimseden nefret etmesin, kendinden başka kimseyi
ayıplamasın.”
İbadet ederlerken, gelecek olan mahkemedelermiş gibi bir korku içinde
ayakta dursunlar.”
“Şimdi, Allah’a kulluk için Allah’ın Musa kanalıyla sana verdiği kanuna
göre bunları yap; çünkü bu şekilde Allah’ı bulacak, her zaman ve her yerde sen
Allah’ta, Allah da sendeymiş hissini duyacaksın.”
“İlya’nın küçük kitabı budur ey Ferisîler. Bu nedenle size yine diyorum ki,
eğer siz Ferisîlerseniz benim buraya girmeme sevinmiş olmalısınız; çünkü Allah
günahkârlara merhamet eder.”
146.
Sonra Zakkay dedi: “Rab, Allah sevgisi için tehditle aldığım tüm şeylerin
dört katını vereceğim.”
O zaman İsa dedi: “Bugün kurtuluş bu eve gelmiş bulunuyor. Bakın, bakın pek
çok vergi mültezimleri, fahişeler ve günahkârlar Allah’ın melekûtuna girecekler
ve kendilerini takva sahibi sayanlar sonsuz ateşlere gireceklerdir.”
Bunu duyan Ferisîler öfkeyle ayrıldılar. O zaman İsa tövbeye gelenlere ve
havarilerine dedi: “Bir adamın iki oğlu vardı, küçük olanı dedi: “Baba bana
düşen malları ver,” Ve babası verdi ve kendi payını alan (oğul) ayrıldı ve uzak
bir ülkeye gitti; orada tüm varlığını lüks içinde yaşayarak fahişelerle
harcayıp bitirdi. Bundan sonra, bu ülkede şiddetli bir kıtlık oldu, o kadar ki,
bu sefil adam bir vatandaşa hizmet etmeye gitti, o da kendisini malları
arasında bulunan domuzların başına verdi ve domuzlara bakarken, onlarla
birlikte palamut yiyerek açlığını ne de olsa gideriyordu. Ama kendine geldiği
zaman (şöyle) dedi:
“Ah babamın evinde ne bol yiyecekler vardı. Bense burada açlıktan
kırılıyorum! Bu nedenle, kalkıp babama gidecek ve kendisine diyeceğim: Baba,
gökte sana karşı günah işledim; bana hizmetçilerinden birine davrandığın gibi
davran.”
“Zavallı adam gitti ve öyle oldu ki, babası onun uzaklardan geldiğini görüp
kendisine karşı merhamete geldi. Bunun üzerine onu karşılamaya çıktı ve yanına
varıp kendisini kucakladı ve öptü.”
Oğul, baş eğip dedi: “Baba, gökte sana karşı günah işledim, bana
hizmetçilerinden birine davrandığın gibi davran. Çünkü ben, senin oğlun denecek
değerde değilim.”
Baba karşılık verdi: “Oğul, böyle deme; çünkü sen benim oğlumsun ve seni
kölem durumunda görmeye dayanamam.” Ve hizmetçilerini çağırıp dedi: “Buraya
yeni elbiseler getirip bu oğlumu giydirin ve kendisine yeni don verin. Parmağına
yüzüğünü takın ve hemen yağlı danayı kesin, şenlik yapacağız. Çünkü bu benim
oğlum ölmüştü. Şimdi ise yeniden hayata gelmiş bulunuyor. Kayıptı da şimdi
bulundu.”
147.
“Evde şenlik yaparlarken bakın ki, büyük oğul eve geldi ve içerde şenlik
yaptıklarını duyup şaşırdı ve hizmetçilerden birini çağırıp niye böyle şenlik
yapmakta olduklarını sordu.”
Hizmetçi ona cevap verdi: “Kardeşin geldi, baban da yağlı danayı kesti,
yiyorlar.” Büyük oğul bunu duyunca çok kızdı ve eve girmedi.
Bunun üzerine, babası dışarı çıkıp kendisine dedi: “Oğul, kardeşin geldi,
sen de gel ve onunla birlikte sevin.”
Oğul kızarak cevap verdi: “Sana hep iyi bir şekilde hizmet ettim ve sen
bana hiçbir zaman arkadaşlarımla yemek için bir kuzu vermedin. Fakat, seni terk
edip giden ve tüm payına düşeni fahişelerle yiyip bitiren bu değersiz herife
gelince şimdi yağlı danayı kesiyorsun.”
Baba cevap verdi: “Oğul, sen hep benimlesin ve her şey senindir. Ama bu
ölmüştü, şimdi yine hayattadır, kayıptı, şimdi bulunmuştur, bu bakımdan
sevinmeliyiz.”
Büyük oğul daha çok kızdı ve dedi: “Sen git ve neşelen, ben zina edenlerin
sofrasında yemek yemeyeceğim.” Ve tek bir kuruş bile almadan babasını bırakıp
gitti.
“Allah sağ ve diridir ki” dedi İsa, “tövbe eden günahkârlar için Allah’ın
melekleri arasındaki sevinç işte böyledir.”
Ve yemeği yedikleri zaman ayrıldı; çünkü Yahudiye’ye gitmek istiyordu.
Bunun üzerine havariler dediler: “Muallim, Yahudiye’ye gitme; çünkü
Ferisiler’in başkâhin (ve kâhin) lerle senin aleyhinde görüştüklerini
biliyoruz.”
İsa karşılık verdi: “Ben, onlar bunu yapmadan önce de biliyordum, fakat
korkmuyorum. Çünkü onlar Allah’ın iradesine aykırı hiçbir şey yapamazlar, bu
bakımdan bırakın istedikleri her şeyi yapsınlar; çünkü ben onlardan değil,
Allah’tan korkuyorum.”
148. Gerçek Ferisi
“Şimdi söyleyin bana: Bu günün Ferisîleri Ferisi midirler? Allah’ın kulları
mıdır onlar? Hiç de değil. Evet ve bakın size diyorum ki, burada yeryüzünde bir
insanın melanetlerini örtmek için din mesleği ve kılığına bürünmesinden daha
kötü bir şey yoktur. Şimdikileri bilirsiniz diye eski zamanların Ferisîlerinden
tek bir örnek vereceğim size.
İlya’nın, puta tapıcıların büyük zulümleri sonucu ayrılmasından sonra
Ferisîler’in kutlu cemaati dağıldı. Çünkü, daha hemen İlya zamanında, bir yılda
gerçek Ferisi olan on binden fazla peygamber öldürülmüştü.”
“İki Ferisi yerleşmek üzere dağlara gittiler ve birbirlerinden yalnızca bir
saatlik mesafede bulunuyor idiyseler de, biri komşusundan on beş yıl hiçbir
haber alamadı. Bakın ki, bunlar meraklı kişilerdi de! Gel zaman git zaman bu
dağlarda bir kuraklık oldu ve bunun üzerine her ikisi de su aramaya koyuldular
ve birbirlerini buldular. O zaman daha yaşlı olanı dedi (çünkü en büyüğün
herkesten önce konuşması adetleriydi ve genç bir adamın yaşlı birinden önce konuşmasını
büyük bir günah sayarlardı.) Bu bakımdan, yaşlı olanı dedi: “Nerede oturuyorsun
kardeş?”
“Oturduğu yeri parmağıyla işaret ederek cevap verdi:
“Şurada oturuyorum.” Çünkü, genç olanın oturma yerinin yakınındaydılar.”
Yaşlı olanı dedi: “Kardeş ne zamandır burada oturuyorsun?”
Genç olanı cevap verdi: “15 yıldır.”
Yaşlı olanı dedi: “Belki de, Ahab Allah’ın kullarını öldürdüğü zaman
geldin?”
“Evet öyle” diye cevap yerdi genç olanı Yaşlı olanı dedi:
“Ey kardeş, şimdi İsrail kralı kimdir, bilir misin?”
Genç olanı cevap verdi: “İsrail’in kralı Allah’tır; çünkü puta tapıcılar
kral değil, İsrail’in cellâtlarıdır.”
“Doğru” dedi yaşlı olanı. “Ama, ben şimdi İsrail’in celladı kimdir demek
istemiştim.”
Genç olanı cevap verdi: “İsrail’in günahları İsrail’in cellâtlarıdır.
Çünkü, günah işlememiş olsalardı, (Allah) İsrail’e karşı puta tapıcı reisleri
ayaklandırmayacaktı.”
O zaman yaşlı olanı dedi: “Allah’ın İsrail’i cezalandırmak için gönderdiği
şu kâfir reis kimdir?”
Genç olanı cevap verdi: “Şimdi ne bileyim, 15 yıldır senden başka kimseyi
görmemişim ve okumak da bilmiyorum ki, bana herhangi bir mektup gönderilmiş
olsun.”
Yaşlı olanı dedi: “Ama, koyun derilerin ne kadar da yeni! Madem, hiçbir
kimseyi görmedin de, onları sana kim verdi?”
149.
Genç olanı cevap verdi: “İsrail halkının, üstünü başını çölde kırk yıl
eskitmekten koruyan, benim derilerimi de korudu.”
O zaman yaşlı olanı sezdi ki, genç olan kendinden daha tamdır; çünkü
kendisinin her yıl insanlarla ilişkisi oluyordu. Bu yüzden, sohbetinden yararlanmak
için dedi: “Kardeş, sen okumak bilmezsin, bense bilirim, benim evimde Davud’un
Mezmurlar’ı vardır. O halde, gel ben her gün sana biraz okuyayım ve Davud’un ne
dediğini açıklayayım.”
Genç olanı cevap verdi: “Haydi gidelim.” Yaşlı olanı dedi:
“Ey kardeş, iki gün oldu ki, su içmiyorum. Bu bakımdan biraz su araştıralım
dedi.” Genç olanı dedi: “Ey kardeş, ben iki aydır su içmiyorum. O halde haydi
gidelim de, Allah’ın peygamberi Davud aracılığıyla ne dediğine bakalım; Rabb
bize su vermeye kadirdir.”
Bunun üzerine dönüp, yaşlı olanın mekânına vardılar ve kapıda bir taze su
kaynağı buldular.
Yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, sen Allah’ın kutsal bir kulusun; bak Allah bu
kaynağı senin uğruna verdi.”
Genç olanı dedi: “Ey kardeş, alçak gönüllülüğünden diyorsun, bunu. Ama
belli ki, Allah eğer bunu benim uğruma yapmış olsaydı (onu aramak için)
ayrılmayayım diye, benim mekânımın yakınında bir kaynak verirdi. Ben sana karşı
günah işlediğimi itiraf etmeliyim. Sen iki gündür içmediğinden su aradığını
söyleyince, ben iki aydır içeceksiz olduğumdan, sanki senden daha iyiymişim
gibi içimde bir yükseklik duydum.”
O zaman yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, gerçeği söyledin, dolayısıyla günah
işlemiş değilsin.”
Genç olanı dedi: “Ey kardeş, babamız İlya’nın “Allah’ı arayan yalnızca
kendini ayıplasın.” dediğini unutuyorsun. O, biz bunu bilelim diye değil, buna
uyalım diye yazdı onu mutlaka.”
Daha yaşlı olanı yoldaşının doğruluğunu ve takvasını sezerek dedi: “Doğru
ve Allah’ımız seni bağışlamıştır.”
Ve bunu deyip, Mezmurlar’ı aldı ve babamız Davud’un dediklerini okudu:
“Dilimin, günahıma bahane bulup göz yumarak kötü sözlere dalmaması için
ağzımın üzerine bir gözetleyici yerleştireceğim.” Ve burada yaşlı adam bir
konuşma yaptı ve genç olanı ayrıldı. Bundan sonra, buluşmalarından önce 15 yıl
daha geçti. Çünkü genç olanı yerini değiştirmişti. İşte böyle, yaşlı olan onu
bulunca dedi: “Ey kardeş, kaldığın yere neden geri (bir daha) gelmedin?”
Genç olanı cevap verdi: “Çünkü, bana söylediklerini henüz öğrenmiş
değilim.”
O zaman yaşlı olanı dedi: “15 yıl geçmişken nasıl olabilir bu?”
Genç olanı cevap verdi: “Sözlere gelince, onları tek bir saatte öğrendim ve
hiç unutmadım; fakat, henüz onlara uyamadım. Uymayacak olduktan sonra, çok
fazla şey öğrenmenin amacı nedir ki? Allah’ımız zihnimizin değil de, daha çok
kalbimizin iyi olmasını bekler, bu bakımdan, Hüküm Günü’nde bize ne
öğrendiğimizi değil, ne yaptığımızı soracaktır.”
Barnaba İncili, 150-156. Bölüm
150.
Yaşlı olanı karşılık verdi: “Ey kardeş, böyle deme; çünkü, Allah’ımızın
değer verilmesini istediği ilmi hor görmüş oluyorsun.” Genç olanı cevapladı:
“Şimdi, günaha düşmemek için nasıl söylemeliyim ki; çünkü senin sözün doğru,
benimki de öyle. Öyleyse, diyorum ki, Allah’ın kanununda yazılı olan emirlerini
bilenler, eğer ardından daha çok şey öğreneceklerse, (önce) bunlara
uymalıdırlar. Ve, insan öğrendiği her şeye, bırakın uysun, (yalnızca) onu
bilmekle kalmasın).”
Yaşlı olanı dedi: “Ey kardeş, söyle bana, kiminle konuştun ki, benim
söylediklerimin tümünü öğrenmediğini bilirsin?”
Genç olanı cevap verdi: “Ey kardeş, kendimle konuşurum. Her gün hesabımı
vermek için kendimi Allah’ın mahkemesinin önüne korum. Ve, her zaman için de
günahlarıma göz yuman bir şey duyarım.”
Yaşlı adam dedi: “Ey kardeş, sen tamken, hataların nedir ki?”
Genç olanı cevap verdi: “Ey kardeş, böyle deme; çünkü ben iki büyük hatanın
ortasında duruyorum: Biri, kendimi günahkârların en büyüğü olarak bilmemem,
diğeri ise, başkalarından daha çok (günahıma) pişman olmak istemememdir.”
Yaşlı olanı karşılık verdi: “Şimdi, sen (insanların) en olmuşu iken,
kendini nasıl günahkârların en büyüğü olarak bilebilirsin?”
Genç olanı cevapladı: “Bir Ferisi’nin alışkanlığını edindiğim zaman,
üstadımın bana söylediği ilk söz şuydu:
“Başkalarının iyiliklerine, kendimin ise kötülüklerime bakmalıyım. Çünkü
böyle yaparsam eğer, kendimi günahkârların en büyüğü olarak algılayabilirim.”
Yaşlı adam dedi: “Ey kardeş, bu dağlarda kimin iyiliğine, kimin hatalarına
bakarsın, görüyorsun ki, burada hiç kimse yoktur.”
Genç olanı cevap verdi: “Güneşin ve gezegenlerin itaatine bakmalıyım. Çünkü
onlar Yaratıcı’larına benden daha iyi kulluk ediyorlar. Ama, ya arzuladığım
gibi ışık vermediklerinden, ya sıcaklıklarının çok fazla olduğundan, ya da
yerde çok fazla ya da çok az yağış olduğundan ben onları ayıplıyorum.”
O zaman, yaşlı adam bunu duyunca dedi: “Kardeş, sen bu akideyi nereden
öğrendin. Çünkü, ben şimdi 90 yaşındayım ve yetmiş yıldır bir Ferisi’yim.”
Genç olanı cevap verdi: “Ey kardeş, sen bunu alçak gönüllülüğünden
söylersin; çünkü sen, Allah’ın kutsal bir (kul) usun. Yine de ben sana cevap
vereyim ki, Yaratıcı’mız Allah zamana bakmaz. Ama kalbe bakar. Bundandır ki,
Davud 15 yaşında, öbür altı kardeşinden daha genç iken İsrail kralı seçildi ve
Rabbimiz Allah’ın bir peygamberi oldu.”
151.
“Bu adam gerçek bir Ferisî’ydi” dedi İsa havarilerine. Ve, inşallah Hüküm
Günü’nde onu arkadaşımız olarak buluruz.”
İsa sonra bir gemiye bindi ve havariler ekmek getirmeyi unuttuklarından
dolayı üzgündüler. İsa kendilerini azarlayıp dedi: “Günümüz Ferisi1 lerinin
mayalarından sakının. Çünkü küçük bir maya bir yığın yemeği bozar.”
O zaman havariler birbirlerine dediler: “Şimdi, ekmeğimiz bile yokken,
nasıl mayamız olsun ki?”
O zaman İsa dedi: “Ey az inancı olan adamlar, Allah’ın, hiçbir ürün işareti
olmayan Nain’de yaptıklarını unuttunuz mu? Ve, beş ekmek ve iki balığı kaç kişi
yemiş ve doymuştu? Allah’a imandan yoksun olan Ferisi’nin mayası ve ben
düşüncesi, yalnızca bugünün Ferisî’lerini bozmakla kalmamış, İsrailli’leri de
bozmuştur. Çünkü, okumak bilmeyen basit bir halk, kutsal kişiler olarak
tanıdıklarından Ferisi’lerde gördüğü şeyleri yapar.
“Gerçek Ferisi nedir bilir misiniz? O, insan tabiatının yağıdır. Nasıl ki,
yağ her sıvının üstünde durursa, gerçek Ferisî’nin iyiliği de tüm insanî
iyiliklerin üstünde durur. O, Allah’ın dünyaya verdiği yaşayan bir kitaptır;
çünkü, söylediği ve yaptığı her şey Allah’ın kanununa uygundur. Bu bakımdan,
kim onun yaptığını yaparsa. Allah’ın kanununa uymuş olur. Gerçek Ferisi,
günahla insan bedenini çürütmeyen tuzdur; çünkü, onu gören herkes tövbeye
gelir. Hacıların yolunu aydınlatan bir ışıktır o; çünkü, onun pişmanlığıyla
birlikte yoksulluğunu gören herkes, bu dünyada kalbimizi kapamamamız
gerektiğini idrak eder.
“Ama, yağı ekşiten, kitabı tahrif eden, tuzu çürüten, ışığı söndüren bu
insan sahte bir Ferisî’dir. Bu bakımdan, eğer helak olmayacaksanız, bugünkü
Ferisîlerin yaptıklarını yapmamaya dikkat edin.”
152.
İsa Kudüs’e gelip de, bir sebt günü mabede girdiğinde, askerler onu
kışkırtmak ve alıp (götürmek) için yaklaşıp dediler: “Muallim, savaş açmak
meşru mudur?”
İsa cevap verdi: “İnancımız bize, hayatımızın yeryüzü üzerinde sürekli bir
savaş halinde olduğunu söyler.”
Askerler dediler: “Öyleyse, bizi kendi inancına döndürmek ve bizim yığınla
tanrıyı bırakıp, (çünkü, yalnızca Roma’da görülen yirmi sekiz bin tanrı vardır)
senin tek olan ve görülemediği için nerede olduğu bilinmeyen, belki de bir
hayal olan Allah’ına uymamızı ister misin?”
İsa cevap verdi: “Eğer sizi Allah’ımızın yarattığı gibi, sizi ben yaratmış
olsaydım, sizi hidayete erdirmek isterdim.”
Karşılık verdiler: “Şimdi, nerede olduğu bilinmediği halde, senin Allah’ın
bizi nasıl yaratmış olabilir? Bize Allah’ını göster, o zaman Yahudi olacağız.”
O zaman İsa dedi: “Eğer sizin O’nu görecek gözleriniz olsa, ben size O’nu
gösteririm, fakat kör olduğunuz için, O’nu size gösteremiyorum.”
Askerler karşılık verdiler: “Bu insanların sana verdiği onur mutlaka senin
anlayışını götürmüş olmalı. Çünkü, hepimizin başında iki gözü varken, sen bizim
kör olduğumuzu söylersin.”
İsa cevap verdi: “Bedenî gözler, yalnızca cismi olan ve dıştaki şeyleri
görebilir. Bu bakımdan, siz yalnızca, hiçbir şey yapamayan altından, gümüşten
ve tahtadan tanrılarınızı görebilirsiniz. Ama, biz Yahudiyelilerin Allah’ımıza
karşı korku ve iman şeklinde manevi gözlerimiz vardır, bu yüzden de, biz
Allah’ımızı her yerde görebiliriz.”
Askerler karşılık verdiler: “Konuşmana dikkat et; çünkü, eğer tanrılarımıza
nefret yağdıracak olursan, seni Hirodes’in ellerine veririz, o da her şeye gücü
yeten tanrılarımızın öcünü alır.”
İsa cevap verdi: “Eğer dediğiniz gibi, onların her şeye gücü yetiyorsa,
beni bağışlayın, artık onlara tapacağım.”
Askerler bunu duyunca sevindiler ve putlarını yüceltmeye başladılar. O
zaman İsa dedi: “Burada işlerinize ihtiyaç vardır, sözlerinize değil, madem
öyle, tanrılarınıza bir sineği yarattırın ve ben onlara tapacağım.”
Askerler bunu duyunca yılıp, diyecek şey bulamadılar, bunun üzerine İsa
dedi: “Asla, onların tek bir sineği (bile) yeniden yaratmadıklarını
gördüğümden, kendileri için, tek bir sözle her şeyi yaratmış olan Allah’ı
bırakmayacağım, O’nun adı tek başına orduları korkutur.”
Askerler karşılık verdiler: “Şimdi şuna bakalım; çünkü biz seni al (ip
götür) mek istiyoruz.” Ve ellerini İsa’ya karşı uzatmak istediler.”
O zaman İsa dedi: “Adonai Sabaoth!”(Ey Orduların Rabbi!) Bunun üzerine, bir
kişinin, yıkanıp yeniden şarapla doldurulacakları zaman tahta fıçılan
yuvarladığı gibi, askerler de hemen mabetten yuvarlanıp gittiler; o kadar ki,
kendilerine dokunan kimse olmadığı halde, başları ve ayakları yere çarpıyordu.
Ve, o kadar korktular ve öyle bir şekilde kaçtılar ki, Yahudiye’de bir daha
görünmediler.
153.
Kâhinler ve Ferisi’ler kendi aralarında mırıldanıp dediler.- “O’nda Ba’al
ve Eşterot’un bilgeliği var ve bundan dolayı, şeytan’ın gücüyle yaptı bunu.”
İsa ağzını açtı ve dedi: “Allah’ımız komşumuzun mallarını çalmamamızı
emretti. Fakat, bu tek hüküm öylesine aşıldı ve kötüye kullanıldı ki, dünyayı
günahla doldurdu ve bu (günah) diğer günahların bağışlandığı gibi
bağışlanmayacaktır; çünkü, başka her günah için insan ağlar ve onu bir daha
işlemez, namaz ve zekâtla birlikte oruç da tutarsa, Kadir ve Rahim olan
Allah’ımız affeder. Fakat, bu günah o türdendir ki, zulmen alınan geri
verilmedikçe, asla bağışlanmayacaktır.”
O zaman, bir yazıcı dedi: “Ey muallim, hırsızlık tüm dünyayı günahla nasıl
doldurmuştur? Şimdi, Allah’ın lûtfuyla, yalnızca birkaç hırsızın bulunduğu
ortadadır, onlar da kendilerini gösteremezler; çünkü hemen askerler tarafından
asılırlar.”
İsa karşılık verdi.- “Malları bilmeyen (metinden aynen) hırsızları da
bilmez, hem, bakın size diyorum ki, pek çokları ne yaptığını bilmeden çalar, bu
yüzden de, günahları başkalarınınkinden daha büyüktür; çünkü bilinmeyen
hastalık iyileşmez.”
O zaman Ferisîler İsa’ya yaklaşıp dediler: “Ey muallim, İsrail’de gerçeği
tek sen bildiğin için bize öğret.”
