Ana Sayfa Blog Sayfa 2

ARICILIK VE BİLİNMEYENLERİ

0

ARICILIĞIN BİLİNMEYENLERİ

Ali Korkmaz hocamıza teşekkürlerimizle. Her bir petek gözünün 6 yüzü vardır.Kovan içi sıcaklığı 34 derece, nemi %40-65 arasındadır.Bir bal arısının 4 kanadı, 6 ayağı ve 5 gözü vardır.Bal arıları dakikada 11.400 kez kanat çırpar.Bir bal arısı yaklaşık olarak saatte 24 km hızla uçabilir.Ana arı her gün 2.000 adet yumurta atar ve attığı yumurtaların toplam ağırlığı kendi ağırlığı olan (178-292) 200 mg kadardır.Bal arısında 2 bileşik göz bulunur. Bileşik gözler ana arıda 3.000, işçi arıda 4.000 ve erkek arıda 8.000’den fazla gözden oluşur.Erkek arılarda anten 12 bölümlü iken işçi ve ana arılarda 11 bölümlüdür.Ana arılar 16, işçi arılar 21 ve erkek arılar 24 günde ergin hale gelirler.Ana arılar 8-10 günde cinsel olgunluğa erişirler. Çiftleşmeden 2-3 gün sonra yumurtlamaya başlarlar.Ana arının 2 yumurtalığı bulunur. Her bir yumurtalıkta 160-180 yumurtalık kanalı bulunur.Ana arı havada 5-20 erkek arı ile çiftleşir.Analı ve normal bir kolonide mart ayında kuluçkadan çıkan işçi arılar 35 gün ve haziranda çıkanlar 28 gün yaşarlarken, eylül-ekim aylarında yetiştirilen işçi arılar 304 gün kadar yaşayabilmektedirler.Erkek arılar 54 gün yaşarlar.10.000 adet işçi arı 1 kg ağırlığındadır.Tek katlı bir kovanda 2.5 kg arı vardır.1.5 kilogramlık paket arı 90 dolardır.Bir arılıktaki kolonilerin %13’ü oğul verebilir.Bir işçi arı 100 mg (81-151) iken bir erkek arı 220 (196-225) mg’dır.Bir petekte arkalı önlü toplam 7.000 göz vardır.Bir petek üzerinde toplam 3.500 ergin arı bulunur.Tabiattaki tozlaşmanın %85’i bal arıları sayesinde yapılmakta ve bu hizmeti ile arıcılık bal değerinin 15 katı fazla değer üretmektedir.Bitkilerin nektar içeriği %3-70 (30-50) arasındadır.Arılar 1-2 km yarıçaplı alanda tarlacılık yapmakla birlikte, 13 km kadar uzağa gidebilirler.Dünya’da 20.000 arı türü bulunmaktadır.Arılar 40.000.000 yıldır dünyada bulunmaktadır.İşçi arıların boyu 14-15 mm’dir.İşçi arılar 3 gün arı sütü, 3 gün bal+polen ile beslenirler.Erkek arılar 14 günde cinsel olgunluğa erişirler ve 2 ay yaşarlar.Ana arı ızgarası 4.3-4.7 mm aralıklıdır.İşçi ve ana arıların abdomeninde 7 segment var iken erkek arılarda 6 segment vardır.İşçi arılarda 3-6. karın halkalarında 4 çift balmumu salgı bezi vardır.Arılarda trake sisteminde 10 çift stigma vardır.Yumurtaların boyu 1.5 mm’dir.5 günlük larvalar başlangıç ağırlığına göre 1500 kat ağırlık kazanır.Petek gözleri 12 mm derinliğindedir. Petek gözleri yatay düzlemle 9-13 derece eğimlidir.10 cm’lik petekte 20 işçi arı gözü, 16 erkek arı gözü vardır.Kovan yeri 50 cm değiştirilirse arılar yerlerini bulmakta güçlük çekerler.Bir koloninin günlük su ihtiyacı 200 g’dır. Su taşıyan işçi arılar günde 50-100 sefer yaparlar ve her seferde 50 mg su taşırlar.Bir bal arısı dolu mide ile 15 dakika ve 6-7 km uçabilir.Ülkemizde 1.5 milyon koloni göçer arıcılık yapmaktadır.Bal arısı yumurtaları 0.12-0.22 mg ağırlığında, 1.5-1.8 mm uzunluğundadır.Ana arı 18-22, işçi arı 12-15 ve erkek arı 15-17 mm uzunluğundadır.Bir larva tüm gelişme süresince işçi arılar tarafından 110.000 kez ziyaret edilir.İki petek arasında 8-10 mm boşluk olur.Temel petek 42×22 ebadındadır.1 kg balmumundan 13 petek yapılır.Her 100 yumurtanın 85 adedi ergin hale gelir.Ülkemizde kışlatma kaybı %15-20’dir.Bir yöredeki ana nektar akımı 13-15 gündür.Esas nektar akımı döneminde 1,5-3 kg, diğer dönemlerde 150-500 g kovan artışı sağlanır.Ana arı öldükten 5-6 saat sonra işçi arılar tarafından anlaşılır.Langstroth kovan ölçüleri 505x435x260, çerçeve ölçüleri 472×250 mm’dir.