İsa karşılık verdi: “İsrail’de gerçeği tek benim bildiğimi söylemiyorum;
çünkü bu “tek” kelimesi başkalarına değil, yalnızca Allah’a ait. Çünkü, O
Hakk’tır, hakkı (gerçeği) da yalnızca O bilir. Bu bakımdan, eğer ben böyle
dersem, büyük bir hırsız olurum. Çünkü, Allah’ın şanını çalmış olurum. Ve,
Allah’ı tek ben biliyorum demekle de, herkesten daha çok cehaletin içine
düşerim. Bu nedenle siz, tek benim gerçeği bildiğimi söylemekle ağır bir günah
işlediniz. Ve, size diyorum ki, eğer bunu teşvik etmek için dediyseniz,
günahınız daha da büyük olacaktır.”
Sonra İsa, herkesin sustuğunu görünce yeniden dedi:
“Her ne kadar ben İsrail’de gerçeği bilen tek kişi değilsem de, tek ben
konuşacağım; bu bakımdan, madem bana sordunuz, (o halde) bana kulak verin.”
“Yaratılan her şey Yaratıcı’ya aittir, o şekilde ki, hiçbir şey herhangi
bir şey için iddiada bulunamaz. Öyle de, ruh, nefs, beden, zaman, mal ve şan
hep Allah’ın mülkiyetindedir. Eğer bir insan onları Allah’ın istediği biçimde
almazsa; bir hırsız olmuş olur. Ve, aynı şekilde, eğer onları Allah’ın
isteğinin aksine harcarsa, yine bir hırsız olmuş olur. Bu bakımdan diyorum ki
size, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, siz zamanı “yarın
şöyle yapacağım, şöyle bir şey söyleyeceğim, şöyle bir yere gideceğim” diyerek
ele alırsanız ve “inşallah (Allah izin verirse)” demezseniz, hırsız olursunuz
ve zamanınızın daha iyi bölümünü Allah’ı memnun etmek için değil de, kendinizi
memnun etmek için harcadığınızda daha büyük hırsız olursunuz ve daha kötü
bölümünü Allah’a kulluk için harcadığınızda, o zaman da kuşkusuz hırsız
olursunuz.
“Kim günah işlerse, hangi şekilde olursa olsun bir hırsızdır; çünkü o
Allah’a kulluk etmesi gereken zamanı, ruhu ve kendi hayatını çalıp Allah’ın
düşmanı şeytan’a vermiş olur.”
154.
“Bu bakımdan, onuru, canı ve malı olan insanın malı mülkü çalındığı zaman
hırsız asılacaktır; canı alındığı zaman, katilin başı kesilecektir ve adaletli
olan budur; çünkü Allah böyle buyurmuştur. Ama, bir komşunun onuru alındığı
zaman, neden hırsız çarmıha gerilmez? Mal onurdan, gerçekten daha mı iyidir?
Allah gerçekten, malı alanın cezalandırılacağını, malla birlikte canı alanın
cezalandırılacağını, ama onuru alanın serbest kalacağını mı buyurmuştur? Hiç de
değil; çünkü mırıldanmaları nedeniyle babalarımız vaat edilen ülkeye girmediler
de, yalnızca çocukları (girdi). Ve, bu günah nedeniyle, yılanlar halkımızdan
yetmiş bin kadarını öldürdü.
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, onuru çalan, bir insanı
malından ve canından edenden daha büyük cezayı hak eder. Ve, mırıldayana kulak
veren de aynı şekilde suçludur. Çünkü, biri şeytan’ı diline, diğeri ise
kulaklarına alır.”
Ferisîler bunları duyunca (öfkeden) patlıyorlardı; çünkü konuşmasına karşı
çıkamıyorlardı.
Sonra İsa’nın yanına bir fakih yanaştı ve ona dedi : “Sayın muallim, bana
anlat ki Allah, babalarımıza neden ekin ve meyve bahşetmedi? Düşeceklerini
bildiğinden, mutlaka kendilerine vermeli ya da insanlara onu görme eziyetini
çektirmemeliydi.”
İsa cevap verdi: “Adam, sen bana iyi dersin, fakat hata edersin; çünkü
yalnızca Allah iyidir. Ve, Allah’ın neden senin beynine göre iş yapmadığını
sormakla daha çok hata edersin. Yine de sana cevap vereceğim. O halde sana
diyorum ki, Yaratıcımız Allah işinde kendisini bize uydurmaz, bu bakımdan meşrû
olan, yaratılmışın O’nun yöntemini ve uygunluğunu değil de, bunun yerine,
Yaratanın yaratılmışa değil, yaratılmışın Yaratan’a bağlı kalması için
Yaratıcısı Allah’ın şanını araştırmasıdır. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ
ve diridir ki, eğer Allah insana her şeyi vermiş olsaydı, insan, kendisinin
Allah’ın kulu olduğunu bilmeyecekti ve böylece de kendini Cennet’in efendisi
sayacaktı. Bu bakımdan, her zaman Azîm ve Sübhan olan Yaratıcı, Kendine bağlı
kalsın diye insanı yemekten men etti.
“Ve, bakın size diyorum ki, kimin gözünde ışık varsa her şeyi açık görür ve
bizzat karanlıktan bile ışık çıkarır; fakat kör böyle yapmaz. Bu nedenle
diyorum ki, eğer insan günah işlememiş olsaydı, ne ben ne de sen Allah’ın
merhametini ve adaletini bilmeyecektik. Ve, eğer Allah, insanı günah işleme
istidadında yaratmamış olsaydı, bu konuda o, Allah’a eşit olacaktı. Bundan
dolayı, Sübhan Allah insanı iyi ve adaletli yarattı,- ama kendi hayatı,
kurtuluşu ve batışıyla ilgili olarak istediğini yapmakta serbest bıraktı.”
Fakih bunları işitince dondu kaldı ve şaşkınlık içinde ayrılıp gitti.
155.
Sonra, başkahin iki yaşlı kâhini gizlice çağırarak mabetten çıkıp, öğle
namazını kılmak için Süleyman verandasında oturup beklemekte olan İsa’ya
gönderdi. Ve, (İsa’nın) yanında halktan büyük bir kalabalıkla birlikte
havarileri de bulunuyordu.
Kâhinler İsa’ya yaklaşıp dediler: “Muallim, insan ekini ve meyveyi neden
yedi? Allah onu yemesini istedi mi, istemedi mi?” Ve, onlar bunu İsa’yı
yanıltmak için dediler; çünkü, “Allah istedi” dese, “(öyleyse) niçin
yasakladı?” karşılığını verecekler, “Allah istemedi” dese, “o halde, Allah’ın
istediğinin aksini yapabildiğine göre, insan Allah’tan daha büyük bir güce
sahip” diyeceklerdi.
İsa cevap verdi: “Sizin sorunuz, dağın üstünden geçen ve sağ ve solunda
uçurum bulunan bir yol gibi, ama ben ortadan yürüyeceğim.”
Bunu duyunca, kâhinler İsa’nın kalplerini bildiğini sezerek şaşırdılar.
Sonra İsa dedi: “Her insan ihtiyacı olduğundan, her şeyi kendi yararı için
yapar. Ama, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah, kendi hak arzusuna göre yaptı,
Bu bakımdan, insanı yaratırken onu, Allah’ın kendine ihtiyacı olmadığını bilsin
diye hür yarattı. Verbigratîa (=misal olarak), kendi zenginliğini sergilemek
için ve köleleri kendini daha çok sevsin diye, kölelerine hürriyet veren bir
kralın yaptığı gibi.
“O halde, Allah insanı, Yaratıcı’sını çok daha fazla sevsin ve nimetini
bilsin diye hür yarattı. Çünkü, Allah her ne kadar Kadiri Mutlak olup, insana
ihtiyacı yok ve onu kudretiyle de yaratmışsa da, hayır işleyip, şerre karşı
koyabilecek şekilde onu serbest bırakmıştır. Çünkü, her ne kadar Allah’ın
günaha engel olma gücü var idiyse de, kudret ve nimeti insanda görüldüğünden,
insanda günaha karşı çıkmamak için, yani, insanda Allah’ın rahmeti ve adaleti
yürüsün diye O, kendi nimetiyle çelişmeyecekti (çünkü, Allah’ta çelişme
yoktur). Ve, gerçeği konuştuğuma işaret olarak, sizi başkâhinin beni aldatmak
için gönderdiğini ve bunun da kâhinliğin meyvesi olduğunu size söylüyorum.”
Yaşlı adamlar ayrılıp gittiler ve her şeyi başkâhine anlattılar, o da dedi:
“Bu herifin sırtında her şeyi kendisine söyleyen cin var; çünkü o İsrail
krallığını arzular, ama Allah bunun da gereğine bakacaktır.”
156.
İsa öğle namazını kılıp da mabetten çıkarken, annesinin rahminden kör doğan
birini gördü. Havarileri kendisine sorup dediler: “Muallim, bu adamda kimin
günahı var, babasının mı, yoksa annesinin mi ki. (böyle) kör doğmuş?”
İsa cevap verdi: “Ne babasının, ne de annesinin günahı var onda, ama Allah,
İncil’e bir şahit olsun diye onu böyle yarattı.” Ve, kör adamı yanına çağırıp,
yere tükürerek çamur yaptı ve onu kör adamın gözlerine sürdü ve ona dedi:
“Siloam gölüne git ve yıkan!”
Kör adam gitti ve yıkanıp, ışığa kavuştu, ardından, eve dönerken, kendisine
rastlayan pek çokları dediler: “Bu adam körse, kesinlikle derim ki, mabedin
güzel kapısında oturup duran adamdı.” Başkaları dediler; “Odur, fakat ışığa
nasıl kavuştu?” Ve, yanına yaklaşıp dediler: “Sen mabedin güzel kapısında
oturup duran kör adam değil misin?”
Cevap verdi: “Oyum, neden (soruyorsunuz)?” -Dediler: “Öyleyse, görme gücüne
nasıl kavuştun?” Cevap verdi: “Bir adam toprağa tükürerek çamur yaptı ve bu
çamuru gözlerimin üzerine koyup, bana dedi: “Git Siloam gölünde yıkan.” Gidip
yıkandım ve şimdi görüyorum. İsrail’in Allah’ını tesbih ederim!”
Kör doğmuş olan adam mabedin güzel kapısına yeniden geldiği zaman, tüm
Kudüs meseleyi duymuştu. Bunun üzerine, İsa aleyhinde kâhinler ve Ferisilerle
konuşmakta olan kâhinlerin reisine getirildi.
Başkâhin kendisine sorup, dedi: “Adam, sen doğuştan kör değil miydin?”
“Ya, evet” (diye) cevap verdi.
“Şimdi Allah’ın şanı üzerine”, dedi başkâhin “anlat bize, hangi peygamber
sana rüyada göründü de ışık verdi. Babamız İbrahim miydi, yoksa Allah’ın kulu
Musa mı, ya da bir başka peygamber miydi? Çünkü, başkaları böyle bir şeyi
yapamaz.”
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: “Ben rüyada ne İbrahim’i, ne Musa’yı, ne
de bir başka peygamberi görüp iyileştirilmedim. Ben mabedin kapısında otururken
bir adam beni yanına getirtti, tükürüğüyle topraktan çamur yaparak, bu çamurun
bir kısmını gözlerime sürdü ve beni yıkanmam için Siloam gölüne gönderdi; ben
de oraya gidip yıkandım ve gözlerimin ışığıyla geri döndüm.”
Başkâhin kendisine o adamın adını sordu. Kör doğmuş olan adam cevap verdi:
“Bana adını söylemedi, ama onu gören biri beni çağırarak dedi: “Git ve bu
adamın sana söylediği gibi yıkan; çünkü o Nasıralı İsa’dır, Israililerin
Allah’ının bir peygamberi ve kutsal bir (kul)udur.”
O zaman başkâhin dedi: “O seni belki de bugün, yani sebt günü iyileştirdi?”
Kör adam cevap verdi: “Bu gün iyileştirdi beni.”
Başkâhin dedi: “Bakın şimdi, bu herif nasıl da günahkârın biridir,
görüyorsunuz ki sebt gününe riayet etmez!”
Kör adam karşılık verdi: “O bir günahkâr mıdır, değil midir bilmem; ama
şunu bilirim ki, ben kör iken o beni ışığa kavuşturdu.”
Ferisiler buna inanmadılar bu nedenle de başkâhine dediler: “Anne ve
babasını çağırtın, bize gerçeği söyler onlar.” Bunun üzerine kör adamın anne ve
babasını çağırttılar ve onlar gelince başkâhin kendilerine şöyle sordu: “Bu
adam sizin oğlunuz mudur?”
Cevap verdiler: “O bizim oğlumuzun ta kendisidir.”
O zaman başkâhin dedi: “O, kör doğduğunu ve şimdi de gördüğünü söylüyor;
nasıl olmuştur bu iş?”
Kör olarak doğan adamın baba ve annesi cevap verdi:
“Evet, o kör doğmuştu, ama, ışığı nasıl aldığını bilmiyoruz; onun yaşı başı
yerindedir, kendisine sorun, size gerçeği söyler.”
Bunun üzerine onlara yol verildi ve başkâhin yeniden, kör doğmuş olan adama
dedi: “Allah’ın şanı üzerine doğruyu söyle.”
(Kör adamın baba ve annesi konuşmaktan korkmuşlardı; çünkü, Roma
Senatosu’ndan, ölüm acısına çarptırılmak (istemeyen) kimsenin, Yahudilerin
peygamberi İsa hakkında çekişmemesi için bir ferman çıkmıştı. Bu ferman valinin
de eline ulaşmıştı, bu nedenle, “Onun yaşı başı yerindedir, kendisine sorun”
dediler.)
Sonra, başkâhin kör adama dedi: “Allah’ın şanı üzerine doğruyu söyle; çünkü
biz, senin kendini iyileştirdiğini söylediğin bu adamın bir günahkâr olduğunu
biliyoruz.”
Kör doğmuş olan adam cevap verdi: “O bir günahkâr mıdır, değil midir
bilmem. Ama şunu bilirim ki, ben görmüyordum, o beni ışığa kavuşturdu. Dünyanın
başlangıcından bu saate kadar, kesinkes, kör doğup da ışığa kavuşturulan kimse
olmamıştır ve Allah günahkârlara kulak asmaz.”
Ferisiler dediler: “Seni ışığa kavuştururken ne yaptı?”
O zaman kör doğmuş olan bunların inançsızlığına şaştı kaldı ve dedi:
“Söyledim ya, neden bir daha soruyorsunuz bana? Siz de O’nun şakirtleri olmaz
mısınız?”
O zaman, başkâhin kendisine küfredip dedi: “Sen zaten günah içinde
doğmuşsun, öyleyken bize öğretmeye mi kalkıyorsun? Defol ve böyle bir adamın
sen şakirdi ol! Çünkü, biz Musa’nın şakirtleriyiz ve biliyoruz ki, Allah Musa
ile konuşmuştur; bu adama gelince, onun neci olduğunu bilmiyoruz.” Ve, onu
havra ve mabetten atıp, Israililer arasındaki temizlerle birlikte ibadet
etmesini yasakladılar.
Barnaba İncili, 157-167. Bölüm
157-158.
Kör doğmuş olan adam gidip İsa’yı buldu. O da kendisini şöyle teselli etti:
“Hiçbir zaman şimdiki kadar kutsanmamıştın; çünkü, peygamberi ve babamız Davud
kanalıyla dünyanın dostlarına karşı, “Onlar lanetlerler, ben kutsarım” diyen
Allah’ımız tarafından kutsandın ve O, peygamber Mika aracılığıyla da dedi :
“Ben sizin kutsamanızı lanetlerim. Çünkü, Allah’ın dilemesinin dünyanın
dilemesine zıt olduğu kadar yer göğe, su ateşe, ışık karanlığa, soğuk sıcağa ya
da sevgi nefrete zıt değildir.”
Havariler ardından kendisine şöyle sordular: “Rab, sözlerin pek güzel; bu
nedenle anlam (ların) ı bize söyle; çünkü henüz anlamış değiliz.”
İsa cevap verdi: “Dünyayı tanıdığınız zaman göreceksiniz ki, ben gerçeği
konuştum ve böylece her peygamberdeki gerçeği de tanıyacaksınız.”
“O halde bilin ki, tek bir adda birleşmiş üç türlü dünya vardır: Biri, su,
hava ve ateşle birlikte gökleri ve yeri ve insanın altında olan tüm şeyleri
temsil eder. Şimdi, bu dünya her şeyiyle, Allah’ın peygamberi Davud’un, “Allah
onlar için çiğnemedikleri bir kural koymuştur” dediği gibi, Allah’ın iradesine
uyar.”
İkincisi, nasıl “bunlardan birinin evi” -duvarları değil de, aileyi temsil
ediyorsa, bunun gibi tüm insanları temsil eder, şimdi bu dünya yine Allah’ı
sever; çünkü fıtratları gereği Allah’ı özlerler. O kadar ki, fıtrata göre
herkes, Allah’ı aramada yanılgıya düşse de, Allah’ı özler. Ve, biliyor musunuz,
hepsi Allah’ı neden özler? Çünkü, onlar, herkes hiçbir kötülüğü olmayan sonsuz
bir iyiliğin özlemini duyar, bu ise yalnızca Allah’tır. Bu bakımdan, Rahman
olan Allah, bu dünyaya kurtuluşu için peygamberlerini göndermiştir.
“3. dünya, insanların, dünyanın yaratıcısı Allah’a aykırı bir kanuna
dönüşmüş olan günaha batmış durumudur. Bu, insanı Allah’ın düşmanları olan
cinlere benzetir. Ve, Allah’ımız bu dünyadan öylesine şiddetle nefret eder ki,
eğer peygamberler bu dünyayı sevmiş olsalardı, ne düşünürsünüz? mutlaka Allah
kendilerinden peygamberliklerini alırdı ve nasıl söyleyeyim ki ben?
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah’ın Elçisi dünyaya
gelince eğer bu şerli dünyaya karşı bir sevgi duyacak olsa, mutlaka Allah
ondan, kendisini yarattığı zaman vermiş olduğu tüm şeyleri alır ve, onu
ebediyen cezalandırır; Allah bu dünyaya işte bu derecede zıttır.”
159.
Havariler karşılık verdiler: “Ey muallim, sözlerin öylesine güzel, bu
bakımdan bize merhamet et; çünkü onları anlamıyoruz.”
İsa dedi: “Sanır mısınız ki, Allah Elçisi’ni kendisini Allah’la eşit tutmak
isteyecek bir rakip olarak yaratmıştır? Kesinlikle hayır, aksine, efendisinin
istemediğini istemeyecek olan itaatkâr kölesi olarak (yaratmıştır.) Siz bunu
anlayamazsınız; çünkü neyin günah olduğunu bilmiyorsunuz. Bu nedenle, sözlerime
kulak yerin. Bakın, dikkat edin, diyorum ki size, günah insanda Allah’a aykırı
bir şey olmadıkça ortaya çıkmaz; çünkü, yalnızca Allah’ın dilemediği şey
günahtır; o kadar ki, Allah’ın dilediği her şey günaha yabancıların
yabancısıdır. Bu durumda, eğer Ferisîlerle bizim baş kahinlerimiz ve
kâhinlerimiz, İsrail halkı bana Allah dediği için bana işkence etseler, Allah’ı
razı eden bir şey yapmış olurlar ve Allah da kendilerini ödüllendirir. Fakat,
benim gerçeği, gelenekleriyle Allah’ın peygamberleri ve dostları olan Musa ve
Davud’un kitaplarını tahrif ettiklerini söylememi istemeyerek, tersi bir
nedenle bana işkence ettiklerinden ve bu yüzden benden nefret edip, ölümümü
arzuladıklarından, işte bundan dolayı Allah kendilerini tiksinti ve nefretle
kabul eder.
“Söyleyin bana, Musa insan öldürdü, Ahab da insan öldürdü, bu, her iki
durumda da katl (öldürme) değil midir? Kesinlikle değil; çünkü Musa, puta
tapıcılığı yok etmek ve Hakk olan Allah’a ibadet etmeyi koruyup sürdürmek için
insan öldürdü; ama Ahab ise, insanları Hakk olan Allah’a ibadeti yok etmek ve
puta tapıcılığı koruyup sürdürmek için öldürdü, bu nedenle, Musa için insan
öldürmek kurbana dönüşürken, Ahab için (dine karşı) saygısızlığa dönüştü; o
kadar ki, bir ve aynı iş bu iki zıt etkiyi ortaya çıkardı.”
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer şeytan meleklerle
onların Allah’ı nasıl sevdiklerini görmek için konuşmuş olsaydı, Allah’ın
reddine uğramayacaktı; ama, onları Allah’tan yüz çevirtmenin yollarını aradı,
bu yüzden de ebedi azaptadır.”
O zaman, bu (satırlar)ı yazan karşılık verdi: “O halde, İsrail krallarının
kitabında yazılı olduğu gibi, Allah’ın yalancı peygamberlerin ağzıyla
söylenmesini takdir buyurduğu yalanla ilgili olarak, peygamber Mikaya’da
söylenen şey nasıl anlaşılmalıdır?”
İsa karşılık verdi: “Ey Barnabas, olanları kısaca anlat ki, gerçeği açıkça
görelim.”
160.
O zaman, yazan dedi: “Peygamber Danyal, İsrail krallarının ve tiranlarının
tarihini anlatırken şöyle yazar: “İsrail kralı, Ammoniler olan Belial
oğullarına (yani, fasık/facirlere) karşı savaşmak için Yahuda kralıyla
birleşti. Şimdi, Yehuda kralı Yehoşafat ve İsrail kralı Ahab ikisi birlikte
Samiriye’de bir tahtta otururlarken, önlerine dört yüz yalancı peygamber gelip,
İsrail kralına dediler: “Ammonîlere karşı çık; çünkü Allah onları senin
ellerine verecek ve sen Ammon’u parçalayacaksın.”
O zaman Yehoşafat dedi: “Burada babalarımızın Allah’ının herhangi bir
peygamberi var mıdır?”
Ahab cevap verdi: “Yalnızca bir tane var, o da şerlidir; çünkü benimle
ilgili olarak her zaman şer haber verir durur ve ben de onu hapiste tutuyorum.”
Böyle, yani “yalnızca bir tane var”; çünkü Ahab’ın fermanıyla o kadar çok
peygamber öldürülmüştü ki, peygamberler sizin de dediğiniz gibi ey muallim”
insanların bulunmadığı dağ tepelerine kaçmışlardı.”
O zaman Yehoşafat dedi: “Onu buraya çağırt bakalım, ne der.”.
Bunun üzerine Ahab Mikaya’nın oraya çağırılmasını emretti. O da ayağında
bukağılarla ve hayatla ölüm arasında bulunan bir insan gibi, şaşırmış bir yüzle
geldi.
Ahab kendisine sorup dedi: “Allah adına konuş Mikaya, biz Ammoniler’e karşı
çıkacak mıyız? Allah, onların şehirlerini bizim ellerimize verecek mi?”
Mikaya cevap verdi: “Çık, çık; çünkü başarılı bir şekilde çıkacak ve yine
daha başarılı bir şekilde ineceksin!”
O zaman, yalancı peygamberler Mikaya’yı Allah’ın gerçek bir peygamberi
olarak övüp, ayaklarındaki bukağıları kırıp çıkardılar.
“Allah’ımızdan korkan ve hiçbir zaman putlar önünde diz çökmemiş olan
Yehoşafat Mikaya’ya sorup, dedi: “Bu savaş işini nasıl görüyorsun,
babalarımızın Allah’ı aşkına doğruyu konuş.”
Mikaya cevap verdi: “Ey Yehoşafat, senin yüzün için korkuyorum. Bu nedenle
diyorum ki sana, İsrail kavmini çobansız koyun gibi görüyorum.”
O zaman Ahab gülümseyerek, Yehoşafat’a dedi: “Sana bu herifin yalnızca
şerri haber verdiğini söylemiştim de, sen inanmamıştın.”
Sonra ikisi de dediler: “Şimdi, bunu nerden bilirsin ey Mikaya?”
Mikaya cevap verdi: “Herhalde Allah’ın huzurunda bir melekler heyeti
toplandı ve ben Allah’ın şöyle gediğini işittim:
“Ahab’ı Ammon’a karşı çıkıp, öldürülmesi için kim kandıracak?” Bunun
üzerine, biri bir şey dedi, öbürü bir başka şey dedi. Sonra, bir melek gelip
dedi: “Rabb, ben Ahab’a karşı savaşacak ve yalancı peygamberlere gidip, yalanı
onların diline koyacağım ve böylece o da karşı çıkıp, öldürülecek.” Ve Allah
bunu duyunca dedi: “Şimdi git ve öyle yap; çünkü sen başaracaksın.”
O zaman yalancı peygamberler kızdı ve reisleri Mikaya’nın yanağına tokat
atıp, dedi: “Ey Allah’ın fasığı, gerçeğin meleği ne zaman bizi bıraktı da sana
geldi. Söyle bize, yalanı getiren melek bize ne zaman geldi?”
Mikaya cevap verdi: “Kralınızı aldattığınız için, öldürülmek korkusuyla
evden eve kaçtığınız zaman öğreneceksiniz.”
O zaman Ahab gazaba gelip dedi: “Mikaya’yı yakalayın, ayaklarındaki
bukağıları yanağına vurun ve ben dönünceye kadar kendisine arpa ekmeği ve su
verin; çünkü şu anda, ona nasıl bir ölüm biçeceğimi bilmiyorum.”
Sonra gittiler ve her şey Mikaya’nın dediği gibi oldu. Çünkü, Ammoniler’in
kralı kullarına dedi: “Bakın, ne Yehuda kralına, ne de İsrail reislerine karşı
savaşıyorsunuz, ama, düşmanım olan İsrail kralı Ahab’ı öldürün.”
O zaman İsa dedi: “Burada kal Barnabas çünkü amacımız açısından bu kadarı
yeterli.”
“Hepsini işittiniz mi?” dedi İsa.
Havariler cevap verdiler: “Evet Rab.”
Bunun üzerine İsa dedi: “Yalan söylemek bir günahtır,-ama katl (öldürmek)
daha büyük bir günahtır; çünkü, yalan, söyleyene ait bir günahken, katl,
işleyene ait ise de, Allah’ın burada, yeryüzündeki en kıymetli şeyini, yani
insanı da yok eder. Ve, yalan söylemeye, söylenen şeyin aksini söylemekle çare
bulunabilir; halbuki katlin çaresi yoktur. Çünkü, ölüye yeniden hayat vermek
mümkün değildir. O halde söyleyin bana, Allah’ın kulu Musa öldürdüklerinin
hepsini öldürmekle günah mı işledi?”
Havariler cevap verdiler: “Haşa, haşa ki, Musa kendisine emreden Allah’a
itaat etmekle günah işlemiş olsun!”
O zaman İsa dedi: “Ben de diyorum, haşa ki, Ahab’ın yalancı peygamberlerini
yalanla kandıran şu melek, günah işlemiş olsun; çünkü, Allah nasıl insanların
boğazlanışını kurban diye kabul etmişse, bu yalanı överek kabul etmiştir.
Bakın, bakın, diyorum ki size, nasıl, ayakkabılarını bir devin ölçüsüne göre
yaptıran çocuk hata ederse, aynen öyle de, insanın kendisi kanuna tabi iken
Allah’ı kanuna tabi kılan da hata eder. Bu bakımdan, yalnızca Allah’ın
dilemediği şeyin günah olduğuna inandığınız zaman, size söylediğim gibi,
doğruyu bulmuş olacaksınız. Bu nedenle; çünkü Allah bileşik değildir ve
değişemez, öyleyse aynı zamanda farklı şey dileyemez ve dilemez; çünkü, böyle
olsaydı, kendinde çelişki ve neticede dert barındıracaktı ve sonsuz derecede
Kudsi ve Sübhan olmayacaktı.”
Filipus karşılık verdi: “Öyleyse, peygamber Amos’un şu sözü nasıl
anlaşılmalıdır? Şehirde Allah’ın yapmadığından başka kötülük yoktur.”
İsa cevap verdi: “Şimdi bak buraya Filipus, Ferisiler’in yaptığı gibi
harflerde çakılıp kalmanın tehlikesi ne kadar büyüktür; onlar, kendileri için,
“seçilenler de Allah’ın takdirini” icat ettiler, öyle ki, gerçekte, Allah’ın
haksız, kandırıcı, yalancı ve (üzerlerine gelecek) hükümden nefret edici
olduğunu demeye getiriyorlar.”
Bu bakımdan diyorum ki, burada Allah’ın peygamberi Amos, dünyanın kötülük
dediği kötülükten söz etmektedir; çünkü, eğer müttakilerin dilini kullanmış
olsaydı, dünyadakiler tarafından anlaşılmayacaktı. Çünkü, bütün dertler iyidir;
ister yaptığımız kötülükleri temizledikleri için olsun, ister bizi kötülük
yapmaktan alıkoydukları için iyi olmuş olsun, isterse ebedî hayatı sevip,
özleyelim diye, insana bu hayatın durumunu öğrettikleri için, iyi olmuş olsun.
îşte, eğer Amos,
“Allah’ın yaptığından başka şehirde hiçbir iyilik yoktur” demiş olsaydı,
zenginlik içinde yaşayan günahkârlara ve kendilerini belâ içinde gören
dertlilere ümitsizlik için fırsat tanımış olacaktı ve daha kötüsü, şeytan’ın
insan üzerinde böyle bir egemenliği olduğuna inanan pek çokları, dert çekmemek
için şeytan’dan korkacaklar ve ona kulluk edeceklerdi. Bu nedenle Amos,
başkâhinin huzurunda konuşurken onun sözlerine bakmayıp, İbranî dilini
konuşmayı bilmeyen Yahudi’nin iş ve dileğini dikkate alan Romalı tercümanın
yaptığını yapmıştır.
161-162.
Eğer Amos, “Şehirde Allah’ın yaptığından başka iyilik yoktur” demiş
olsaydı, ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, ağır bir hata
işlemiş olacaktı; çünkü, dünya kendini beğenme yoluyla işlenen kötülük ve
günahların dışında hiçbir iyilik barındırmaz. Böyle olunca da, insanlar kendinden
yerin titrediği (böyle bir sözü) duymakla, “Allah’ın yapmadığı” herhangi bir
günah ve kötülük olmadığına inanarak daha çok kötülük işleyeceklerdi.” Ve İsa
bunu demişti ki, hemen büyük bir deprem oldu. O kadar ki, herkes ölü gibi yere
düştü. İsa onları kaldırıp, dedi: “Şimdi, benim size doğruyu söyleyip
söylemediğimi görün işte. O halde, Amos’un, dünyadakilerle konuşurken “Allah
şehirde kötülük yapmıştır” derken, sadece günahkârların kötülük dediği dert ve
belâlardan söz ettiği (konusunda) bu kadarı yetsin.”
Şimdi, bilmek istediğiniz takdire gelelim ve size bundan inşallah yarın öte
tarafta, Erden kıyısında söz edeceğim.
163. Takdirin Açıkça Bilineceği Kişi: Hz. Muhammed
İsa havarileriyle Erden’in ötesindeki çöle gitti ve öğle namazı kılınınca
bir palmiye ağacının yanına oturdu. Palmiye ağacının gölgesine de havarileri
oturdular.
Sonra İsa dedi: “Takdir öylesine gizlidir ki ey kardeşler, size diyorum ki
bakın, o yalnızca bir kişiye açıkça bilinecektir. O, milletlerin aradığı,
Allah’ın gizliliklerinin kendisine öylesine açık olacağı kimsedir; o dünyaya
geldiği zaman, onun sözlerini dinleyecek olanlar kutsanacaktır. Çünkü bu
palmiye ağacının bizi gölgelendirdiği gibi, Allah da onları rahmetiyle
gölgelendirecektir. Yaa, nasıl bu ağaç bizi güneşin yakıcı ısısından koruyorsa,
Allah’ın rahmeti de, o kişiye inananları şeytan’dan öyle koruyacaktır.”
Havariler karşılık verdiler: “Ey muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya
gelecek kişi kim olacak?”
İsa kalp coşkusuyla cevap verdi: “O, Allah’ın Elçisi Muhammed’dir ve o
dünyaya geldiği zaman, yağmurun, uzun bir süre yağmur almadıktan sonra yere
meyve verdirmesi gibi, o da getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih
ameller için bir fırsat olacak. Çünkü, O, Allah’ın rahmetiyle yüklü beyaz bir
buluttur. Bu rahmeti Allah, mürşitler üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır.”
164.
îşte şimdi size, Allah’ın bu aynı takdirle ilgili olarak bilmem için bana
bahşettiği azıcık şeyi anlatacağım. Ferisîler derler ki, “her şey önceden o
şekilde takdir edilmiştir ki, seçilmiş olan fasık/facir olamaz, fasık/facir
olan da, ne olursa olsun seçilmiş olamaz ve nasıl Allah salih ameli, üzerinde
seçilmişlerin kurtuluşa doğru yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmişse, aynı
şekilde günahı da, üzerinde fasık/facirlerin helake yürüdüğü yol olarak önceden
takdir etmiştir.” Bunu yazan elle birlikte, diyen dile de lanet olsun. Çünkü
bu, şeytan’ın inancıdır. Buradan kişi günümüz Ferisîlerinin durumunu bilebilir.
Çünkü onlar, şeytan’ın inanmış kullarıdır.
“Takdir, kişinin elinde araç olarak bulundurduğu şeye son veren mutlak bir
iradeden başka ne anlama gelebilir? O halde, yalnızca harcayacak taş ve para
değil, aynı zamanda, üzerine bir ayak koyacak kadar arsası da olmayan bir kişi
evi nasıl takdir edecektir? (Böyle bir şeyi) asla kimse (yapamaz). Öyleyse size
diyorum ki, takdir, Allah’ın insana kendi pak nimeti, kendi kanunundan verdiği
hür iradeyi çekip almaktan öte bir şey değildir. Yerleştirmekte olduğumuz,
kesinlikle takdir değil, sadece kötülük aracıdır.
“Musa’nın kitabı gösteriyor ki, şu insan hürdür. Allah’ımız kanunu Sina
dağında verdiği zaman şöyle konuşmuştur:
“Benim buyruğum gökte değil ki.” şimdi kim Allah’ın buyruğunu gidip bize
getirecek ve acaba kim ona uyma gücünü bize verecek?” diye kendine mazeret
arayasın. Ama, benim buyruğum senin kalbinin yanındadır, ki dilediğin zaman ona
uyabilesin.”
Söyleyin bana, eğer kral Hirodes yaşlı bir adama gençleşmesini ve hasta bir
adama düzelmesini emretse, onlar bunu yapmayınca kendilerini öldürtse, bu
adalet olur mu?”
Havariler cevap verdiler: “Eğer Hirodes böyle bir emir verse, en zalim ve
dinsiz (kişi) olur.”
O zaman İsa iç çekerek, dedi: “Bunlar insanî geleneklerin meyveleridir
kardeşler; çünkü, Allah fasık/ faciri (bir daha) seçilmiş olamayacak şekilde
önceden takdir etmiştir demekle, onlar Allah’ı en dinsiz ve zalim yaparak
küfrediyorlar. O, günahkâra günah işlememeyi, işlediği zaman da tövbe etmeyi
emreder; halbuki, bu tür bir takdir günahkârdan günah işlememe gücünü çekip
alır ve tövbeden tümüyle yoksun bırakır.”
165.
Allah’ın peygamber Yoel aracılığıyla ne dediğini de duyun: “Sağ ve diriyim
ki, (der) Allah’ımız, günahkârın ölümünü dilemem, ama onun tövbeye gelmesini
ararım.” O halde, Allah dilemediği şeyi önceden takdir mi edecektir? Bir,
Allah’ın dediğine bakın, bir de bu zaman Ferisîlerinin dediğine.
“Dahası var, Allah peygamber İşaya aracılığıyla der: “Ben çağırdım, sizse
beni dinlemediniz.” Ve, Allah ne kadar çağırmış, aynı peygamber aracılığıyla
dediğini duyun; “Bütün gün ellerimi bana inanmayan bir kavme yaydım da, bana
karşı geldiler.” Ve, bizim Ferisî’lerimiz fasık/facirin seçilmiş olamayacağını
söylerken, Allah’ın, beyaz bir şey gösterip kör bir adamla alay etmek gibi, ya
da sağır bir adamla kulaklarına konuşarak alay etmek gibi insanlarla alay
ettiğinden başka bir şey mi söylemiş oluyorlar? Ve, seçilmişin fasık/facir
olamayacağı konusunda, bakın Allah’ımız Hezekiel peygamber aracılığıyla ne
diyor: “Sağ ve diriyim ki” der Allah “eğer takva sahibi takvasını bırakır da,
kirli işler yaparsa helak olur. Artık onun takvasından da hiçbir şey hatırlamaz
olurum; çünkü takvasına güvenirse, takvası onu Benim önümde terk eder ve onu
kurtarmaz.”
Ve, fasık/faciri çağırma konusunda, Allah peygamber Hoşea aracılığıyla
şundan başka bir şey mi der: “Ben seçilmiş olmayan bir kavmi çağıracağım, onlara
seçilmiş diyeceğim.” Allah doğrudur ve yalan söylemez; çünkü doğru olan Allah
doğruyu söyler. Ama, bu zamanın Ferisîleri akideleriyle Allah’a tümüyle karşı
çıkarlar.”
166.
Andreas karşılık verdi: “Ama, Allah’ın Musa’ya dediği şu, merhamet etmek
dilediğine merhamet edeceği, katılaştırmak dilediğini katılaştıracağı (sözü)
nasıl anlaşılmalıdır?”
İsa cevap verdi: “Allah bunu, insanın kendi faziletiyle kurtulacağına
inanmaması, bunun yerine, hayatın ve Allah’ın merhametinin kendisine Allah
tarafından nimeti olarak bahsedildiğini idrak etmesi için der, Ve bunu
insanların Kendinden başka tanrılar bulunduğu düşüncesinden kaçınmaları için
der.
“Bu bakımdan, eğer Allah Firavun’u katılaştırdıysa, o, kavmimize işkence
edip, onu İsrail’deki tüm erkek çocukları yok etmekle hiçe indirmeye kalkıştığı
için yapmıştır. O zaman Musa da hayatını kaybede yazmıştı.
“Aynı şekilde, bakın size diyorum ki, takdir kendisine temel olarak
Allah’ın kanununu ve insanın hür iradesini alır. Evet ve eğer Allah kimse helak
olmasın diye tüm dünyayı kurtaracak olsa, ruhun tepeden baktığı bu çamur
(yığını), ruh gibi günah işlese bile, tövbe etme gücüne sahip olsun ve ruhun
fırlatılıp atıldığı o yerde oturmaya gelsin diye, şeytan’a garaz olarak
kendisine sakladığı hürriyetten insanı yoksun bırakmamak için bunu yapmaz.
Allah’ımız, diyorum ki, rahmetiyle insanın hür iradesini izlemek diler,
yaratığı kudretiyle terk etmek dilemez. Ve, bu nedenle hüküm gününde kimse,
günahları için herhangi bir mazerette bulunamayacaktır. Çünkü, Allah’ın doğru
yola gelmeleri için neler neler yaptığı ve ne kadar sık kendilerini tövbe
etmeye çağırdığı o zaman herkes için apaçık ortada olacaktır.
167.
“İşte böyle, eğer zihniniz bununla da yetinip
durulmadıysa ve yine “neden böyle?” demek istiyorsanız, size bir “neden”i daha
açıklayacağım. O da şudur : Söyleyin bana, neden (tek) bir taş suyun üstünde
duramaz da, tüm yer yüzü suyun üstünde durur? Söyleyin bana, su ateşi söndürür
ve yer havadan kaçarken ve kimse toprak, hava, su ve ateşi uyum içinde bir
araya getiremezken, yine de bunlar insanda bir araya geliyor ve uyum içinde
kalıp gidiyorlar, neden?
“O halde bunu bilmiyorsanız —hem, tüm insanlar
da insan olarak bunu bilmezler— Allah’ın kâinatı hiç yoktan tek bir sözle
yarattığını nasıl anlayacaklar; Allah’ın sonsuzluğunu nasıl anlayacaklar? Ne
olursa olsun bunu asla anlayamayacaklardır. Çünkü insan, sonlu ve peygamber
Süleyman’ın dediği gibi vücutla bileşim içinde olup, bozulabilir ve ruhu da
baskı altında tutarken ve Allah’ın işleri de Allah’a göreyken onları nasıl
anlayabilecekler?
“Allah’ın peygamberi İşaya (bunun) böyle
(olduğunu) gördüğünden, haykırıp, dedi: “Gerçekten sen gizli bir Allah’sın!”
Ve, Allah’ın Elçisi hakkında, Allah O’nu nasıl yarattı, o der: “Onun doğuşu,
kim anlatacak?” Ve, Allah’ın işlemesi hakkında der: “Onun danışmanı kim?” Bu
bakımdan, Allah insan tabiatına der: “Nasıl gök yerin üstünde yükseltilmişse,
benim yöntemlerim, sizin yöntemleriniz üzerinde ve benim emrim sizin emriniz
üzerinde yükseltilmiştir.”
Bu nedenle size diyorum ki, takdirin niteliği,
durum benim size anlattığım gibiyse de, insanlara açık değildir.
Öyleyse insan, yöntemi bulamadığı için gerçeği
inkâr mı etmelidir? Ben, nasıl olduğu anlaşılmadığı halde sıhhati reddeden bir
kimseyi henüz görmüş değilim. Hem, Allah’ın benim dilimle hastaları nasıl
iyileştirdiğini bile bilmiyorum.”
Barnaba İncili, 168-182. Bölüm
168. Cennet Hakkında
O zaman havariler dediler: “Gerçekten sende Allah konuşuyor; çünkü insan
senin konuştuğun gibi asla konuşmamıştır.”
İsa karşılık verdi: “Ben inanın ki, Allah beni İsrail ailesine göndermek
için seçtiği zaman, bana apaçık bir aynaya benzeyen bir kitap verdi; o, benim
kalbime o şekilde indi ki, konuştuğum şeylerin hepsi bu kitaptan geliyor. Ve,
bu kitabın benim ağzımdan çıkması sona erdiği zaman, ben dünyadan yukarı
alınacağım.”
Petrus karşılık verdi: “Ey muallim, senin şimdi söylediğin bu kitapta
yazılı mıdır?”
İsa cevapladı: “Allah’ın ilmi ve Allah’a kulluk hakkında, insan bilgisi ve
insanlığın kurtuluşu hakkında söylediğim her şey, hepsi benim İncil’im olan bu
kitaptan çıkar.”
Petrus dedi: “Onda Cennet’in ihtişamı (da) yazılı mıdır?”
İsa cevap verdi: “Dinleyin ve ben Cennet’in ne tür olduğunu ve kutsal
kişilerle müminlerin orada nasıl sonsuz olarak kalacaklarını size anlatacağım;
çünkü, bu Cennet’in en büyük nimetlerinden biridir; görüyorsunuz ki, her şeyin
ne kadar büyük olursa olsun, madem ki bir sonu var, o halde küçüktür, hatta
hiçtir.
“Cennet, Allah’ın nimetlerini depo ettiği yurttur; burada kutlu ve
kutsanmışların ayaklarının bastığı yer öylesine kıymetlidir ki, bir dirhemi bin
dünyadan daha değerlidir.
“Bu nimetler Allah’ın peygamberi babamız Davud tarafından görülmüştür;
çünkü, Allah, Cennet’in ihtişamına baksın diye bunları kendisine göstermiştir.
O, ardından kendine gelince, iki elleriyle gözlerini kapamış ve ağlayarak
demiştir: “Bu dünyaya daha fazla bakmayın ey benim gözlerim; çünkü her şey boş
ve hiçbir iyi şey yok!”
“Bu nimetler hakkında İşaya peygamber demiştir: “Allah’ın sevdikleri için
hazırladığı şeyleri insanın gözleri görmemiştir, kulakları işitmemiştir. însan
kalbi de tasavvur etmiş değildir.” Neden bu tür nimetleri görmemişler,
işitmemişler ve tasavvur etmemişlerdir biliyor musunuz? Şundan ki, burada
aşağıda yaşarken, bu tür şeyleri müşahede edecek değerde değillerdir. Bu
bakımdan, babamız Davud, onları gerçekten görmüşse de, size diyorum ki, onları
insan gözüyle görmüş değildir; Allah ruhunu kendisine almış ve böylece Allah’la
bir olarak, onları ilâhi ışıkla görmüştür. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ
ve diridir ki, Cennet’in nimetleri sonsuz, insan ise sonlu olduğundan, küçük
bir toprak kavanozun denizi içine alamayacağı gibi, insan da onları içine sığdıramaz.
“Öyleyse bakın ki, dünya her şeyin meyve verdiği yaz vakti ne kadar da
güzeldir! Vakti gelen hasat nedeniyle sarhoş olan şu köylü, emeklerini son
derecede sevdiği için vadileri ve dağları türküleriyle çınlatır. Şimdi, onları
yapana yakışan meyvelerle her şeyin yüklü olduğu Cennet’e yükselt bakalım aynı
şekilde kalbini.
“Allah sağ ve diridir ki, Cenneti bilmek bakımından bu kadarı yeterlidir.
Öyle ki, Allah, Cennet’i kendi nimetlerinin yurdu olarak yaratmıştır. Şimdi
ölçüsüz derecedeki iyiliğin, ölçüsüz derecede iyi şeyleri olmayacağını mı
düşünüyorsunuz? Veya, ölçüsüz derecedeki güzelliğin ölçüsüz derecede güzel
şeyleri olmayacağını mı? Sakının ki, eğer olmayacağını düşünürseniz, büyük hata
işlersiniz.”
169-170.
Allah, kendine inanarak kulluk edecek olan insana şöyle der:
“Senin yaptıklarını biliyorum, sen Benim için çalışıyorsun. Ebediyen sağ ve
diriyimdir ki, senin sevgin Benim nimetimi aşmayacaktır. Madem kendini Benim
eserim bilip, Bana yaratıcın Allah olarak kulluk edersin ve madem, Bana inanarak
kulluk etmek için Ben’den rıza ve merhametten başka bir şey istemezsin; madem,
Bana sonsuza değin kulluk etmek arzusuyla Bana kulluğa bir son vermezsin, ben
de işte aynen böyle yapacak ve seni, Allah’mışsın, benim dengimmişsin gibi
ödüllendireceğim. Ellerine yalnızca Cennet’in bol nimetlerini koymakla
kalmayacak, aynı zamanda sana kendim de bir hediye vereceğim; şöyle ki, nasıl
sen ebediyen Benim kulum olmak istiyorsan, ben de senin ücretini ebedî
yapacağım.”
171.
“Cennet hakkında ne düşünürsünüz?” dedi İsa havarilerine. Böylesi zenginlik
ve nimetleri kavrayabilecek bir akıl var mıdır? İnsanın Allah’ınki kadar geniş
bilgisi olmalı ki, Allah’ın kullarına vermek istediği şeyleri bilebilsin.
“Hirodes gözde baronlarından birine bir hediye verirken, hangi türde hediye
verir, hiç gördünüz mü?
Yuhanna karşılık verdi: “İki kez gördüm; emin olun ki, onun verdiği şeyin
onda biri yoksul bir adama yetecektir.”
İsa dedi: “Ya yoksul bir adam Hirodes’e hediye verecek olsa, ne verir ona?”
Yuhanna cevap yerdi: “Bir ya da iki metelik.” “Şimdi, bu sizin cennet
hakkındaki bilgiyi ~etüt edeceğiniz kitabınız olsun” (dedi İsa) “çünkü,
Allah’ın insana bedeni için bu dünyada verdiği şeylerin hepsi, sanki Hirodes’e
yoksul bir adamın bir metelik vermesi gibidir ama, Allah’ın bedene ve ruha
Cennet’te vereceği şeyler, Hirodes’in sahip olduğu her şeyi, hatta hayatını
hizmetçilerinden birine vermesi gibidir.”
172.
“Allah, kendisini sevene ve inanarak kulluk edene şöyle der:
“Git ve denizin kumlarına bak ey kulum, ne kadardır? Öyleyken, eğer deniz
sana tek bir kum taneciği verecek olsa, bu sâna az gelmez mi? Mutlaka, öyle.
Ben, Yaratıcın sağ ve diriyimdir ki, bu dünyada yeryüzünün tüm reislerine ve
krallarına verdiğim şeylerin tümü, sana Cennetimde vereceğim şeylere oranla,
denizin sana verdiği bir kum taneciğinden daha azdır.”
173. “Bedenimiz Cennete Girecek mi?”
“O halde” dedi İsa, “Cennetin bolluğunu siz göz önüne getirin. Çünkü eğer
Allah bu dünyada insana birkaç gramlık mal vermişse. Cennette on yüz bin yük
verecektir. Bu dünyadaki meyvelerin miktarını; yiyeceklerin miktarını,
içeceklerin miktarını ve insana verilen şeylerin miktarını düşünün. Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, insan bir kum taneciği aldıktan
sonra, denizde nasıl halâ daha ne kadar kum kalıyorsa, aynen bu şekilde
(Cennet’teki) yemişlerin miktarı ve niteliği, burada yediğimiz yemişlerin
türünü aşacaktır. Ve, Cennet’teki diğer şeyler de böyledir. Olmadı, hattâ,
bakın size diyorum ki, bir dağ altın ve inci, bir karıncanın gölgesinden ne
kadar kıymetliyse, Cennet’in nimetleri de, dünyadaki reislerin sahip oldukları
ve dünyanın sona ereceği Allah’ın mahkemesine kadar sahip olacakları nimetlerin
tümünden aynı şekilde kıymetlidir.”
Petrus karşılık verdi: “Öyle de, şimdi bizim sahip olduğumuz bedenimiz
Cennet’e girecek mi?”
İsa cevap verdi: “Dikkat et ki Petrus, aman bir Sadukî olmayasın; çünkü
Sadukiler, bedenin yeniden dirilmeyeceğini ve meleklerin olmadığını söylerler.
Bu bakımdan, onların bedeni ve ruhu Cennet’e girmekten yoksundur ve onlar bu
dünyada meleklerin hizmetinden de yoksundurlar. Belki de, Allah’ın peygamberi
ve dostu Eyüp’ü, onun ne dediğini unutmuşsunuzdur: “Biliyorum ki, Allah’ım sağ
ve diridir ve Son Gün yeniden bedenimle birlikte kalkacak ve Kurtarıcı’m
Allah’ı gözlerimle göreceğim.”
“Ama inanın bana, bizim bu bedenimiz öylesine paklanacaktır ki, şimdi sahip
olduğu şeylerden tek bir mala bile sahip olmayacaktır; çünkü bütün kötü
arzulardan arınacak ve Allah onu, Adem’in günah işlemeden önceki durumuna
getirecektir.”
“îki insan bir efendiye tek ve aynı işte hizmet eder. Biri yalnızca işi
seyreder ve ikinciye emirler verir, ikinci de birincinin emrettiği her şeyi
yerine getirir. Size adaletli gelir mi diyorum, efendinin, yalnızca seyredip
emirler vereni ödüllendirmesi ve kendini çalışarak yoranı evinden çıkarıp
atması? Mutlaka hayır.”
“Öyleyse, Allah’ın adaleti bunu nasıl götürecektir? Ruh ve beden insanın
nefsiyle birlikte Allah’a hizmet eder; yalnızca ruh seyreder ve hizmet emri
verir. Çünkü, ruh yemek yemez, oruç tutmaz, yürümez, soğuğu ve sıcağı duymaz,
hasta olmaz ve öldürülmez; çünkü ruh ölümsüzdür; o, bedenin her bir uzvunda
çektiği bu bedeni acıların hiç birini çekmez. O halde, hak mıdır ki, kendini
Allah’a hizmet ederek bu kadar yoran beden değil de, yalnızca ruh Cennet’e
girsin?”
Petrus karşılık verdi: “Ey muallim, beden ruha günah işlettiğinden Cennet’e
konmamalıdır.”
İsa cevap verdi: “Şimdi, beden ruh olmadan nasıl günah işler ki? Bu
kesinlikle imkânsızdır. Bu nedenle, Allah’ın rahmetini bedenden çekmekle sen
ruhu Cehennem’e mahkûm ediyorsun.”
174.
“Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah’ımız rahmetini
günahkâra vaat ederek der: “Günahkârın günahına ağlayacağı şu saatte, Kendi
üzerime yemin ederim ki, onun kötülüklerini artık hiç hatırlamayacağım.”
“Şimdi, eğer beden oraya gitmeyecekse, Cennet’in yiyeceklerini kim
yiyecektir? Ruh mu? Emin olun ki değil. Çünkü o manevîdir.”
Petrus karşılık verdi: “O halde, kutsananlar Cennet’te yiyecekler, ama
pislik olmayacaksa, yemekler nasıl boşaltılacaktır?”
İsa cevap verdi: “Şimdi eğer yemez içmezse insan nasıl nimetlendirilir?
Yüceltilen şeye oranla yüceltmede bulunulmasının uygun olduğu açıktır. Fakat
sen Petrus, böyle yemeğin pislik şeklinde boşaltılacağını düşünmekle yanılgıya
düşüyorsun; çünkü bu beden şimdi bozulabilen yemekler yiyor ve bundan dolayı da
kokuşma ve çürüme ortaya çıkıyor; ama Cennet’te beden bozulmayacaktır, ölümsüz
ve her türlü dertten kurtulmuş olacaktır ve hiçbir kusurlu yanı olmayan
yemekler herhangi bir kokuşma ya da çürüme hasıl etmeyecektir.”
175.
“Allah, fasık/facir üzerine nefret yağdırarak İşaya Peygamber’e şöyle der: “Kullarım Benim evimde Benim soframda oturacaklar, neşeyle, mutluluk içinde ve harp ve org sesleriyle yiyip içecekler ve onlara hiçbir ihtiyaç hissettirmeyeceğim. Fakat, siz Benim düşmanım olanlar, Benden uzağa atılacaksınız ve orada, Benim kullarımın hepsi sizi hor görürken, sefillik içinde helak olacaksınız.”
176.
“Onlar yiyip içecekler” sözü ne demeye gelir? dedi İsa havarilerine. “Emin
olun ki, Allah açık konuşuyor. Fakat, bu kadar meyve ile birlikte, Cennet’teki
dört kıymetli şarap (içecek) ırmağı hangi amaca (yöneliktir)? Kesinlikle Allah
yemez, melekler yemez, ruh yemez, nefis yemez, ama bizim vücudumuz olan beden
(yer). Bu bakımdan, Cennet’in ihtişamı içinde yemekler beden içindir; Allah,
meleklerin konuşması ve kutsanmış ruhlar da nefs ve ruh için. Bu ihtişam,
(Allah her şeyi Kendi sevgisi için yarattığından) her şeyi herhangi bir diğer
yaratıktan daha iyi bilen Allah’ın Elçisi tarafından açıklanacaktır.”
Bartalemus dedi: “Ey muallim, Cennet’in ihtişamı herkes için eşit mi
olacak? Eğer eşitse, bu adaletli olmayacaktır; eşit değilse daha az olan daha
çok olanı kıskanacaktır.”
İsa cevap verdi: “Eşit olmayacaktır; çünkü Allah adildir ve herkes de razı
olacaktır. Çünkü, orada kıskançlık yoktur. Söyle bana Bartalemus: Pek çok
hizmetçileri olan bir efendi var ve hizmetçilerin hepsini aynı elbiseyle
giydiriyor. O zaman, kendilerine çocuk elbisesi giydirilen çocuklar,
yetişkinlerin kıyafetinde olmadıkları için üzülürler mi? Emin ol ki tam
tersine, eğer büyüklerin geniş elbiselerini giymiş olsalardı öfkelenirlerdi;
çünkü, elbiseler kendi bedenleri ölçüsünde olmadığından, kendileriyle alay
edildiğini düşünürlerdi.
“Şimdi Bartalemus, kalbini Cennet’te Allah’a yükselt ve bütün bir ihtişamın
bîrine daha çok, diğerine daha az da olsa, hiçbir kıskançlık doğurmayacağını
göreceksin.”
177.
O zaman bu, (satırlar) ı yazan dedi: “Ey muallim, bu dünyanın aldığı gibi,
Cennet’te güneş’ten ışık alır mı?”
İsa cevap verdi: “Allah bana şöyle dedi ey Barnabas: “Siz günahkâr
insanların oturduğu dünyanın, sizin yararınız ve mutluluğunuz için güneşi, ayı
ve kendisini süsleyen yıldızları vardır; çünkü bunu Ben yarattım.”
“Düşünün o halde, benim mümin kullarımın oturduğu ev daha iyi olmayacak
mıdır? Böyle düşünmekle mutlaka hata ediyorsunuz; çünkü Ben, sizin Allah’ınız
Cennet’in güneşiyim ve benim Elçim her şeyi benden alan aydır ve yıldızlar,
size irademi tebliğ eden peygamberlerimdir. Bu bakımdan, benim mümin kullarım
(burada) benim sözümü peygamberlerimden almış oldukları gibi, nimetlerimin
Cennet’inde de, mutluluk ve sevinci aynı şekilde yine onların aracılığıyla
alacaklardır.”
178.
“Cennet’i bilmeniz için bu kadarı size yetsin.” dedi
İsa. Bunun üzerine, Bartalemus yeniden dedi: “Ey muallim, size bir kelime daha
sorsam; bana sabr edin.”
İsa karşılık verdi: “Ne arzu ediyorsun, söyle.”
Bartalemus dedi: “Cennet mutlaka büyüktür;
çünkü, içinde böylesine büyük iyilikler var, o halde büyük olmalı.”
İsa cevap verdi: “Cennet öylesine büyüktür ki,
kimse onu ölçemez. Bakın, size diyorum ki, gökler dokuzdur, aralarına,
birbirlerinden bir insanın beş yüz yıllık yolculuğu kadar uzak olan gezegenler
yerleştirilmiştir ve yeryüzü de aynı şekilde birinci gökten 500 yıllık yolculuk
kadar uzaktır.
“Ama, birinci göğü ölçerken durun daha, o
yeryüzünden, tüm yeryüzünün bir kum taneciğinden büyük olduğu oranda büyüktür.
îkinci gök birinciden bu şekilde büyük, üçüncü ikinciden ve son göğe kadar biri
diğerinden aynı şekilde büyük ola ola gider. Ve, bakın size diyorum ki, tüm yeryüzü
bir kum taneciğinden nasıl büyükse, Cennet’te tüm yeryüzü ve tüm göklerin
(toplamından) o şekilde büyüktür.”
O zaman Petrus dedi: “Ey muallim, Cennet
Allah’tan büyük olmalı; çünkü Allah onun içinde görünecektir.”
İsa karşılık verdi: “Ağzını kapa Petrus; çünkü
farkında olmadan küfre gidiyorsun.”
179.
O zaman melek Cebrail İsa’ya gelerek, ona güneş gibi parlayan ve içinde şu
sözlerin yazılı olduğu görülen bir ayna gösterdi: “ebediyen sağ ve diriyimdir
ki, nasıl Cennet tüm göklerden ve yeryüzünden ne kadar daha büyükse ve nasıl
tüm yeryüzü bir, kum taneciğinden ne kadar daha büyükse, ben de aynı şekilde
Cennet’ten o kadar büyüğüm ve denizin sahip olduğu kum tanecikleri kadar,
denizdeki su damlaları kadar, yerdeki otlar kadar, ağaçlardaki yapraklar kadar,
hayvanlardaki deriler kadar; gökleri ve Cennet1eri ve daha (başka şeyleri)
dolduracak kum taneciklerinin sayısı kadar (Cennet’ten büyüğüm).”
Sonra İsa dedi: “ebediyen Aziz ve Sübhan olan Allah’ımıza tazimde
bulunalım.” Bunun üzerine yüz kez rükûya vardılar ve dua ederek secdeye
kapandılar.
Bu şekilde ibadet eda edilince, İsa Petrus’ u çağırıp, O’na ve tüm
havarilere görmüş olduğu şeyleri söyledi ve Petrus’a dedi: “Tüm yeryüzünden
daha büyük olan senin ruhun, bir, gözle tüm yeryüzünden bin kez daha büyük olan
güneşi görüyor.”
“Doğru” dedi Petrus.
O zaman İsa dedi: “Aynen böyle. Cennet (gözüy) le Yaratıcımız Allah’ı
göreceksin.” Ve İsa bunu deyip, İsrail ailesi ve kutsal şehir için dua ederek,
Rabbiniz Allah’a şükretti. Ve, herkes karşılık verdi: “Amin, Rabb.”
180.
Birgün, İsa Süleyman (mabedi) verandasında otururken, yanına yazıcılar
geldi ve içlerinden halka hitap eden birisi kendisine dedi: “Ey muallim, ben bu
insanlara defalarca hitap ettim, aklımda kitaptan anlayamadığım bir bölüm var.”
İsa karşılık verdi: “Nedir o?”
Yazıcı dedi: “Allah’ın babamız İbrahim’e söylediği şu, “Ben senin büyük
ödülün olacağım” (sözü). Şimdi, insan (böyle bir ödülü) nasıl hak edebilir?”
O zaman İsa ruhen sevindi ve dedi: “Eminim ki sen Allah’ın melekûtundan
uzak değilsin. Beni dinle, bu öğretinin anlamını sana anlatacağım. Allah,
sonsuz, insan sonlu olduğundan, insan Allah’ı hak edemez ve senin kuşkun bu
mudur kardeş?”
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: “Rab, sen benim kalbimi biliyorsun; o halde
konuş; çünkü benim ruhum senin sesini duymak arzu ediyor.”
O zaman İsa dedi: “Allah sağ ve diridir ki, insan her an aldığı küçük bir
nefesi de hak edemez.”
Bunu duyan yazıcı kendinden geçti ve havariler de aynı şekilde hayrete
düştüler; çünkü İsa’nın, Allah sevgisi için ne verirlerse, onun yüz katını
alacaklarını söylediğini hatırlıyorlardı.
Sonra İsa dedi: “Eğer biri size yüz altın kuruş ödünç verse ve siz de bu
kuruşları harcasanız, sonra bu adama, “ben sana kurumuş bir bağ yaprağı
veriyorum; bu nedenle bana evini ver; çünkü onu hak etmiş oluyorum” diyebilir
misiniz?”
Yazıcı cevap verdi: “Asla Rab; çünkü o önce borcunu ödemeli ve sonra da,
herhangi bir şey isteyecekse iyi şeyler vermelidir, ya bozulmuş bir yaprak ne
işe yarar ki”
181.
Isa karşılık verdi: “İyi söyledin ey kardeş; o halde söyle bana, insanı hiç
yoktan yaratan kimdir? Mutlaka Allah’tır, aynı zamanda ona yararlanması için
tüm dünyayı da vermiştir.
Ama insan, günah işleyerek bunu tümüyle harcamıştır; çünkü, günahtan dolayı
tüm dünya insanın aleyhine döndü ve insanın sefilliği içinde, Allah’a günahla
bozulmuş amellerinden başka verecek hiçbir şeyi yoktur. Çünkü, her gün günah
işlemekle, kendi amelini bozmaktadır, bu nedenle İşaya peygamber der: “Bizim
takvamız bir aybaşı bezi gibidir.”
“O hâlde, tatmin etmekten uzak olan insan nasıl hak sahibi olabilir? Olur
ya, insan günah işlemiyor mu diyelim? Allah’ımızın peygamber Davud aracılığıyla
söyledikleri açık seçiktir.- “Muttaki bir günde yedi kez düşer” öyleyse,
muttaki olmayan ne kadar düşer? Ve, eğer bizim takvamız lekeliyse,
takvasızlığımız ne kadar da iğrençtir! Allah sağ ve diridir ki, bir insanın,
“hak ederim” sözünden daha çok kaçınması gereken başka bir şey yoktur. Bir
insan, elinin yaptıklarını bilsin, kardeş, o zaman hakkını hemen görecektir.
İnsandan çıkan her iyi şeyi, gerçekten insan yapıyor değildir, ama onu
kendisinde yapan Allah’tır; çünkü varlığı kendisini yaratmış olan Allah’ındır.
însanın yaptığı, yaratıcısı Allah’a karşı çıkmak ve günah işlemektir, böylece
de o, ödülü değil, azabı hak eder.”
182.
“Dediğim gibi, Allah insanı yalnızca
yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onu tastamam yaratmıştır. Ona tüm dünyayı
vermiştir. Cennet’ten ayrıldıktan sonra kendisine korumak için iki melek
vermiş, ona peygamberler göndermiş, ona kanunu bahşetmiş, imanı bahşetmiş, her
an onu şeytandan korumakta, ona Cennet vermek istemektedir; hattâ insana
Kendisi’ni vermek istemektedir. O halde borcun büyüklüğünü düşünün! Hiç yoktan
kendiniz gibi insanlar yaratmak, bir dünya ve Cennet’le birlikte, hatta
Allah’ımız gibi, büyük ve iyi bir Allah’la birlikte, Allah’ın gönderdikleri
kadar peygamberler yaratmak ve her şeyi Allah’a vermek borcu tehir edilmekte ve
size yalnızca Allah’a şükretme zorunluluğu kalmaktadır. Fakat tek bir sinek
yaratamadığınız için ve her şeyin Rabb’i olan Allah’tan başka (tanrı
olmadığından), borcunuzu nasıl tehir edebileceksiniz? Emin olun ki, eğer bir
insan size yüz altın kuruş ödünç verecek olsa, geri yüz altın kuruş vermek
zorunda olursunuz.
“İşte kardeş, bunun anlamı şudur ki, Cennet’in
ve her şeyin Rabb’i olan Allah istediğini diyebilir ve her ne isterse
verebilir. Bu bakımdan, O İbrahim’e “Ben senin büyük ödülün olacağım” dediği
zaman, İbrahim, Allah benim ödülümdür” değil, “Allah benim hediyem ve
borcumdur” diyebildi: Sen de insanlara hitap ederken ey kardeş, bu bölümü işte
böyle açıklamalısın; yani, eğer insan iyi çalışırsa, Allah şu şu şeyleri insana
verecektir (demelisin).
Ey insan, Allah’ın sana konuşacağı ve “Ey benim
kulum, benim sevgim için iyi işler yaptın; ben Allah’ından nasıl ödül
istersin?” diyeceği zaman, sen cevap ver: “Rabb, ben Senin ellerinin eseri
olduğumdan, bende şeytan’ın sevdiği günahın bulunması yakışık almaz. Bu nedenle
Rabb, kendi azametin için, ellerinin eserlerine merhamet et.”
Ve Allah, “Seni bağışladım, şimdi de seni
ödüllendirmek istiyorum” derse cevap ver: “Rabb, yaptıklarım için ben ceza hak
ettim ve Sen ise yaptıkların için ululanmayı hak ettin. Rabb, bende yapmış
olduğum şeyleri cezalandır ve Kendi yaptığın şeyleri ise kurtar.”
Ve eğer Allah, “Günahın için kendine hangi ceza
uygun görünüyor?” derse, sen cevap ver: “Ey Rabb, tüm fa sık/facirlerin
çekeceği kadar.”
Ve eğer Allah, “Neden bu kadar büyük bir ceza
istersin, ey benim mümin kulum?” derse, cevap ver: -Çünkü, onların hepsi senden
benim aldığım kadar çok şey almış olsalardı, sana benden daha çok inançla
kulluk ederlerdi.”
Ve eğer Allah, “Bu cezayı ne zaman ve ne kadar
süreyle almak istersin?” derse, cevap ver: “Şimdi ve sonsuza değin.”
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir
ki, böyle bir insan Allah’ı tüm kutsal meleklerinden daha çok hoşnut edecektir.
Çünkü, Allah gerçek alçak gönüllülüğü sever ve gururdan nefret eder.”
Sonra, yazıcı İsa’ya teşekkür etti ve dedi:
“Rab, haydi hizmetçinin evine gidelim. Çünkü, hizmetçin sana ve havarilerine
yemek verecektir.”
İsa karşılık verdi: “Bana ‘Rab’ değil de,
“kardeş” diyeceğine söz verdiğin zaman oraya gelecek ve sen hizmetçim değil,
kardeşimsin diyeceğim.”
Adam söz verdi ve İsa da onun evine gitti.
Barnaba İncili, 183-193. Bölüm
183. “Gerçek Alçakgönüllü Nasıl Olunur?”
Yemekte otururlarken yazıcı dedi: “Ey muallim, Allah’ın gerçek alçak
gönüllülüğü sevdiğini söyledim. Bu bakımdan, bize alçak gönüllülüğünü ve onun
nasıl gerçek, nasıl sahte, olabileceğini anlatın.”
İsa cevap verdi: “Bakın size diyorum ki, küçük bir çocuk gibi olmayan
göklerin melekûtuna girmeyecektir.”
Herkes bunu duyunca şaşırdı ve birbirlerine dediler; “Şimdi, otuz ya da
kırk yaşında olan biri nasıl küçük bir çocuk gibi olacak?”
İsa cevap verdi: “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, sözlerim
doğrudur. Size, “(bir insanın) çocuk gibi olması gerektiğini söyledim; çünkü
bu, gerçek alçak gönüllülüktür. Eğer küçük bir çocuğa, “Senin elbiselerini kim
yaptı?” diye sorsanız, “babam” (diye) cevap verecektir. Eğer ona, oturduğu evin
kimin olduğunu sorsanız, “babamın” diyecektir. Eğer “sana kim yiyecek veriyor?”
deseniz, “babam” (diye) karşılık verecektir. Eğer, “sana yürümek ve konuşmayı
kim öğretti?” deseniz, “babam” (diye) cevap verecektir. Ama deseniz ki, “alnını
kim yardı, alnını böyle sardırmışsın” diyecek olsanız, “düştüm ve başımı
yardım” (diye) cevap verir. Eğer, “neden düştün?” derseniz, “görmüyor musunuz
küçüğüm, yetişkin bir insan gibi yürüme ve koşma gücüm yok ki! Bu bakımdan
babam, sağlam yürümem için benim elimden tutmadı. Fakat iyi yürümeyi öğrenmem
için babam beni bir an bıraktı ve ben de koşmak isteyince düştüm.” (diye) cevap
verir. Eğer, “o zaman baban ne dedi?” derseniz, “niye şimdi oldukça yavaş
yürümedin? Bak, ileride benim yanımdan ayrılmayacaksın” dedi (diye) cevap
verir.”
184.
“Söyleyin bana, doğru değil mi bu?” dedi İsa.
Havariler ve yazıcı cevap verdiler: “Doğruların doğrusu!”
O zaman İsa dedi: “Kalbinden Allah’ı tüm iyiliklerin yazarı, kendini de
günahların, yazarı olarak tanıyan gerçekten alçak gönüllü olur. Ama, dille çocuk
gibi konuşup, hareketle zıtlarını ortaya koyan, emin olun ki, sahte alçak
gönüllülük ve gerçek gurur sahibidir. Çünkü, gurur bu şekilde, insanlar
tarafından azarlanıp tekmelenmedikçe, alçak gönüllü şeyleri kullandığı zaman
zirvesine varır.
Gerçek alçak gönüllülük insana kendini gerçekten bildiren bir ruh alçak
gönüllülüğüdür; ama sahte alçak gönüllülük Cehennem’den bir duman olup, ruhun
anlayışını öylesine karartır ki, insan kendinde bulması gerekeni Allah’ta
bulup, Allah’ta bulması gerekeni kendinde bulur. Bu şekilde, sahte alçak
gönüllü insan kendisinin ağır bir günahkâr olduğunu söyler, fakat biri
kendisine günahkâr olduğunu söylediği zaman, hemen ona karşı gazaba gelir ve
ona eziyet eder.
“Sahte alçak gönüllü insan, sahip olduğu her şeyi kendisine Allah’ın
verdiğini söyler, ama kendi başına kalınca uymaz ve salih ameller yapmış olur.
Ve, bu zamanın bu Ferisîleri kardeşler, söyleyin bana, nasıl yürürler?”
Yazıcı ağlayarak cevap verdi: “Ey muallim, bu zamanın Ferisîleri Ferisi
cübbesi ve adını taşırlar, ama kalben ve amel bakımından Kenanîdirler. Ve,
Allah’a karşı böyle bir adı gasp etmekle kalmıyorlar, bu şekilde basit
insanları da aldatıyorlar! Ey eski zaman, ne kadar zalimce davrandın bize.
Gerçek Ferisileri bizden aldın ve bize sahtelerini bıraktın!”
185.
İsa karşılık verdi: “Kardeş, bunu yapan zaman değil, gerçekte şerli
dünyadır; çünkü her zaman içinde Allah’a gerçekten kulluk etmek mümkündür; ama
dünyâ ile bir olunca, yani her zaman kötü tavırlarla insanlar kötüleşir. Elişa
peygamberin hizmetçisi Gehazi’nin yalan söyleyip efendisini utandırdığını, para
ve Suriyeli Naaman’ın elbiselerini aldığını biliyor musunuz? Ama, Elişa’nın da
Allah’ın onu kendilerine peygamber yaptığı çok sayıda Ferisî’si vardı.
“Bakın, size diyorum ki, İnsanlar kötü işlere öylesine meyillidir ve dünya
da onları bu işlere öylesine çeker ve şeytan da kendilerini şerre sürükler ki,
bu zamanın Ferisi’leri her salih amelden ve her kutsal örnekten
kaçınmaktadırlar ve Gehazi örneği, Allah tarafından lanetlenmeleri için
kendilerine yeter.”
Yazıcı karşılık verdi: “Doğruların doğrusu.” Bunun üzerine İsa dedi:
“Gerçek Ferisîleri görebilmemiz için, bize Allah’ın iki peygamberi olan Haggay
ve Hoşea örneğini anlatsana.”
Yazıcı karşılık verdi: “Ey muallim, nasıl diyeyim ki? Danyal peygamber
tarafından yazılmış olmasına rağmen, pek çokları kesinlikle buna inanmıyor; ama
sana itaat ederek, ben gerçeği nakledeceğim.”
Haggay, babadan kalma mirasını satarak, yoksullara verip de, Obadya
peygambere hizmet etmek için Anatos’tan ayrıldığında 15 yaşındaydı. Haggay’ın
alçak gönüllülüğünü bilen yaşlı Obadya onu, şakirtlerine öğretmede bir kitap
olarak kullandı. Bu nedenle, o sık sık kendisine elbise ve güzel yemekler
gönderir, fakat Haggay her seferinde elçiyi geri gönderip, derdi: “Git, evine
dön; çünkü bir yanlışlık yaptın. Obadya bana böyle şeyler mi gönderecek? Asla;
çünkü o benim hiçbir işe yaramadığımı ve yalnızca günah işlediğimi bilir.”
“Ve, Obadya kötü bir şeyi olduğunda, görmesi için onu Haggay’ın yanında
bulunan birine verirdi. O zaman Haggay bunu görünce kendi kendine derdi: “Bak.
şimdi, Obadya mutlaka seni unuttu; çünkü bu, herkesten kötü olduğundan yalnızca
bana uygundur ve bunun kadar pis bir şey yoktur. Allah’ın Obadya’nın elleriyle
bana bahşettiği bu şeyi ondan alsam, bir hazine olurdu.”
186.
“Obadya birine dua etmeği öğretmek istediğinde. Haggay’ı çağırır ve derdi:
“Duanı burada yap ki, herkes sözlerini işitsin.” O zaman Haggay derdi:
“İsrail’in Allah’ı Rabb, Seni çağıran kuluna merhametle bak; çünkü onu Sen
yarattın. Adaletli Rabb Allah, adaletini hatırla ve kulunun günahlarını
cezalandır ki, senin eserini kirletmeyeyim. Allah’ım Rabb, ben senden mümin
kullarına bahşettiğin nimetleri isteyemem; çünkü benim günahtan başka bir şey
yaptığım yok. Bu bakımdan Rabb, kullarından birine bir hastalık vereceğin zaman
kendi şanın için ben kulunu hatırla.”
“Ve Haggay, böyle davranınca” dedi yazıcı, “Allah onu öylesine sevdi ki,
zamanında yanında bulunan herkese Allah peygamberlik (hediyesini) verdi. Ve,
Haggay dua ederken hiçbir şey istemedi ki, Allah vermemiş olsun.”
187.
Salih yazıcı bunları söylerken, gemisi parçalanan bir denizcinin ağladığı
gibi ağladı.
Ve, dedi: “Hoşea, Allah’a kulluk etmek için gittiği zaman, Naftali
kabilesinin reisiydi ve 14 yaşındaydı. Ve, o da babadan kalan mirasını satarak,
yoksullara verip Haggay’ın şakirdi olmak üzere gitti.
“Hoşea sadakaya öylesine tutulmuştu ki, kendinden istenen her şey için
derdi: “Bunu Allah bana senin için verdi ey kardeş, bu nedenle onu kabul et!”
— “Böyle yaptığından, az sonra iki elbiseyle kalakaldı, bunlar da çuval
bezinden uzun bir gömlekle, bir deri cübbeydi. Babadan kalma mirasını satarak
yoksullara verdi diyorum; çünkü, başka türlü kimsenin Ferisi olarak
çağırılmasına izin verilmezdi.
“Hoşea’da Musa’nın kitabı vardı, onu en büyük ciddiyetle okurdu. Birgün
Haggay kendisine dedi: “Hoşea, varını yoğunu senden kim çekip aldı?”
Karşılık verdi: “Musa’nın kitabı.”
Komşu bir peygamberin şakirtlerinden biri bir gün Kudüs’e gitmek istedi,
ama cübbesi yoktu. Bunun üzerine, Hoşea’nın iyilik severliğini duymuş
olduğundan varıp onu buldu ve dedi:
“Kardeş, Allah’ımıza kurban kesmek için Kudüs’e gitmek istiyorum ama cübbem
yok, bu nedenle ne yapacağımı bilmiyorum.”
Hoşea bunu duyunca dedi: “Bağışla beni kardeş; çünkü sâna karşı büyük bir
günah işledim; Allah bana, sana vereyim diye bir cübbe verdi de, ben
unutmuştum. Bu bakımdan şimdi onu kabul et ve Allah’a benim için dua et.” Buna
inanan adam Hoşea’nın cübbesini kabul edip, gitti ve Hoşea Haggay’ın evine
varınca, Haggay dedi: “Cübbeni kim alıp gitti?”
Hoşea cevap verdi: “Musa’nın kitabı.”
Haggay bunu duyunca çok sevindi; çünkü Hoşea’nın iyiliğini anlamıştı.
“Bir gün bir yoksul adam hırsızlar tarafından soyuldu ve çıplak kaldı.
Bunun üzerine, onu gören Hoşea kendi uzun gömleğini çıkarıp, çıplak olana
verdi; kendisi ise, gizli yerleri üzerindeki bir keçi derisi parçasıyla
kalakaldı. Bu nedenle, Haggay’ı görmeye gidemeyince, salih Haggay Hoşea’nın
hasta olduğunu sandı. Bunun üzerine, iki şakirtle birlikte onu görmeye gitti ve
onu palmiye yapraklarına sarılmış olarak buldular. O zaman Haggay dedi: “Şimdi
söyle bana, neden beni ziyarete gelmedin?”
Hoşea cevap verdi: “Musa’nın kitabı uzun gömleğimi aldı ve oraya gömleksiz
gelmekten korktum.” Bunun üzerine Haggay kendisine bir başka gömlek verdi.
“Birgün, genç bir adam Hoşea’yı Musa’nın kitabını okurken görüp, ağlayarak
dedi: “Bir kitabım olsa, ben de okumayı öğrenirim.” Bunu duyan Hoşea ona kitabı
verip, dedi:
“Kardeş, bu kitap senindir; Allah onu bana, ağlayarak kitap isteyen birine
vermem için verdi.”
Adam ona inandı ve kitabı kabul etti.
188.
Haggay’ın, Hoşea’nın yakınında bir şakirdi vardı ve kitabının iyi yazılmış
olup olmadığını görmek arzusuyla Hoşea’yı ziyarete gitti ve ona dedi “Kardeş,
kitabımı al ve benimki gibi olup olmadığına bakalım.”
Hoşea karşılık verdi: “O benden alındı.”
“Kim aldı onu senden?” dedi şakirt.
Hoşea cevap verdi: “Musa’nın kitabı.” Bunu duyan diğeri
Haggay’a vardı ve dedi: “Hoşea delirmiş, Musa’nın kitabının kendinden
Musa’nın kitabını aldığını söylüyor.”
Haggay karşılık verdi: “Bende Înşallah aynı şekilde deli olsam ey kardeş ve
tüm deliler Hoşea gibi olsa!”
Yahudiye ülkesine akın eden Suriyeli soyguncular, peygamberlerin ve
Ferisilerin oturduğu Karmel dağı yanında zar zor yaşayıp giden yaşlı bir dulun
oğlunu ele geçirdiler, öyle denk geldi ki, odun kesmeye gitmiş olan Hoşea,
ağlamakta olan kadına karşı geldi. Bunun üzerine, hemen ağlamaya başladı; çünkü
ne zaman gülen birini görse güler ve ne zaman ağlayan birini görse ağlardı.
Sonra Hoşea, ağlamasının nedeniyle ilgili olarak kadına sordu ve o da her şeyi
anlattı.
O zaman Hoşea dedi: “Gel kardeş; çünkü Allah sana oğlunu vermek diliyor.”
Ve, ikisi birlikte Hebran’a gittiler, Hoşea burada kendisini satıp, parayı
dul kadına verdi, o da Hoşea’nın parayı nasıl elde ettiğini bilmeyerek kabul
etti ve oğlunu kurtardı.
Hoşea’yı satın almış olan onu Kudüs’e getirdi, burada oturacak bir yeri
vardı, Hoşea’yı da tanımıyordu. Hoşea’nın bulunmadığını gören Haggay, üzüntüye
kapıldı. Bunun üzerine Allah’ın meleği, onun bir köle olarak Kudüs’e nasıl
getirildiğini anlattı.
Salih Haggay bunu duyunca, oğlunun yokluğuna ağlayan bir anne gibi
Hoşea’nın yokluğuna ağladı ve iki şakirt çağırıp Kudüs’e gitti ve Allah’ın
dilemesiyle, şehrin girişinde, efendisinin bağ tarlasındaki işçilere götürdüğü
ekmeği yüklenmiş olan Hoşea’yla karşılaştı.
Haggay onu tanıyıp dedi: “Oğul, nasıl oldu da, yana yakıla seni arayan
yaşlı babanı bıraktın?” Hoşea cevap verdi:
“Baba, ben satıldım.” O zaman Haggay öfkeyle dedi:
“Seni satan bu kötü herif kimdir?”
Hoşea cevap verdi: “Allah seni affetsin ey babam; çünkü, beni satan o kadar
iyidir ki, eğer o dünyada olmamış olsaydı, kimse kutsal olmayacaktı.”
“O halde kimdir o?” dedi Haggay. Hoşea cevap verdi: “Ey benim babam, o
Musa’nın kitabıydı.”
O zaman, Haggay kendinden geçip, olduğu yerde kaldı ve dedi: “Seni sattığı
gibi oğlum, Musa’nın kitabı tüm çocuklarımla birlikte inşallah beni de satsa!”
Ve, Haggay Hoşea ile birlikte efendisinin evine gitti, o Haggay’ı görünce
dedi: “Peygamberini benim evime gönderen Allah’ı tesbih ederim” ve elini öpmeye
koştu. O zaman Haggay dedi: “Kardeş, satın aldığın kölenin elini öp; çünkü o
benden daha iyidir.” Ve, olup bitenlerin hepsini ona anlattı; bunun üzerine,
efendi Hoşea’ya hürriyetini verdi.
“Ve, istediğin tam bu kadar, ey muallim” (dedi yazıcı).
189.
Sonra İsa dedi: “Bu gerçektir. Çünkü, Allah bunu bana kesinlikle bildirdi.
O halde, herkesin bunun gerçek olduğunu bilmesi için, Allah adıyla güneş olduğu
yerde kalsın ve 12 saat hareket etmesin!” Ve, Kudüs ve Yahudiye’nin dehşeti
karşısında böyle oldu.
Ve İsa yazıcıya dedi: “Ey kardeş, böyle bir ilmin varken, benden ne
öğrenmek istersin? Allah sağ ve diridir ki, bu, insanın kurtuluşu için
yeterlidir. Öyle ki, Hoşea’nın iyilik severliğiyle Haggay’ın alçak gönüllülüğü
tüm kanunun ve tüm peygamberlerin istediğidir.”“Söyle bana kardeş, bana mabette
soru sormak için geldiğin zaman, Allah’ın beni belki de kanunu ve peygamberleri
yok etmek için göndermiş olabileceğini düşündün mü?”
“Bellidir ki, Allah bunu istemez. Çünkü O değişmez ve bu nedenle de,
insanın kurtuluş yolu olarak takdir ettiği şeyi tüm peygamberlere söyletmiştir.
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer Musa’nın kitabı babamız
Davud’un kitabıyla birlikte sahte Ferisi ve fakihlerin insani gelenekleriyle
tahrif edilmemiş olsaydı, Allah bana Kelâmı’nı vermeyecekti. Ve, neden ben
Musa’nın kitabından ve Davut’un kitabından söz ediyorum? Her peygamberliği
tahrif ettiler. O kadar ki, bugün, Allah’ın emrettiği hiçbir şeye bakılmıyor,
ama insanlar, sanki Allah yanılgı içinde de, insanlar hata etmezmiş gibi
fakihler ne diyor, Ferisîler ne yapıyor, ona bakıyorlar.”
“Bu bakımdan, yazıklar olsun bu imansız nesle; çünkü üzerlerine mabetle
mihrap arasında öldürdükleri Berekya’nın oğlu Zekeriyya’nın kanıyla birlikte,
her peygamberin ve takvalı insanın kanı dökülecektir!”
“Hangi peygamberi öldürmediler ki? Hangi takvalı insanı tabii bir ölümle ölüme
bıraktılar? Olsa olsa bir tane: Ve, şimdi de beni öldürmenin yollarını
arıyorlar. İbrahim’in çocukları olmakla ve güzel mabetleri bulunmakla
övünürler. Allah sağ ve diridir ki onlar şeytan’ın çocuklarıdır ve onun
dilediğini yaparlar; bu, yüzdendir, kutsal şehirle birlikte mabet yıkılacak, o
kadar ki, mabette taş üstünde taş kalmayacaktır.”
190. vaat İsmail için Yapıldı.
“Söyle bana kardeş, sen kanunu öğrenmiş bir alimsin. Babamız İbrahim’e
yapılan Mesih vaadi kim içindir? îshak için mi, İsmail için mi?”
Bilgin cevap verdi: “Ey muallim, ölüm cezasından ötürü bunu sana
söylemekten korkuyorum.”
O zaman İsa dedi: “Kardeş, evinde yemek yemeye geldiğim için üzgünüm; çünkü
sen bu hayatı Yaratıcın Allah’tan daha çok seviyorsun ve bu nedenle de,
hayatını yitirmekten korkuyor ve dil Allah’ın kanunuyla ilgili olarak kalbin
bildiğinin aksini söylediği zaman yok olan sonsuz hayatı ve imanı yitirmekten
korkmuyorsun.”
O zaman salih yazıcı ağladı ve dedi: “Ey muallim, nasıl sonuç vereceğini
bilmiş olsaydım, insanlar arasında fitne çıkmasın diye söylenmeden bıraktığım
pek çok şeyi anlatırdım.”
İsa cevap verdi: “Ne insanlara, ne tüm dünyaya, ne tüm kutsal kişilere, ne
de tüm meleklere, Allah’a karşı gelmeyi gerektirdiğinde saygı duymamalısın. Bu
bakımdan, yaratıcın Allah’a karşı gelineceğine, bırak bütün (dünya) helak olsun
ve günahlarla birlikte ortada kalmasın. Çünkü günah yıkar, korumaz ve Allah
denizdeki kumlar kadar, hatta daha çok dünyalar yaratmaya kadirdir.”
191.
Sonra, yazıcı dedi: “Bağışla beni muallim, günaha girdim.”
İsa dedi.- “Allah bağışlasın seni; çünkü günahı O’na karşı işledin.”
Bunun üzerine yazıcı dedi: Allah’ın kulları ve peygamberleri Musa ve (senin
yaptığın gibi güneşi yerinde durduran) Yuşa’nın eliyle yazılmış eski bir kitap
gördüm. Bu kitap Musa’nın gerçek kitabıdır. İçinde, İsmail’in Mesih’in babası,
İshak’ın da Mesih’in habercisinin babası olduğu yazılıdır. Ve, kitap şöyle der
ki: “Musa dedi: “Kadir ve Rahim olan İsmail’in Allah’ı Rabb, azametinin nurunu
kuluna göster.” Bunun üzerine, Allah ona Elçisi’ni İsmail’in kucağında gösterdi
ve İsmail de İbrahim’in kucağındaydı. İsmail’in yanında İshak duruyordu,
kucağında bir çocuk vardı. Parmağıyla Allah’ın Elçisi’ni gösterip diyordu: “Bu,
Allah’ın tüm şeyleri kendisi için yarattığı kişidir.”
Bunun üzerine Musa sevinçle haykırdı: “Ey İsmail, sen kucağında tüm dünyayı
ve Cennet’i tutuyorsun; ben Allah’ın kulunu unutma ki, Allah’ın her şeyi
kendisi için yarattığı oğlunun sayesinde Allah’ın gözünde bir lütfa
erebiliyorum.”
192.
Bu kitapta, Allah’ın koyun ve sığır eti yediği bulunmaz; bu kitapta
Allah’ın rahmetini yalnızca İsrail için tuttuğu değil, bilakis Allah’ın,
gerçekten yaratıcısı Allah’ı arayan her insan için rahmet sahibi olduğu
yazılıdır.
“Ben bu kitabın tamamını okuyamadım; çünkü ben kitaplığımda iken başkâhin
onu bir İsmaili’nin yazmış olduğunu söyleyerek beni men etti.”
O zaman İsa dedi: “Artık tekrar bir daha gerçeği saklamamaya bak. Çünkü
Mesih’e inanmakla Allah insanlara kurtuluş verecek ve O’nsuz kimse
kurtulamayacak”
Ve, İsa konuşmasını burada bitirdi. Bunun üzerine, yemeye oturuyorlardı ki,
bir de ne görelim, İsa’nın ayaklan dibinde ağlayan Meryem Nikodemus’un
(yazıcının adı böyleydi,) evine girip, ağlayarak kendini İsa’nın ayaklarının
dibine bıraktı ve dedi: “Rab, senin sayende Allah’ın rahmetini gören kulunun
bir kız kardeşi ve bir erkek kardeşi şimdi ölüm tehlikesiyle hasta yatıyor.”
İsa karşılık verdi; “Evin nerededir? Söyle bana; çünkü onun sıhhati için
Allah’a dua etmeye geleceğim.”
Meryem cevap verdi: “Betani erkek ve kız kardeşimin (memleketi) dir. Benim
kendi memleketim Magdala’dır; erkek kardeşim Betani’dedir.”
İsa kadına dedi: “Hemen doğru erkek kardeşinin evine git ve orada beni
bekle. Onu iyileştirmeye geleceğim ve korkma; çünkü o ölmeyecek.”
Kadın ayrıldı ve Betani’ye vardığında erkek kardeşinin o gün ölmüş olduğunu
gördü. Bunun üzerine onu babalarının kabrine koydular.
193. Lazarus’un Dirilmesi.
İsa Nikodemus’un evinde iki gün kaldı ve üçüncü gün Beytanya’ya gitmek
üzere ayrıldı ve kasabaya yaklaştığında, Meryem’e gelmekte olduğunu söylemeleri
için havarilerinden ikisini önden gönderdi. Kadın koşarak kasaba dışına çıktı
ve İsa’yı bulunca ağlayarak dedi: “Rab, kardeşimin ölmeyeceğini söylemiştin;
şimdi ise dört gündür gömülü bulunuyor. Allah için, ben seni çağırmadan önce gelmiş
olsaydın, o zaman ölmezdi!”
İsa karşılık verdi: “Kardeşin ölmüş değil, uyuyor. Bu bakımdan, ben onu
uyandırmak için geliyorum.”
Meryem ağlayarak cevap verdi “Rab, böyle bir uykudan o Hüküm Günü’nde
Allah’ın meleğinin surunun sesiyle uyanacaktır.”
İsa karşılık verdi: “Meryem, bana inan ki, o (o günden) önce kalkacak.
Çünkü, Allah bana uyku üzerine güç vermiştir ve bak sana diyorum ki, o ölmüş
değildir. Çünkü yalnızca, Allah’ın rahmetini bulmadan ölenler ölüdür.”
Meryem, kız kardeşi Marta’ya İsa’nın gelişini bildirmek için çabucak geri
döndü.
Şimdi, Lazarus’un ölümünde Kudüs’ten gelmiş bir hayli Yahudi ve pek çok
yazıcı ve Ferisi toplanmış bulunuyorlardı. Kız kardeşinden İsa’nın gelmekte
olduğunu duyan Marta aceleyle kalktı ve dışarı koştu; bunun üzerine Yahudi,
yazıcı ve Ferisîler’den oluşan kalabalık onu teselli etmek için peşinden
gittiler. Çünkü kardeşine ağlamak için kabre gittiğini sanıyorlardı, İsa’nın
Meryem’le konuştuğu yere varınca Marta ağlayarak dedi: “Rab, Allah için burada
olmuş olsaydın; çünkü o zaman kardeşim ölmezdi!”
Meryem o zaman ağlamaya başladı; bunun üzerine İsa da göz yaşı döktü ve iç
çekerek dedi: “Onu nereye yatırdınız?” Cevap verdiler, “Gel bak.”
Ferisîler kendi aralarında diyorlardı: “Şimdi Nain’deki dulun oğlunu
dirilten bu adam, ölmeyeceğini söylediği halde neden bu adamı ölüme bıraktı?”
İsa, herkesin ağlamakta olduğu kabre varıp dedi:
“Ağlamayın; çünkü Lazarus uyuyor ve ben onu uyandırmaya geldim.”
Ferisîler kendi aralarında dediler: “Allah için, sen böyle mi uyursun!”
O zaman İsa dedi: “Benim saatim henüz gelmedi; geldiği zaman aynı şekilde
uyuyacak ve süratle uyandırılacağım.” Sonra İsa yine dedi: “Kabrin üzerinden
taşı çekin.”
Marta dedi: “Rab, o kokmuştur. Çünkü öleli dört gün oluyor.”
İsa dedi: “Öyleyse ben niye geldim buraya Marta? Sen benim onu
uyandıracağıma inanmıyor musun?”
Marta cevap verdi: “Senin, Allah’ın bu dünyaya gönderdiği bir mukaddesi
olduğunu biliyorum.”
O zaman, İsa ellerini göğe kaldırdı ve dedi: “İbrahim’in Allah’ı, İsmail ve
İshak’ın Allah’ı, babalarımızın Allah’ı Rabb, bu kadınların başına gelenlere
merhamet et ve kutsal adına şan ver.” Ve, herkes “Amin” diye karşılık verince,
İsa yüksek bir sesle dedi:
“Lazarus, beri gel!”
Bunun üzerine, ölmüş olan kalktı ve İsa havarilerine dedi:
“Onu çözün.” Çünkü, babalarımızın (ölülerini) göme geldikleri şekilde, o da
yüzünün üzerindeki peşkirle birlikte kefene sarılmış bulunuyordu.
Yahudilerden büyük bir kalabalık ve Ferisî’lerin bir kısmı İsa’ya iman
ettiler. Çünkü mucize büyüktü.
Küfürlerinde kalanlar ise ayrıldılar ve Kudüs’e gidip Lazarus’un dirilişini
ve pek çok kişinin nasıl Nasara olduğunu başkâhine reislerine anlattılar.
İsa’nın tebliğ ettiği Allah’ın kelâmıyla tövbeye gelenlere böyle (Nasara
Nasırîler) derlerdi.
Barnaba İncili, 194-207. Bölüm
194.
Yazıcılar ve ferisiler Lazarus’u öldürmek için başkâhinle istişarede
bulundular; çünkü, pek çokları, Lazarus’un insanlarla konuştuğunu, yiyip
içtiğini gördüklerinden, Lazarus mucizesinin büyüklüğü dolayısıyla kendilerinin
geleneklerini bırakıp, İsa’ya iman ediyorlardı. Fakat, Kudüs’te taraftarları
olduğundan ve kız kardeşiyle Magdala ve Beytanya’yı da elinde bulunduran
Lazarus güçlü de olduğundan ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
İsa Beytanya’ya, Meryem’le birlikte Marta ve Lazarus’un evine vardı.
Kendisine hizmet ettiler.
Birgün İsa’nın ayaklan dibinde oturan Meryem onun sözlerini dinliyordu. Bu
sırada Marta İsa’ya dedi : “Rab, görmüyor musun kız kardeşim sana gereken
bakımı yapmıyor ve senin ve havarilerinin yiyeceklerini getirmiyor.”
İsa cevap verdi.- “Marta, Marta, sen yapman gereken şeyin düşüncesine
kapılıyorsun; çünkü Meryem kendinden ebediyen ayrılmayacak bir pay seçti.”
Kendine iman eden büyük bir kalabalıkla birlikte sofrada otururken İsa,
konuşup dedi: “Kardeşler, sizinle kalacak pek az zamanım var. Çünkü, vakit
gelmiş demektir ve benim dünyadan ayrılmam gerekiyor. Bu nedenle, size Allah’ın
Hezekiel Peygambere söylediği sözü hatırlatıyorum: “Ben, senin Allah’ın
ebediyen sağ ve diriyimdir ki, günah işleyen ruh ölecektir, ama eğer günahkâr,
tövbe edecek olursa ölmeyecek, yaşayacaktır.”
Bu bakımdan, şimdiki ölüm, ölüm değil, gerçekte uzun bir ölümün sonudur;
nasıl bedenin bir baygınlık anında içinde ruh varken, candan ayrıldığı zaman,
ölenler ve gömülenler üzerinde bayılmak dışında başka hiçbir avantajı
olmuyorsa, gömülen (vücut) da Allah’ın kendisini yeniden diriltmesini bekler.
“O halde dikkat edin, Allah’ı idrakten yoksun olan bir hayat ölüdür.”
195. “Bana İnananlar Ebediyen Ölmeyeceklerdir.”
Bana inananlar ebediyen ölmeyeceklerdir. Çünkü, benim sözüm sayesinde
Allah’ı içlerinde idrâk edecekler ve bu nedenle de kurtuluşlarını gerçekleştireceklerdir.
“Ölüm, Allah’ın buyruğuyla tabiatın yaptığı bir hareketten başka nedir?
Şöyle ki, biri bir kuşu tutup, ipini de eline aldığı zaman, baş kuşun uçmasını
dilediğinde ne yapar? Tabii ki, mutlaka ele açılmasını emreder ve böylece kuş
hemencecik uçup gider. “Ruhumuz”, peygamber Davud’un dediği gibi, kişi Allah’ın
koruması altında bulunduğu zaman, “kuş avcısının tuzağından kurtulmuş bir serçe
gibidir.” Ve hayatımız, tabiatın kendisiyle ruhu insanın bedenine ve canına
bağlı tuttuğu bir ip gibidir. Ve, bu bakımdan, Allah dilediği ve tabiata
açılmasını emrettiği zaman, hayat kopar ve ruh, Allah’ın ruhları almakla
görevlendirdiği meleklerin elinde kurtulur.
O halde, dostlar, dostları öldüğü zaman ağlamasınlar; çünkü Allah’ımız
böyle dilemiştir. Ama, günah işledikleri zaman, bırakın durmaksızın ağlasınlar.
Çünkü, (günah işlemekle) ruh, Allah’tan, -gerçek hayattan- koptuğundan ölür.
Eğer beden ruhla birleşmeyince çirkinleşiyorsa, ruh, rahmet ve lûtfuyla
kendini güzelleştiren ve dirilten Allah’la birleşmeyince çok daha fazla
korkunçlaşır.”
Ve, İsa bunu deyip Allah’a şükretti; sonra Lazarus dedi ki:
“Rab, bu ev bana geçimim için verdiği tüm şeylerle birlikte, yoksullara
bakılması için Yaratıcım olan Allah’a aittir. Bu nedenle, sen de yoksul
olduğuna ve pek çok şakirdin de bulunduğuna göre, istediğin zaman istediğin
kadar kalmak için buraya gel. Çünkü, Allah’ın kulu, Allah sevgisi için
gerektiği kadar size hizmet edeceğim.”
196.
İsa bunu duyunca sevindi ve dedi: “ölmek ne kadar iyi bir şeymiş görün!
Lazarus yalnızca bir kere öldü ve dünyanın, kitaplar arasında büyüyen en akıllı
adamlarının bilmediği böyle bir akideyi öğrendi! Allah için, her insan Lazarus
gibi, insanlar yaşamayı öğrensinler diye yalnızca bir kez için olsun ölmeli.”
Yuhanna karşılık verdi: “Ey muallim, bir söz söylememe izin var mı?”
“Bin tane söyle” (diye) karşılık verdi İsa, “Çünkü, nasıl bir insan Allah’a
kulluk için mallarını dağıtmaya hazırsa, o akideyi dağıtmaya da hazırdır. Ve, o
(böyle yapmaya) ne kadar hazır olursa, mal ölüye yeniden hayat veremezken,
sözün o kadar çok bir ruhu tövbeye getirme gücü olur. Bu bakımdan, yoksul bir
insana yardım etme gücü olan adam, yardım etmeyip de, yoksul açlıktan öldüğü
zaman bir katil olmuş olur. Ama daha kötü katil, Allah’ın Kelâmı’yla günahkârı
tövbeye getirebilen, ama getirmeyip, Allah’ın dediği gibi “dilsiz bir köpek”
örneği oturup duran kişidir. Böylelerine karşı Allah der: “Kelâmımı
gizlediğinden dolayı günahkârın helak olacak olan ruhunu senin ellerinden
isteyeceğim, ey benim imansız kulum.”
“Bu durumda anahtarı olup da sonsuz hayata girmeyen, hatta girmek
isteyenlere engel olan yazıcıların ve Ferisîler’in durumu ne olmaktadır şimdi?”
“Ey Yuhanna, benim yüz bin sözümü dinledikten sonra bir söz söylemek için
benden izin istersin. Bak sana diyorum ki, beni dinlediğin her bir sözün on
katını senden dinlemeye hazırım. Ve, bir diğerini dinleyecek olan, konuştuğu
her defada günah işler. Çünkü, kendimiz için istediğimizi başkalarına da
yapmalı, kendi görmek istemediğimizi başkalarına da yapmamalıyız.”
O zaman Yuhanna dedi: “Ey muallim, neden Allah bunu, yani, kendilerini ve
Yaratıcılarını bilmeleri için, Lazarus’un yaptığı gibi bir kez ölüp geri
dönmeği insanlara bahşetmedi?”
197.
İsa cevap verdi: “Söyle bana Yuhanna; ev sahibinin biri bir hizmetçisine,
evinin manzarasını kapayan ağacı kesmesi için mükemmel bir balta verdi.
Ama işçi baltayı unuttu ve dedi: “Eğer efendi bana eski bir balta vermiş
olsaydı ağacı kolayca keserdim” Söyle bana Yuhanna, ev sahibi ne dedi? Mutlaka
kızdı ve eski baltayı alıp adamın başına çarptı ve dedi:
“Aptal hilekâr! Sana ağacı zahmetsizce kesebileceğin bir balta verdim,
sense büyük zahmetlerle çalışman gerekecek ve gidip, hiçbir şey elde
edemeyeceğin bu baltayı mı istersin? Ben senin ağacı, çalışman işe yarasın diye
kesmeni isterim. Doğru değil mi bu?”
Yuhanna cevap verdi: “Doğruların doğrusu.” (O zaman İsa dedi) : -Ebediyen
sağ ve diriyimdir ki” der Allah, “Ben herkese iyi bir balta verdim, bu da bir
ölünün gömüldüğünü görmektir. Kim bu baltayı iyi kullanırsa, kalbindeki günah
ağacını sancısız çıkarır; böylece lütuf ve rahmetimi kazanır. Onlara salih
amellerinden dolayı sonsuz yaşama hakkı veririm. Ama, gün be gün başkalarının
ölüp durduğunu gördüğü halde ölümlü olduğunu unutan ve “eğer öbür hayatı
görsem, iyi işler yaparım” diyenin üzerine olacaktır öfkem ve onu ölümle
öylesine çarparım ki, bir daha hiç iyilik bulamaz.”
“Ey Yuhanna” dedi İsa, “Başkalarının düşüşünden ayakları üzerinde durmayı
öğrenenin avantajı ne büyüktür!”
198.
Sonra, Lazarus dedi: “Muallim, bakın size diyorum ki, günbegün ölenlerin
mezara, götürüldüğünü görüp de Yaratıcımız Allah’tan korkmayanın hak edeceği
cezayı tasavvur edemiyorum. Böyle biri, tümüyle vazgeçmesi gereken dünyadaki
şeyler için kendisine nesi varsa veren Yaratıcısı’na karşı gelir.”
O zaman İsa havarilerine dedi: “Bana muallim diyorsunuz ve iyi ediyorsunuz;
çünkü Allah benim ağzımla size öğretiyor. Ama, Lazarus’a ne diyeceksiniz?
Gerçekten o burada, bu dünyada akideyi öğreten tüm muallimlerin muallimidir.
Ben şüphesiz size nasıl iyi yaşanacağını öğrettim, ama Lazarus size nasıl iyi
ölüneceğini öğretecektir. Allah sağ ve diridir ki, o peygamberlik hediyesini
almıştır; bu bakımdan onun doğru sözlerini dinleyin. Ve, insan kötü ölürse, iyi
yaşama boşuna olacağından onun sözlerini o derece fazla dinlemelisiniz.”
Lazarus dedi: “Ey muallim, sana teşekkür ederim ki, gerçeğin değerini
veriyorsun; bu nedenle Allah sana büyük hak verecektir.”
O zaman, (bu satırlar)ı yazan dedi: “Ey muallim, Lazarus sana, “hak
alacaksın” demekle, nasıl gerçeği söylemiş oluyor? Halbuki, sen Nikodemus’a
insanın cezadan başka bir şeye hakkı olmadığını söylemiştin. Sen de bu durumda
Allah’ın cezasına mı uğrayacaksın?”
İsa cevap verdi: “Înşallah bu dünyada Allah’ın cezasına uğrarım; çünkü,
yapmam gerektiği kadar imanla ona kulluk etmedim.”
“Ama, Allah rahmetinden dolayı beni öylesine sevdi ki, her ceza benden geri
alındı. O kadar ki, ben yalnızca bir başka kişide azap göreceğim. Ceza benim
için yerindedir. Çünkü insanlar bana Allah dediler. Ama ben gerçek olarak,
yalnızca Allah olmadığımı değil aynı zamanda, Mesih de olmadığımı itiraf
ettiğimden Allah benden cezayı çekti ve utanç benim olsun diye, onu şerli
birine çektirecektir. Bu bakımdan, sana diyorum ki benim Barnabas’ım, bir insan
Allah’ın komşusuna ne vereceğinden söz ederken ‘komşusunun onu hak ettiğini de
söylesin. Ama dikkat etsin ki, Allah kendine vereceği şeyden söz ederken “Allah
bana verecek” desin. Ve, “benim hakkım var” dememeye dikkat etsin; çünkü Allah
kullarına günahları nedeniyle Cehennem’i hak ettikleri zaman rahmetini
bahşetmekten memnunluk duyar.
199.
Allah rahmette o kadar zengindir ki, bin denizin suyu, eğer bu kadarı bulunabilirse, Cehennem alevlerinin bir kıvılcımını söndüremezken, Allah’a karşı suç işlediğine ağlayan kişinin bir damla göz yaşı, Allah’ın imdadına yetiştiği büyük rahmetiyle tüm Cehennem’i söndürür. Bu nedenle, Allah şeytan’ı kahretmek ve kendi nimetini göstermek için, mümin kulunun her iyi amelini rahmetinin varlığıyla hak diye isimlendirmek diler ve onun komşusu hakkında böyle konuşmasını ister. Yine de, bir insan kendisi hakkında “hakkım var” demekten kaçınmalıdır; çünkü kınanır.”
200.
İsa sonra Lazarus’a döndü ve dedi: “Kardeş, benim dünyada kısa bir zaman
kalmam gerekiyor. Bu bakımdan, senin evine yakın olduğum zaman, hiç başka yere
gitmeyeceğim; çünkü sen bana, benim sevgim için değil, Allah sevgisi için
hizmet edersin.”
Yahudi’lerin Fısıh bayramı yaklaştı, bu nedenle İsa havarilerine dedi:
“Kudüs’e fısıh kuzusu yemeye gidelim.” Ve, Petrus’la Yuhanna’yı şehre gönderip,
dedi : “Şehrin kapısının yanında bir sıpayla birlikte bir eşek bulacaksınız,
onu çözüp buraya getirin; çünkü, Kudüs’e kadar ona binmem gerekiyor. Ve, eğer
biri size, “onu niye çözüyorsunuz” diye sorarsa “muallimin ona ihtiyacı var”
deyin, onu getirmenize izin verirler.” Havarileri gittiler. İsa’nın kendilerine
söylediklerinin hepsini gördüler ve aynı şekilde eşeği ve sıpayı getirdiler.
Havariler cübbesini sıpanın üstüne koydular ve İsa ona bindi. Ve, öyle oldu ki,
Kudüs halkı Nasıra’lı İsa’nın gelmekte olduğunu duyunca, ellerinde palmiye ve
zeytin dalları “Allah Rabb adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davud’un
oğlu!” diye çocuklarıyla birlikte İsa’yı görmek için şehrin dışına çıktılar.
İsa şehre girince, halk, “Allah Rabb adına bize gelen kutlu olsun; şükürler
Davud’un oğlu!” diye diye elbiselerini eşeğin ayaklan altına yazdılar.
Ferisiler İsa’yı azarlayıp dediler: “Görmüyor musun ne diyorlar? Sustur
onları!”
O zaman İsa dedi: “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir kî, eğer
insanlar susacak olsa, habis günahkârların küfrüne karşı taşlar haykıracaktır.”
Ve, İsa bunu deyince, Kudüs’ün bütün taşları büyük bir gürültüyle haykırdılar.
“Allah Rabb adına bize gelen kutlu olsun!”
Yine de Ferisiler küfürlerine devam ettiler ve bir araya toplanıp, onu konuşurken
yakalamak için istişarede bulundular.
201. “İlk Taşı Günahsız Olanınız Atsın!”
İsa mabede girince, yazıcılar ve Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir
kadın getirdiler. Aralarında dediler: “Eğer onu kurtarırsa, bu Musa’nın
kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkûm ederse, bu kendi
akidesine aykırıdır; çünkü o merhameti tebliğ etmektedir. Bu şekilde İsa’ya
varıp, dediler: “Muallim, bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm
edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?”
Bunun üzerine İsa eğilip, parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes
kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla
aynayı gösterdi ve dedi: “Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın.” Ve,
yeniden eğilip, aynayı çizdi.
Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar; çünkü
kirli işlerini görünce utanıyorlardı.
İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince dedi: “Kadın, seni
ayıplayanlar nerede?”
Kadın ağlayarak cevap verdi, “Rab, gittiler; eğer beni bağışlarsan, Allah
sağ ve diridir ki, bir daha günah işlemeyeceğim.”
O zaman İsa dedi: “Allah’ı tesbih ederim! Huzurla yoluna git ve bir daha
günah işleme; çünkü Allah beni seni mahkûm etmek için göndermedi.”
Sonra, yazıcılar ve Ferisiler toplanınca, İsa kendilerine dedi:
“Söyleyin bana; eğer sizden birinizin yüz koyunu olsa ve onlardan birini
yitirse doksan dokuzunu bırakıp, onu aramaya gitmez misiniz? Ve, onu bulunca,
onu omuzlarınıza atıp, komşularınızı çağırarak, onlara demez misiniz? “Benimle
birlikte sevinin; çünkü, yitirdiğim koyunu buldum.” Mutlaka böyle yaparsınız.
“Şimdi söyleyin bana, Allah’ımız, dünyayı kendisi için yarattığı insanı
daha mı az sever? Allah sağ ve diridir ki, tövbe eden günahkâr üzerine Allah’ın
meleklerinde böylesine bir sevinç meydana gelir; çünkü, günahkârlar Allah’ın
rahmetini bildirirler.”
202.
“Söyleyin bana, doktor en çok kimin tarafından sevilir, hiç hastalık
görmemiş olanlar tarafından mı, yoksa doktorun ağır hastalıklarını
iyileştirdiği kişiler tarafından mı?”
Ferisiler ona dedi: “Sağlam adam doktoru nasıl sevsin ki? O mutlaka onu,
yalnızca hasta olmadığı için sevecektir ve hastalığı bilmediği için de çok az
sevecektir.”
O zaman ruhî bir şiddetle İsa konuşup dedi: “Allah sağ ve diridir ki, sizin
kendi diliniz kendi gururunuzu mahkûm ediyor, o kadar ki, Allah’ımız müttakî
olandan çok, Allah’ın üzerindeki büyük rahmetini bilen tövbekâr günahkâr
tarafından sevilir. Çünkü, muttaki Allah’ın rahmetini bilmez. Bu bakımdan,
Allah’ın meleklerinin yanında, tövbe eden bir günahkâr için duyulan sevinç,
doksan dokuz muttaki kişiye (duyulandan) daha çoktur.
“Zamanımızda müttakîler nerede? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve
diridir ki, takvasız müttakîlerin sayısı çoktur; onların durumu şeytanınki
gibidir.”
Yazıcılar ve Ferisiler karşılık verdiler: “Biz günahkârlarız, bu nedenle
Allah bize merhamet edecektir” Ve, onlar bunu İsa’yı kışkırtmak için dediler;
çünkü, yazıcılar ve Ferisîler, kendilerine günahkâr denmesini büyük bir hakaret
sayarlardı.
O zaman İsa dedi: “Korkarım ki siz, takvasız müttakîlersinizdir. Çünkü,
günah işleyip de günahınızı inkâr eder ve kendinize muttaki derseniz, takvasız
olursunuz ve eğer kalbinizden kendinizi muttaki kabul ediyor ve dilinizle
günahkâr olduğunuzu söylüyorsanız, o zaman bir kat daha takvasız
müttakilersiniz demek olur.”
Yazıcılar ve Ferisîler bunu duyunca, İsa’yı havarileriyle birlikte huzur
içinde bırakıp başları önünde çekip gittiler ve cüzamı temizlenmiş olan cüzamlı
Simun’un evine vardılar. Şehir halkı hastalarını Simun’-un evinde toplamış
bulunuyorlardı; İsa’ya hastaların iyileştirilmesi için ricada bulundular.
O zaman, saatinin yakın olduğunu bilen İsa dedi: “Ne kadar hasta varsa
çağırın; çünkü Allah onları iyileştirecek kudrette ve merhamettedir.”
Karşılık verdiler: “Burada, Kudüs’te başka hasta bulunduğunu bilmiyoruz.”
İsa ağlayarak karşılık verdi: “Ey Kudüs, ey İsrail, senin için ağlıyorum.
Sen sana olan ziyareti bilmiyorsun; çünkü, bir tavuğun civcivlerini kanatları
altına topladığı gibi, ben de seni yaratıcınız Allah sevgisinde toplamak
istedim, ama sen istemedin! Bu nedenle, Allah size şöyle diyor:
203. İlahi Gazaba Uğrayacaklar.
“Ey sert yürekli, sapık fikirli şehir, sana, seni kalbine çevirmesi için ve
sen de tövbe edesin diye kulumu gönderdim; ama sen ey bozuk şehir, senin için,
ey İsrail, Mısır’a ve Firavun’a yaptıklarımın hepsini unuttum. Kulum hasta
vücudunu iyileştirsin diye defalarca ağlarsın; ama, senin günahkâr ruhunu
iyileştirmeye çalıştığı için, kulumu öldürmenin yollarını ararsın.”
“Cezama uğramayan yalnızca sen mi kalacaksın şimdi? Sen ebediyen yaşayacak
mısın? Ve, senin gururun seni benim ellerimden kurtaracak mı? Kesinlikle hayır;
çünkü, bir orduyla birlikte karşına reisler çıkaracağım ve onlar seni kuvvetle
saracaklar ve seni onların ellerine öylesine teslim edeceğim ki, gururun doğru
Cehennem’e düşecek.”
“Yaşlıları ve dulları bağışlamayacağım, çocukları bağışlamayacağım, seni
tümden kıtlığa, kılıca ve hakarete terk edeceğim ve üzerine rahmetle baktığım
mabedi şehirle birlikte ıssız bırakacağım; o kadar ki, uluslar arasında bir
efsane, bir alay konusu ve bir darb-ı mesel olacaksın. Gazabım üzerinde böyle
kalacak ve benim öfkem uyumaz.”
204.
Bunları söyledikten sonra İsa yeniden dedi: “Başka hastalar bulunduğunu
bilmiyor musunuz? Allah sağ ve diridir ki, Kudüs’te ruhları sağlam olanlar
vücutça hasta olanlardan daha azdır. Ve, gerçeği bilmeniz için, size diyorum ki
ey hasta olanlar, Allah’ın adına hastalığınız sizden ayrılsın!”
Ve, o bunu söylediği zaman, derhal iyileştiler. -Allah’ın Kudüs üzerindeki
gazabını duyunca insanlar ağladılar ve merhamet için yalvardılar. O zaman İsa
dedi: “Eğer Kudüs günahları için ağlayacak ve pişman olup, yolumda yürüyecek
olursa” der Allah, “bir daha onun kötülüklerini hatırlamayacak ve söylediğim
belâlardan hiç birini ona vermeyeceğim. Ama Kudüs, uluslar arasında adıma
küfretmekle şanımı lekelediğine değil de, kendi yıkımına ağlar. Bu yüzden öfkem
daha çok tutuştu. Ebediyen sağ ve dîriyimdir ki, eğer Musa ile birlikte
kullarım Eyub, İbrahim, Samuel, Davud ve Danyal kavimleri için dua etseler,
Kudüs’e olan öfkem yatışmayacaktır.” Ve, İsa bunu dedikten sonra, herkes endişe
içinde evine çekildi.
205. Hain Yahuda’nın İhaneti
İsa cüzamlı Simun’un evinde akşam yemeği yerken, bakın ki, Lazarus’un kız
kardeşi Meryem eve girdi ve bir kabı kırıp, İsa’nın başına ve elbisesine yağ
merhemi döktü. Bunu gören hain Yahuda, Meryem’i böyle bir işi yapmaktan
alıkoymaya çalışıp, dedi: -Gidip merhemi sat ve parayı getir de onu yoksullara
vereyim.”
İsa dedi: “Ona neden engel olursun? Bırak yapsın; çünkü sizin bulacağınız
yoksullar hep sizinledir. Ama beni her zaman bulamayacaksınız.”
Yahuda karşılık verdi: “Ey muallim; bu yağ merhemi üç yüz kuruşa
satılabilir; kaç yoksulun yardım göreceğine bakın şimdi.”
İsa cevap verdi: “Ey Yahuda, ben senin kalbini biliyorum; sabr et bakalım,
sana her şeyi vereceğim.”
Herkes korkuyla yemek yedi. Havariler ise üzgündü. Çünkü İsa’nın
kendilerinden ayrılması gerektiğini biliyorlardı. Ama, Yahuda kızgındı; çünkü,
İsa’ya verilen bütün şeylerin onda birini çaldığından, yağ satılmadığı için
otuz kuruşu yitirdiğini biliyordu.
Başkâhini bulmaya gitti; o, kâhinleri, yazıcıları ve Ferisîleri bir heyet
halinde toplamış bulunuyordu; kendisine Yahuda dedi: “Bana ne vereceksin? Ben
kendisini İsrail kralı yapmak isteyen İsa’yı elinize teslim edeceğim.”
Cevap verdiler: “Şimdi, onu elimize nasıl vereceksin?”
Yahuda dedi: “Şehir dışına ibadet etmeye gittiğini öğrendiğim zaman size
söyleyecek ve sizi onun bulunduğu yere ileteceğim; çünkü, onu şehrin içinde
fitne çıkmadan yakalamak imkânsız olacaktır.”
Başkâhin karşılık verdi: “Eğer onu bizim elimize verirsen, sana otuz altın
vereceğiz ve sana nasıl iyi davranacağımızı göreceksin.”
206.
Gün olunca, İsa halktan büyük bir kalabalıkla birlikte mabede vardı. Bu
sırada başkâhin yaklaşıp dedi: “Söyle bana ey İsa, Allah olmadığını, Allah’ın
oğlu ya da Mesih bile olmadığını itiraf etmiştin, unuttun mu hep bunları?”
İsa cevap verdi: “Hayır, asla unutmadım; çünkü bu, Hüküm Günü’nde, Allah’ın
mahkemesi önünde yapacak olduğum itirafımdır. Musa’nın kitabında yazılı olan
her şey doğruların doğrusudur. Öyle ki, Yaratıcımız Allah bir tek (Allah) tır
ve ben Allah’ın kuluyum ve sizin Mesih dediğiniz Allah’ın Elçisi’ne hizmet
etmek arzu ediyorum.”
Başkâhin dedi: “Öyleyse, mabede halktan bu kadar büyük bir kalabalıkla
gelmenin yararı ne? Yoksa, kendini İsrail’in kralı mı yapmak istersin? Sakın
ki, başına bir tehlike gelmesin!”
İsa cevap verdi: “Eğer ben kendi ün ve şanım için çalışsam ve kendi payımı
bu dünyada istemiş olsaydım, Nain halkı beni kral yapmak istediği zaman
kaçmazdım. Bana gerçekten inan ki, bu dünyada hiçbir şeyin peşinde değilim.”
O zaman, başkâhin dedi: “Mesih’le ilgili olarak bir şeyi bilmek istiyoruz.”
Ve, hemen kâhinler, yazıcılar ve Ferisiler İsa’nın çevresinde bir halka
oluşturdular.
İsa karşılık verdi: “Mesih hakkında bilmek istediğiniz bu şey nedir? Ne
belli, yalan olmasın bu? Emin olun ki, size yalan söylemeyeceğim. Çünkü, yalan
söylemiş olsaydım, tüm İsrail’le birlikte siz, yazıcılar (ve) Ferisîler
tarafından göklere çıkarılacaktım; ama, size gerçeği söylediğim için benden
nefret ediyor ve beni öldürmenin yollarını arıyorsunuz?”
Başkâhin dedi: -Şimdi biliyoruz ki, senin sırtında, cinin var; çünkü sen
bir Samirîsin ve Allah’ın kâhinine saygı duymazsın.”
207.
İsa cevap verdi: “Allah sağ ve diridir ki, benim sırtımda cinim yok,
bilakis ben cini fırlatıp atmaya çalışıyorum, dolayısıyla, bu sebepten cin
dünyayı bana karşı ayaklandırıyor. Çünkü, ben bu dünyadan değilim. Ben, beni
dünyaya gönderen Allah’ın yüceltilmesi için çalışıyorum. Bu bakımdan, bana
kulak verin, size kimin sırtında cini bulunduğunu söyleyeceğim. Ruhumun
huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, cinin iradesiyle çalışanın sırtında
cin vardır, o kendisine iradesinin yularını takmış, onu istediği gibi yönetip,
her kötülüğe koşturuyor.
Bir elbise nasıl sahibini değiştirince, aynı kumaş olduğu halde, adını da
değiştirirse, insanlar da tek bir maddeden olmalarına rağmen, insanın içinde
çalışanın yaptıkları nedeniyle farklılaşırlar.
Eğer ben (bildiğim kadarıyla) günah işlemişsem, bir düşman olarak benden
nefret etmek yerine, niye bir kardeş olarak beni uyarmazsınız? Gerçekten, bir
bedenin azaları başla birleştikleri zaman birbirlerinin imdadına koşarlar ve
baştan kopuk olanlar ise ona hiç yardım etmezler. Çünkü, bir vücudun elleri bir
başka vücudun değil, birlikte oldukları vücudun ayaklarının acısını duyarlar,
Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Yaratıcı’sı Allah’ı seven ve
O’ndan korkan, başının merhamet duyduğu kişiye karşı merhamet duygusu besler. Allah’ın
günahkârın ölmesini dilemeyip, her birinin tövbe etmesini beklediğini görerek,
eğer siz benim de birlikte olduğum şu bedendenseniz, Allah sağ ve diridir ki,
kendi başıma göre hareket etmem için bana yardım edersiniz.
Barnaba İncili, 208-216. Bölüm
208.
“Eğer kötülük yaparsam, beni uyarın, Allah da sizi sevsin; çünkü O’nun
istediğini yapmış olursunuz. Ama, kimse günahtan dolayı beni uyarmazsa; bu,
sizin dediğiniz gibi İbrahim’in çocukları olmadığınızın ve İbrahim’in bulunduğu
başla bir arada bulunmadığınızın işaretidir. Allah sağ ve diridir ki, İbrahim
Allah’ı o kadar çok severdi ki, sahte putları parçalayıp, anne ve babasını terk
etmekle kalmamış, aynı zamanda Allah’a itaat etmek için kendi oğlunu da
öldürmek istemiştir.”
Başkanın karşılık verdi: “Sana sorduğum bu ve seni öldürmenin yollarını
aramıyorum, o halde söyle bize: İbrahim’in bu oğlu kimdi?”
İsa cevap verdi: “Senin şanının ateşi ey Allah, beni tutuşturuyor ve
konuşmadan edemiyorum. Bakın diyorum, İbrahim’in oğlu İsmail’di. Ondan,
kendisiyle yeryüzünün tüm kabilelerinin kutsanacağı İbrahim’e, vaat edilen
Mesih gelecektir.”
Ö zaman, bunu duyan başkahin kızdı ve bağırdı: “Şu dinsiz herifi gelin
taşlayalım. Çünkü o bir İsmaili’dir. Musa’ya karşı, Allah’ın kanununa karşı
küfretmiştir.”
Bunun üzerine, her yazıcı ve Ferisi halkın önde gelenleriyle birlikte
İsa’yı taşlamak için taş kaptılar. İsa ise gözlerinden kaybolup mabetten çıktı
ve o zaman, İsa’yı öldürmek için duydukları dehşetli arzuyla, öfke ve nefretten
gözleri dönmüş şekilde birbirlerine öylesine vurdular ki, orada bin kişi öldü
ve kutsal mabedi kirlettiler. İsa’nın mabetten çıktığını gören havariler ve
müminler (çünkü o kendilerinden gizli değildi) kendisini Simun’un evine kadar
izlediler.
Bu arada Nikodemus oraya geldi ve İsa’ya, Kudüs’ten çıkıp, Sidrun çayı
ötesine gitmesini tavsiye ederek dedi: “Rab, benim Sidrun çayı gerisinde evle
birlikte bahçem var, bu bakımdan sana rica ediyorum, şakirtlerinden bazılarıyla
oraya git ve kâhinlerimizin bu nefreti geçinceye kadar orada kal. Sana gerekli
olan her şeyi sağlayacağım. Ve, şakirtlerin çoğunu burada Simun’un evinde ve
benim evimde bırak, Allah bize her şeyi verecektir.”
Ve, İsa yanına, ilk olarak havariler denilen yalnızca on iki kişiyi almak
arzu ederek, böyle yaptı.
209.
Bu sırada, İsa’nın annesi bakire Meryem ibadet ediyordu ki, melek Cebrail
kendisini ziyaret edip, oğluna yapılan eziyeti naklederek, dedi: “Korkma
Meryem; çünkü Allah O’nu dünya (dakiler) den koruyacaktır. Bunun üzerine,
Meryem ağlayarak Nasıra’dan ayrıldı ve oğlunu aramak için Kudüs’e, kız kardeşi
Meryem Selâme’nin evine geldi.
Fakat, İsa gizlice Sidrun çayının ötesine çekilmiş olduğundan, onu bu
dünyada bir daha göremedi; ancak utanç işinden sonra melek Cebrail, Mikâil,
(İs)rafil ve Uriel’le birlikte Allah’ın emriyle onu kendisine getirdiler.
210.
Mabeddeki karışıklık İsa’nın ayrılmasıyla dinince, başkâhin yüksek bir yere
çıkıp, elleriyle sus işareti yaparak dedi: “Kardeşler! Biz ne yapıyoruz? O’nun
şeytan’ca sanatıyla tüm dünyayı aldattığını görmüyor musunuz? Şimdi, eğer o bir
büyücü değil ise, nasıl oldu da kaybolup gitti? Emin olun ki, o kutsal biri ve
bir peygamber olmuş olsaydı, Allah’a karşı, kul (u) Musa’ya karşı ve İsrail’in
ümidi Mesih’e karşı küfürde bulunmazdı! Ve, ne diyeyim ben? O, tüm
kâhinlerimize küfretti. Bu bakımdan, bakın size diyorum ki, eğer o dünyadan
ayrılmazsa; İsrail kirlenecek ve Allah’ımız bizi milletlere teslim edecektir.
Dikkat edin şimdi, onun yüzünden bu kutsal mabet nasıl da kirlenmiş bulunuyor!”
Ve, başkâhin o şekilde konuştu ki, pek çokları İsa’yı terk etti. Bunun
üzerine, gizli tutulan öldürme işi açığa vuruldu. O kadar ki, başkâhin bizzat
Hirodes’e ve Roma valisine gidip, İsa’yı, kendisini İsrail’e kral yapmak
arzusunda olmakla suçladı ve bu konuda yalancı şahitler de buldular.
Sonra, İsa aleyhinde genel bir toplantı yapıldı. Çünkü Romalıların fermanı
herkesi korkutuyordu. Öyle ki, Roma senatosu İsa ile ilgili olarak iki kez
ferman yayınlamıştı. Fermanın birinde, Yahudiler’in peygamberi Nasıralı İsa’ya
Allah ya da Allah’ın denilmesi ölüm cezasıyla men ediliyor; diğerinde ise,
Yahudiler’in peygamberi Nasıralı İsa hakkında tartışmak para cezasıyla
yasaklanıyordu. Bu nedenle, aralarında büyük bir ayrılık vardı. Bazıları, İsa
aleyhinde Roma’ya yeniden yazı yazılmasını istiyordu; bazıları, bir serserinin
sözleriymişçesine ne derse desin, İsa’nın kendi başına bırakılması gerektiğini
söylüyor; diğerleri ise, gösterdiği büyük mucizeleri delil olarak ileri
sürüyorlardı.
Bu yüzden başkâhin, aforoz acısını göze almadan kimsenin İsa’yı savunur bir
tek kelime bile konuşmamasını söyledi ve Herod ve valiyle konuşup dedi: -Her
halûkârda elimizde kötü bir risk var. Çünkü, bu günahkârı öldürsek, Kayser’in
fermanına karşı davranmış olacağız, yok yaşamasına ve kendisini İsrail’e kral
yapmasına izin versek, o zaman durum ne olacaktır?” Bunun üzerine Hirodes
kalktı ve valiyi tehdit ederek dedi: “Sakın ki, bu adamı tutman yüzünden bu
ülke ayaklanmaya kalkmasın; o zaman seni Kayser’in önünde bir asi olarak
suçlarım.” Bu durum karşısında vali, senatodan korkup, Hirodes’le dost oldu.
(Çünkü önceden birbirlerinden öldüresiye nefret ederlerdi) ve İsa’nın
öldürülmesi üzerinde anlaşıp, başkâhine dediler: “Ne zaman bu suçlu adamın
nerede olduğunu öğrenirsen, kendini bize gönder, biz sana asker vereceğiz.” Bu,
“yeryüzünün reisleri ve kralları İsrail’in mukaddesine karşı birleşirler. Çünkü
o, dünyanın kurtuluş yolunu ilân eder” diyerek, İsrail’in peygamberi İsa’yı
önceden haber veren Davud’un peygamberî sözünün gerçekleşmesi için oldu.
Bunun üzerine, o gün Kudüs’ün her yanında İsa için genel bir arama yapıldı.
211.
Sidrun çayı ötesinde, Nikodemus’un evinde bulunan İsa havarilerini
rahatlatıp, dedi: “Dünyadan ayrılma vaktim yaklaşmış bulunuyor; kendinizi
teselli edin ve üzülmeyin; çünkü ben gittiğim yerde hiçbir ızdırap
duymayacağım.
“Şimdi, benim hayrıma üzülürseniz, benim dostlarım olmuş olur musunuz? Emin
olun ki hayır, bilakis düşmanlar (im olmuş olursunuz). Dünya neşeleneceği zaman
siz üzülün; çünkü, dünyanın neşelenmesi ağlamaya dönüşür; ama sizin üzüntünüz
sevince dönüşür ve sizin sevincinizi kimse sizden alamaz; çünkü, kalbin, yaratıcısı
Allah’ta duyduğu sevinci tüm dünya çekip alamaz. Allah’ın benim ağzımla size
söylediği sözleri unutmamaya bakın. Dünyaya karşı ve dünyayı sevenlere karşı
İncil’imle yaptığım şahitliği tahrif edecek herkese karşı, benim şahitlerim
olun.”
212.
Sonra, ellerini Rabb’e kaldırıp, dua ederek dedi: “İbrahim’in Allah’ı,
İsmail ve İshak’ın Allah’ı, babalarımızın Allah’ı, Allah’ımız Rabb, bana
verdiklerine merhamet et ve onları dünyadan koru. Onları dünyadan al demiyorum;
çünkü, benim İncil’imi tahrif edeceklere karşı onların şahitlik etmesi
gerekiyor. Bunun yerine, onları şerden koruman için dua ediyorum, ki, Senin
Hüküm Günü’nde, benimle birlikte, senin ahdini bozan İsrail ailesine karşı ve
dünyaya karşı şahitlik etmek için gelsinler. Puta tapıcı babaların oğullarına
karşı, tam dördüncü soya kadar puta tapıcılıktan intikam alan kadir ve gayyûr
Rabb Allah, benim Senin oğlun olduğumu yazdıkları zaman, bana verdiğin
İncil’imi tahrif edecek olan herkesi Sen ebediyen lanetle. Çünkü, çamur ve
toprak olan ben, Senin kullarının hizmetçisiyim ve hiçbir zaman kendimi senin
iyi bir kulun olarak düşünmedim; şundan ki, ben Sana, bana verdiklerin
karşısında hiçbir şey veremem. Çünkü, her şey Senindir. Bin nesilde Sen’den
korkanlar üzerinde merhametini gösteren Rahim Rabb Allah, bana verdiğin
Kelâmı’na inananlara merhamet et. Çünkü, nasıl Sen gerçek Allah’san, benim
söylediğim söz de öyle gerçektir. Çünkü, o Senindir. Görüyorsun ki, okuduğu
kitapla yazılı olandan başkasını okuyamayan bir okuyucu gibi konuştum; bana
verdiğini işte bu şekilde anlattım.
Koruyucu Rabb Allah, şeytan’ın kendilerine karşı hiçbir şey yapmaması için
bana verdiklerini koru; yalnız onları değil, onlara inanacak her şeyi koru.
“Merhameti bol ve zengin Rabb, Hüküm Günü’nde Elçi’nin cemaati içinde
bulunmasını kuluna bahşet; yalnızca bana değil, bana verdiğin herkese, onlarla
birlikte, tebliğleri sonucu bana inanacak herkese. Ve, Kendin için bunu yap ki
Rabb, şeytan Sen Rabb’e karşı böbürlenmesin.”
“Nimetinden kavmim Îsrail için gerekli olan her şeyi sağlayan Rabb Allah,
dünyayı kendisi için yarattığını Elçi’nle kutsamayı vaat ettiğin yeryüzünün tüm
kabilelerini hatırdan çıkarma. Dünyaya merhamet et ve Elçi’ni çabucak gönder
ki, düşmanın olan şeytan, imparatorluğunu yitirsin.” Ve, İsa bunu söyledikten
sonra üç kez, “Amin, yüce ve rahîm olan Rabb!” dedi.
Ve, ağlayarak karşılık verdiler. “Amin!”; Yahuda hariç; çünkü o hiçbir şeye
inanmıyordu.
213. “O, başkaları için hazırladığı çukura düşecektir”
Kuzuyu yeme günü gelince, Nikodemus kuzuyu İsa ve şakirtleri için gizlice
bahçeye gönderdi ve vali ve başkâhinle birlikte Hirodes’in ferman ettiği her
şeyi bilirdi.
Bunun üzerine İsa ruhen sevinip dedi: “Kutsal adını tesbih ve takdis ederim
ey Rabb; çünkü beni, dünyanın işkence edip öldürdüğü kullarının sayısından ayırdın.
Şükürler olsun sana Allah’ım; çünkü Senin işini yerine getirdim.” Ve, Yahuda’ya
dönerek, ona dedi : “Arkadaş, neye beklersin? Benim vaktim yakın, o halde git
de, yapman gerekeni yap.”
Şakirtler, İsa’nın Yahuda’yı Fısıh günü için bir şeyler almaya gönderdiğini
sandılar; ama İsa, -Yahuda’nın kendisine ihanet edeceğini biliyordu; bu
nedenle, dünyadan ayrılmak arzusuyla böyle konuştu.
Yahuda karşılık verdi: “Rab, yememe izin ver, sonra giderim:”
“Yiyelim“ dedi İsa, “çünkü sizden ayrılmadan bu kuzuyu yemeği çok arzu
ettim.” Ve, kalkıp, bir havlu aldı ve beline doladı, sonra bir leğene su koyup,
şakirtlerinin ayaklarını yıkamaya başladı. Yahuda’dan başlayıp, Petrus’a geldi.
Petrus dedi: “Rab, benim ayaklarımı yıkamayacak mısın?”
İsa cevap verdi: “Benim ne yaptığımı sen şimdi bilmiyorsun, ama daha sonra
bileceksin.”
Petrus karşılık verdi: “Benim ayaklarımı hiç yıkamayacaksın.”
O zaman, İsa kalktı ve dedi: “Sen de Hüküm Günü’nde benim bölüğüme
katılmayacaksın.”
Petrus karşılık verdi: “Yalnız ayaklarımı değil Rab, ellerimi ve başımı da
yıka.”
Şakirtler yıkanıp da, yemek için sofraya oturduklarında İsa dedi: “Ben sizi
yıkadım, yine de tamamen temiz değilsiniz; öyle ki, denizin tüm suyu bana
inanmayanı yıkamayacaktır.” İsa bunu, kendisine kimin ihanet etmekte olduğunu
bildiği için dedi. Şakirtler bu sözlere üzülmüşlerdi ki, İsa yine dedi:
“Bakın size diyorum ki, sizden biriniz bana ihanet edecek, öyle ki, bir
koyun gibi satılacağım; ama yazıklar olsun ona; çünkü, babamız Davut’un böyle
biri hakkında söylediği, “O, başkaları için hazırladığı çukura düşecektir”
sözünü tümüyle yerine getirecek.”
Bunun üzerine şakirtler birbirlerine bakıp, üzüntü içinde dediler: “Hain
kim olacak?”
Sonra Yahuda dedi: “Ben mi olacağım o, ey muallim?”
İsa cevap verdi: “Bana ihanet edecek olanın kim olduğunu söyledim.” Ve, on
bir havari bunu duymadı.
Kuzu yenilince, cin Yahuda’nın sırtına bindi ve o da evden çıkarken, İsa
kendisine yeniden dedi: “Yapman gereken şeyi çabuk yap.”
214.
İsa evden çıkıp, ibadet etme adeti üzere, yüz kez dizlerini büküp, secdeye
vararak ibadet etmek için bahçeye çekildi. Bu sırada, İsa’nın şakirtleriyle
birlikte bulunduğu yeri bilen Yahuda başkâhine vardı ve dedi: “Bana vaat
olunanı verirseniz, bu gece aradığınız İsa’yı elinize vereceğim; çünkü o 11 ashabıyla
birlikte yalnızcadır.”
Başkâhin karşılık verdi: “Ne kadar istersin?” Yahuda dedi: “Otuz altın.”
O zaman, başkâhin hemen kendisine parayı saydı ye asker getirmesi için vali
ve Hirodes’e bir Ferisi gönderdi ve bir lejyon asker verdiler; çünkü halktan
korkuyorlardı; bu nedenle, silahlarını alarak değnekler üzerindeki meşale ve
fenerlerle Kudüs’ten çıktılar.
215.
Askerler Yahuda’yla birlikte İsa’nın bulunduğu yere yaklaştıklarında, İsa
çok sayıda kişinin yaklaştıklarını işitip, korkuyla geri eve çekildi. Ve, on
bir (havari) uyumakta idiler.
O zaman kuluna gelen tehlikeyi gören Allah, elçileri Cebrail, Mikâil,
(İs)rafil ve Uriel’e İsa’yı dünyadan almalarını emretti.
Kutsal melekler gelip, İsa’yı güneye bakan pencereden çıkardılar. Onu
götürüp, üçüncü göğe, daima Allah’ı tesbih ve takdis etmekte olan meleklerin
yanına bıraktılar.
216. Yahudi İskoriyot Mucize ile İsa’ya Benzetiliyor
Yahuda herkesin önünden hızlı hızlı İsa’nın yukarı alındığı odaya daldı.
Ve, şakirtler uyuyorlardı. Bunun üzerine, mucizeler yaratan Allah yeni bir
mucize daha yarattı. Öyle ki, Yahuda konuşma ve yüz bakımından İsa’ya o şekilde
benzetildi ki, O’nun İsa olduğuna inandık. Ve, o bizi uyandırdı. Muallim’in
bulunduğu yeri arıyordu. Bunun üzerine, biz hayret ettik ve cevap verdik : “Sen
Rab, bizim muallimimizsin; bizi unuttun mu?”
O, gülümseyerek dedi: “Şimdi, benim Yahuda îskariyot olduğumu bilmeyecek
kadar budalalaştınız!”
Ve, o bunu derken askerler girdiler, ellerini Yahuda’nın üzerine koydular;
çünkü o, her bakımdan İsa’ya benziyordu.
Biz, Yahuda’nın dediklerini duyup, yığınla askeri de görünce, delirmiş gibi
kaçtık.
Ve, keten beze dolanmış olan Yuhanna da uyanıp kaçtı ve askerin biri
kendisini keten bezden yakalayınca, keten bezi bırakıp, çıplak olarak kaçtı.
Çünkü Allah, İsa’nın duasını duymuş ve on bir (havariyi) şerden korumuştu.
Barnaba İncili, 217-222. Bölüm
217. Hain Yahuda Çarmıha Geriliyor
Askerler Yehuda’yı tutup, alay ede ede bağladılar. Çünkü o, gerçekten İsa
olduğunu inkâr ediyordu; askerler kendisiyle alay edip dediler: “Efendi,
korkma; çünkü biz seni İsrail kralı yapmaya geldik ve senin krallığı
reddedeceğini bildiğimiz için de seni bağladık.”
Yehuda karşılık verdi: “Siz aklınızı mı yitirdiniz? Siz, bir soyguncuya
(karşı gelir gibi) silâh ve fenerlerle Nasıra’lı İsa’yı almaya geldiniz ve size
yol gösteren beni, kral yapmak için bağladınız!”
O zaman askerler sabırlarını yitirip, yumruk ve tekmelerle Yehuda’ya
vurmaya başladılar ve onu öfkeyle Kudüs’e getirdiler.
Yuhanna ve Petrus uzaktan askerleri izliyorlardı; ve, İsa’yı idam etmek
için toplanmış bulunan Ferisîler heyeti ve başkâhin tarafından Yehuda’ya
yapılan tüm sorgulamayı gördüklerine dair bu (satırlar) i yazanı ikna ettiler.
Bu arada Yehuda pek çok deli sözleri söyledi, o kadar ki, herkes katıla katıla gülüp,
onun gerçekten İsa olduğuna ve ölüm korkusuyla deli numaraları yaptığına
inandılar. Bunun üzerine, yazıcılar, gözlerini bir sargıyla bağlayıp, alay
ederek dediler: “Nasıralılar’ın (İsa’ya inananlara böyle derlerdi) peygamberi
İsa, söyle bize, yüzüne vuran kimdir?” Ve, onu yumruklayıp, yüzünü
tokatladılar.
Sabah olunca, halkın ileri gelenleri ve Ferisîlerden oluşan büyük bir heyet
toplandı; ve, başkâhin Ferisîlerle birlikte Yehuda’ya karşı, İsa olduğuna
inandıklarından yalancı şahit, aradılar ve aradıklarını bulamadılar. Ve, önde
gelen kâhinlerin Yehuda’nın İsa olduğuna inandıklarını neden söylüyorum? Hattâ,
bunu yazanla birlikte tüm şakirtler buna inanıyordu ve hatta, İsa’nın zavallı
bakire annesi yakınları ve dostlarıyla birlikte buna inanıyordu. Öyle ki,
herkesin üzüntüsü inanılmaz derecedeydi. Allah sağ ve diridir ki, yazan,
İsa’nın söylemiş olduğu her şeyi, dünyadan nasıl çekilip alınacağını, üçüncü
bir kişide nasıl işkence çekeceğini ve dünyanın sonuna kadar ölmeyeceğini
unutmuştu. Bu nedenle, İsa’nın annesi ve Yuhanna ile birlikte çarmıhın yanına
gitti.
Başkâhin Yehuda’yı bağlı olarak önüne getirtti ve ona şakirtlerini ve
akidesini sordu.
Bunun üzerine Yehuda, kendinde değilmiş gibi konuyla ilgili hiçbir cevap
vermedi. Başkâhin, İsrail’in yaşayan Allah’ı üzerine, gerçeği söylemesini ondan
rica etti.
Yehuda cevap verdi: “Benim Nasıra’lı İsa’yı elinize vermeği vaat eden
Yehuda İskaryot olduğumu söyledim size ve siz, hangi sanatladır bilmiyorum,
çıldırmışsınız; çünkü, her bakımdan benim İsa olduğumu kabul ediyorsunuz.”
Başkâhin karşılık verdi: “Ey sapık fitneci, akidenle ve sahte mucizelerinle
Galile’den başlayarak, buraya, Kudüs’e kadar tüm İsrail’i aldattın ve şimdi de,
deli numarası yapmakla sana yakışacak olan hak ettiğin cezadan kaçmayı mı düşünüyorsun?
Allah sağ ve diridir ki, ondan kurtulamayacaksın!” Ve, bunu dedikten sonra,
hizmetçilerine, anlayışı geri başına gelsin diye yumruk ve tekmelerle ona
vurmalarını emretti. Sonra, başkâhinin hizmetçilerinin elinde gördüğü alay
inanılmayacak biçimdeydi. Çünkü, heyete zevk vermek için aşkla ve şevkle yeni
yeni yöntemler kullanıyorlardı. Bir hokkabaz gibi giydiriyorlar ve el ve
ayaklarla o şekilde davranıyorlardı ki, Kenanileri bile bu manzarayı
gördüklerinde merhamete getirebilirdi.
Ama, önde gelen kâhinler, Ferisîler ve halkın ileri gelenleri, İsa’ya karşı
öylesine çileden çıkmış kalplere sahiptiler ki, Yehuda’nın gerçekten İsa
olduğuna inanarak, ona bu şekilde davranıldığını görmekten zevk duyuyorlardı.
Ardından, onu bağlı olarak İsa’yı gizliden gizliye seven valiye götürdüler.
Bunun üzerine o, Yehuda’nın İsa olduğunu sanıp, kendisini odasına aldı ve
onunla konuşarak, hangi nedenle önde gelen kâhinlerin ve halkın onu eline
verdiklerini sordu.
Yehuda cevap verdi: “Sana gerçeği söylesem de bana inanmazsın; çünkü, belki
sen de (önde gelen) kâhinler ve Ferisîler’in aldatıldığı gibi
aldatılmışsındır.”
Vali, (onun kanunla ilgili olarak konuşmak arzusunda olduğunu düşünerek)
karşılık verdi: “Şimdi sen benim bir Yahudi olmadığımı bilmiyor musun? (Önde
gelen) kâhinler ve halkının ileri gelenleri seni benim elime verdiler; bu
nedenle, bana gerçeği söyle de, adaletli olanı yapayım.
Çünkü, benim seni serbest bırakacak ya da seni idam edecek gücüm vardır.”
Yehuda karşılık verdi: “Efendi (m), inan bana eğer beni idam edersen büyük
bir yanlışlık yapmış olacaksın; çünkü suçsuz bir kişiyi öldüreceksin; ben
Yehuda İskoriyot’um, bir büyücü olan ve sanatıyla beni bu şekle çeviren İsa
değilim.”
Vali, bunu duyunca şaştı kaldı, öyle ki, onu serbest bırakmak istedi. Bu
nedenle de dışarı çıkıp, gülümseyerek, “Hiç olmazsa bir konuda bu adam ölümü
değil, bilakis merhameti hak etmektedir” dedi ve ilâve etti: “Bu adam İsa
olmadığını, aksine, İsa’yı yakalamaları için askerlere yol gösteren bilinen bir
Yehuda olduğunu söylüyor ve Galile’li İsa’nın büyücü sanatıyla kendisini bu
şekle koyduğunu belirtiyor. Bu nedenle, eğer bu doğruysa, onu öldürmek, suçsuz
olduğundan büyük bir haksızlık olacaktır. Ama, eğer İsa ise ve kendisini inkâr
ediyorsa, o zaman mutlaka anlayışını yitirmiştir. Ve, bir deliyi öldürmek de
dinsizce bir davranış olur.”
O zaman, önde gelen kâhinler ve halkın ileri gelenleri, yazıcı ve
Ferisîlerle birlikte bağıra çağıra dediler: “O Nasıra’lı İsa’dır, biz onu
tanırız; çünkü, eğer suçlu olmamış olsaydı onu senin eline vermezdik. O deli de
değildir, bilakis habistir. Çünkü bu yolla elimizden kurtulmaya çalışıyor ve
onun karıştırdığı fitne, kurtulacak olursa öncekinden daha kötü olacaktır.”
Pilatus (valinin adı böyleydi), böyle bir durumdan kendisini sıyırmak için
dedi. “O Galile’lidir ve Hirodes Galile kralıdır; bu nedenle böyle bir davaya
bakmak bana düşmez, bu yüzden onu Hirodes’e götürün.”
Bunun üzerine, Yehuda’yı Hirodes’e götürdüler. O, uzun bir süre İsa’nın
evine gitmesini arzulamıştı. Ama, İsa onun evine gitmeği hiç istememişti. Çünkü
Hirodes, bir Centilî olup, sahte ve yalancı tanrılara tapar, necis Centilîlerin
usulü üzere yaşardı. Şimdi, Yehuda oraya getirilince, Hirodes, kendisine pek
çok sorular sordu; Yehuda, İsa olduğunu inkâr ederek bunlara, amaca uymayan
cevaplar verdi.
O zaman, Hirodes, tüm sarayıyla birlikte onunla alay etti ve, soytarılara
giydirildiği gibi ona da beyazlar giydirip, geri Pilatus’a gönderdi ve dedi:
“İsrail kavmine adalette başarısızlığa düşme!”
Ve, Hirodes bunu yazdı; çünkü, önde gelen kâhinler, yazıcılar ve Ferisîler
kendisine çok miktarda para vermişlerdi. Vali, bunu Hirodes’in bir
hizmetçisinden duyunca, o da biraz para elde edebilmek için Yehuda’yı serbest
bırakmak istermiş gibi yaptı. Bunun üzerine, kamçılayarak öldürmeleri için
kendilerine yazıcıların ödemede bulunduğu kölelerine onu kamçılattı. Ama, bu
konuda fermanını vermiş bulunan Allah, bir başkasını sattığı bu korkunç ölümü
çekmesi için, Yehuda’yı çarmıha saklıyordu. Her ne kadar askerler onu, vücudu
kan revan içinde kalıncaya kadar kırbaçlamışlarsa da, Yehuda’nın kırbaç altında
ölmesine izin vermedi. Sonra, alay ederek, üzerine eski mor bir elbise
giydirip, dediler: “Yeni kralımızı giydirmek ve taçlandırmak gerek.” Böyle
deyip, dikenler topladılar ve kralların başlarına giydikleri altın ve kıymetli
taşlardan oluşan taçlar gibi bir taç yaptılar ve bu dikenli tacı Yehuda’nın
başına koydular. Asa yerine eline bir kamış verdiler ve yüksek bir yere
oturttular. Ve, askerler önüne gelip, alaylı alaylı baş eğerek, onu Yahudilerin
kralı olarak selâmladılar. Ve, yeni kralların vermeye alışık oldukları
hediyeleri almak için ellerini açtılar ve hiçbir şey almayınca da Yehuda’yı
tokatlayıp dediler: “Askerlerine ve hizmetçilerine ödemede bulunmayacaktın da,
ne diye taç giydin aptal kral?”
Yazıcılar ve Ferisilerle birlikte önde gelen kâhinler, Yehuda’nın
kırbaçlarla ölmemiş olduğunu görünce, Pilatus’un onu serbest bırakmasından
korkarak, valiye para hediyesinde bulundular. O da bunu alıp. Yehuda’yı ölüm
suçlusu olarak yazıcılara ve Ferisî’lere verdi. Bunun üzerine, onun yanı sıra
iki hırsızı da çarmıhta ölüm cezasına çarptırdılar.
Sonra onu, suçluları astıkları Kalveri dağına götürdüler ve orada, daha çok
rezil olsun diye çıplak olarak çarmıha gerdiler.
Yehuda, bağırmaktan başka gerçekte bir şey yapmadı : “Allah, suçlunun
kurtulup gittiğini ve benim de haksız yere öldüğümü göre göre, beni neden terk
ettin?”
Cidden diyorum ki, Yehuda’nın sesi, yüzü ve şekli İsa’ya o kadar benziyordu
ki, şakirtleri ve müminleri onun İsa olduğuna tamamen inandılar; bu yüzden
bazıları, İsa’nın sahte bir peygamber olduğuna ve gösterdiği mucizeleri büyü
sanatıyla gerçekleştirdiğine inanarak, İsa’nın doktrininden ayrıldılar; çünkü,
İsa dünyanın sonunun yaklaştığı zamana kadar ölmeyeceğini söylemişti. Çünkü, o
zaman dünyadan alınmalıydı.
Öte yandan, İsa’nın akidesinde sapasağlam devam edenler, ölenin tümüyle
İsa’ya benzediğini görüp, İsa’nın demiş olduğu şeyleri de hatırlamadıklarından
üzüntüye kapıldılar. Ve, İsa’nın annesinin eşliğinde Kalveri dağına gidip,
İsa’nın ölümünde sürekli ağlayarak bulunmakla kalmadılar, aynı zamanda
Nikademus ve Aberimetya’lı Yusuf’un aracılığıyla İsa’nın vücudunu, gömmek için
validen aldılar. Ve, kesinlikle kimsenin inanmayacağı ağlamalarda onu çarmıhtan
indirip, yüz liralık çok kıymetli merhemlerle sararak, Yusuf’un yeni mezarına
gömdüler.
218.
Sonra, herkes kendi evine döndü. Bunu yazan Yuhanna ve kardeşi Yakup’la
birlikte, İsa’nın annesiyle beraber Nasıra’ya gitti.
Allah’tan korkmayan şakirtler geceleyin gidip, Yehuda’nın cesedini çalarak
sakladılar ve İsa’nın yeniden dirildiğini yaydılar; bu yüzden büyük karışıklık
doğdu. O zaman, başkâhin, aforoz cezasını göze almadan, kimsenin Nasıra’lı
İsa’dan söz etmemesini emretti. Ve, büyük bir işkence başladı; pek çokları taşlandı,
pek çokları dövüldü ve pek çokları ülkeden sürüldü; çünkü, bu konuda ağızlarını
tutamıyorlardı.
Nasıra’ya, çarmıhta ölmüş bulunan hemşerileri İsa’nın yeniden dirildiği
haberi geldi. Bunun üzerine, bu (satırlar) ı yazan İsa’nın annesinden ağlamayı
bırakıp, sevinmesini rica etti. Çünkü, oğlu yeniden dirilmişti. Bunu duyan
bakire Meryem ağlayarak dedi: “Kudüs’e gidip oğlumu bulalım. Onu gördüğüm zaman
rahat ölebilirim.”
219. İsa Gelerek İnananlarla 3 Gün Kalıyor
Bakire, başkâhinin fermanının çıktığı gün, bu (satırlar) ı yazan, Yakup ve
Yuhanna’yla birlikte Kudüs’e döndü.
Burada, Allah’tan korkan bakire, başkâhinin fermanının haksız olduğunu
bilmesine rağmen, yanında kalanlara oğlunu unutmalarını emretti. O zaman,
herkes ne kadar da müteessir oldu! — İnsanların kalbini gözleyen Allah biliyor
ki, muallimimiz İsa olduğuna inandığımız Yehuda’nın ölümünün üzüntüsüyle, onu
yeniden dirilmiş görmenin arzusu arasında, İsa’nın annesiyle birlikte bitip
tükeniyorduk.
Bu yüzden, Meryem’in koruyucuları olan melekler, İsa’nın meleklerin
eşliğinde kaldığı üçüncü göğe çıkıp, her şeyi İsa’ya anlattılar.
Bunun üzerine İsa, kendisine annesini ve şakirtlerini görme gücü vermesi
için Allah’a dua etti. O zaman rahim olan Allah, dört gözde meleği Cebrail,
Mikâil, Rafail ve Uriel’e İsa’yı annesinin evine götürüp, yalnızca akidesine
inananlarca görülmesine izin vererek, üç gün sürekli olarak kendisini
gözetmelerini emretti.
İsa nurla çevrilmiş olarak, bakire Meryem’in, iki kız kardeşi ve Marta ve
Meryem Magdalen, Lazarus, bu (satırlar) ı yazan, Yuhanna, Yakup ve Petrus’la
birlikte kalmakta olduğu odaya geldi. Bunun üzerine, herkes korkudan ölü gibi
düştü. Ve, İsa annesini ve diğerlerini yerden kaldırıp dedi: “Korkmayın; çünkü
ben İsa’yım ve ağlamayın; çünkü ben diriyim, ölmüş değilim.” Herkes uzun bir
süre İsa’nın karşısında kendinden geçmiş gibi kaldı; çünkü, İsa’nın öldüğüne
artık inanmış bulunuyorlardı. Sonra, Bakire ağlayarak dedi: -Söyle bana oğlum,
sana ölüleri diriltme gücü veren Allah neden yakınlarının ve dostlarının utancına
rağmen ve akidenin (düştüğü) utanca rağmen senin ölmene, izin verdi? Çünkü seni
seven herkes adeta ölmüş durumda.”
220.”Neden İsa’nın Öldüğüne İnandırıldılar?”
İsa annesini kucaklayıp cevap verdi: “İnan bana anne; çünkü sana gerçekten
diyorum ki, ben hiç ölmedim; Allah beni dünyanın sonuna kadar saklamış
bulunuyor.” Ve, bunu deyip, dört meleğe görünmelerini ve meselenin nasıl
geçtiği konusunda şahitlik etmelerini rica etti.
Bunun üzerine, melekler dört parlak güneş gibi göründüler, öyle ki, herkes
korkudan yine ölü gibi (yere) düştü.
O zaman İsa meleklere, görünebilsinler ve konuştukları annesiyle ashabı
tarafından duyulabilsin diye, giymeleri için dört keten bezi verdi. Ve, her bir
kimseyi (yerden) kaldırıp, rahatlatarak dedi: “Bunlar Allah’ın elçileridir;
Allah’ın gizliliklerini bildiren Cebrail, Allah’ın düşmanlarına karşı savaşan
Mikâil, ölenlerin ruhlarını alan Rafail (Azrail) ve herkesi Son Gün’de Allah’ın
mahkemesine çağıracak olan Uriel (İsrafil).”
O zaman dört melek, Allah’ın İsa’yı nasıl çağırdığını ve bir başkasını
sattığı cezayı çekmesi için Yehuda’yı nasıl değiştirdiğini Bakire’ye
naklettiler.
Sonra, bu (satırlar) ı yazan dedi: “Ey muallim, sen bizimle birlikte
kalırken benim için meşru olduğu gibi, şimdi de sana soru sormak benim için
meşru mudur?”
İsa cevap verdi: “Ne istersen sor Barnabas, sana cevap vereceğim.”
O zaman bu (satırlar) ı yazan dedi: “Ey muallim, Allah rahim olduğu halde,
neden senin öldüğüne inandırarak bize eziyet etti? Ve, annen senin için o kadar
ağladı ki, nerdeyse ölecekti ve Allah’ın bir mukaddesi olan sen, Allah neden
üzerine, Kalveri dağında hırsızlar arasında öldürüldüğün iftirasının atılmasına
izin verdi?”
İsa cevap verdi: “înan bana Barnabas, her günahı, ne kadar küçük de olsa,
Allah’a karşı günahla suç işlendiğinden, Allah büyük ceza ile cezalandırır. Bu
nedenle, annem ve benimle birlikte olan imanlı şakirtlerin beni birazcık da
dünya sevgisiyle sevdiklerinden, adaletli olan Allah, Cehennem alevleriyle
cezalanmaması için bu sevgiyi şu andaki üzüntüyle cezalandırdı ve, her ne kadar
ben dünyada suçsuz idiysem de, insanlar bana “Allah” ve “Allah’ın oğlu”
dediklerinden, Hüküm Günü’nde şeytanların alayına uğramayayım diye, Allah,
herkesi benim çarmıhta öldüğüme inandırarak, bu dünyada Yahuda’nın ölümüyle
insanların alayına uğramamı diledi ve bu alay, geldiği zaman bu aldanmayı
Allah’ın kanununa inananlara açıklayacak olan Allah’ın elçisi Muhammed’in
gelişine kadar sürecektir.”
Bu şekilde konuştuktan sonra İsa dedi: “Sen adilsin ey Allah’ımız Rabb;
çünkü sonsuz şan ve şeref ancak Sana aittir.”
221.
Ve, İsa bu (satırlar) ı yazana dönüp dedi: “Bak Barnabas, benim dünyada
kalışım süresince tüm olup bitenlerle ilgili olarak benim İncil’imi elbette
yazmalısın. Ve, aynı şekilde Yehuda’nın başına gelenleri de yaz ki, müminler
aldanmasın ve herkes gerçeğe inansın.”
O zaman, yazan cevap verdi: “Înşallah her dileği yaparım ey muallim, ama
Yehuda’nın başına gelenler nasıl oldu bilmiyorum; çünkü hepsini görmedim.”
İsa cevap verdi: “işte her şeyi gören Yuhanna ve Petrus, olup bitenlerin
hepsini sana söylerler.”
Ve, sonra İsa kendisini görmeleri için bize, imanlı şakirtlerini
çağırmamızı emretti. O zaman Yakup ve Yuhanna, Nikodemus ve Yusuf’la birlikte
yedi havari ve yetmiş ikiden başka daha pek çoklarını topladılar ve hepsi İsa
ile birlikte yemek yediler.
3. gün İsa dedi; “Annemle birlikte Zeytinlik Dağı’na gidin; çünkü, oradan
yeniden göğe çıkacağım, beni kimin götürdüğünü görürsünüz.”
Korkularından Şam’a kaçmış bulunan yetmişi ki şakirdin yirmi beşi dışında
herkes oraya gitti. Ve, hepsi ibadet halindeyken, İsa öğleyin Allah’a senada
bulunan çok sayıda melekle geldi; ve, yüzünün nuru herkesi korkudan sararttı ve
yüz üstü yere düştüler. Ama, İsa kendilerini kaldırıp, rahatlatarak dedi:
“Korkmayın, ben mualliminizim.”
Ve, kendisinin ölüp yeniden dirildiğine inananları uyararak dedi: “Şimdi
siz beni ve Allah’ı yalancılar yerine mi koyuyorsunuz? Çünkü Allah bana, size
söylediğim gibi hemen hemen dünyanın sonuna kadar yaşamayı bahsetmiştir. “Bakın
size diyorum ki, ben değil, hain Yehuda öldü. Dikkat edin; çünkü şeytan sizi
aldatmak için her çabayı gösterecektir, ama siz tüm İsrail’de ve dünyanın her
yanında duyduğunuz ve gördüğünüz bütün şeyler için benim şahitlerim olun.”
Ve İsa böyle konuşup, müminlerin kurtuluşu ve günahkârların hidayeti için
Allah’a dua etti ve duası sona erdi, annesini kucaklayıp dedi: “Selam sana
anneciğim, seni ve beni yaratan Allah’a dayan.” Ve, böyle söyleyip, şakirtlerine
dönerek dedi: “Allah’ın lûtfu ve rahmeti sizinle olsun.”
Sonra, orada bulunanların gözleri Önünde dört melek onu göğe çıkardılar.
222.
İsa ayrıldıktan sonra, şakirtler İsrail’in ve dünyanın değişik bölgelerine dağıldılar ve şeytan’ın nefret ettiği Hak, her zaman olduğu gibi, Batılın işkencelerine uğradı. Çünkü, şakirtmiş gibi görünen birtakım şerli insanlar İsa’nın öldüğünü ve tekrar dirilmediğini yazdılar. Diğer bazıları, onun gerçekten öldüğünü, ama tekrar dirildiğini yazdılar. Bir diğerleri ise İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu yazdılar ve yazıyorlar; aralarında aldatılmış olan Pavlus da vardır. Ama biz, yazabildiğimiz kadarını Allah’tan korkanlara anlatıyoruz ki, Allah’ın son Hüküm Günü’nde kurtulabilsinler.
İNCİL’İN SONU