BAL

Bal arılarının, 1 kg bal üretebilmek için 40.000 arının 6 milyon çiçeğe konması gerekiyor.Bir kovan arı yarım kiloluk bal için 88 km kadar uçar.Bir işçi arı hayatı boyunca 1/12 çay kaşığı bal yapabiliyor.Bir arının dünyanın etrafında dolaşabilmesi için 2 yemek kaşığı ya da 25 g bala ihtiyacı vardır.Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100.000.000 çiçekten nektar alıyor ve 100.000 km kanat çırpıyorlar.Oğul verilirken kolonideki arıların %30-70’i gider.Bir koloni 1 kilo bal üretmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için 8 kilo bal tüketmektedir. Bunu yapabilmesi için kat ettiği yol yaklaşık olarak 6 kez dünya çevresinin dönülmesine eşittir.İşçi arılar günde 10-24 kez nektar seferi yaparlar ve her seferinde 40-50 mg nektar taşırlar.Bal arıları 260 gram nektardan 100 gram bal yaparlar. Toplanan nektarın %35’i bala dönüşür.Balda %18 su, %38 fruktoz, %31 glikoz, %1 sakkaroz, %7 diğer şekerler, %0.5 asitler, %0.26 ham protein, %0.17 ham kül ve %2.21 iz elementleri bulunur.Bir kovan yılda 80 kg bal tüketir.Bir kolonideki arıların 1/3’ü tarlacıdır.

POLEN

Bir bal arısı bir seferlik polen toplama gezisinde 50-100 çiçeği ziyaret eder.İşçi arılar günde 5-20 kez polen seferi yaparlar ve her seferinde 10-30 mg polen taşırlar.Bir koloniden günde 100 g polen toplanabilir.Bir koloninin kovanına taşıdığı çiçek tozu miktarı yılda 35–40 kg civarındadır.İşçi arılar sabah 06:00-10:00 saatleri arasında yoğun olarak polen toplarlar.Günlük polen tüketimi çocuklar için sabah ve akşam birer çay kaşığı, erginler için birer tatlı kaşığıdır.Bir arı gözden çıkıştan, ergin hale gelinceye kadar 145 mg polenle beslenmektedir.Polen, %29 karbonhidrat, %21 protein, %11 su, %5 lipid, %3 nişasta, %3 kül ve %28 diğer maddeler içerir.Bir yemek kaşığı kuru polen yaklaşık 10 g’dır.Yaş polen 30-35 derce sıcaklığa ayarlanmış havalandırmalı bir fırında 5-6 saat tutularak yapılır.Kurutulan polendeki su düzeyi %5 düzeyine indirilir.

ARI SÜTÜ

Arı sütü 5-15 günlük yaştaki işçi arıların baş kısmında bulunan alt çene ve boğaz bezleri tarafından salgılanan, bir üründür.Yüksük başına arı sütü verimi 250 mg’dır.Koloni başına 60-100’lük bir transferde elde edilen arı sütü verimi 13-27 g’dır.İyi bir koloniden elde edilen arı sütü miktarı 5-7 kg/koloni/yıl’dır.İnsanlar için önerilen arı sütü tüketim oranı canlı ağırlık başına 1 mg/kg’dır.Arısütünün yapısında, %66 su, %12.34 protein, %5.46 yağ, %12.49 şeker, %0.82 mineraller, %2.84 bilinmeyen maddeler bulunmaktadır.

PROPOLİS

Propolisi 12-21 günlük işçi arılar toplarlar.Propolisçi arılar her seferde 10 mg propolis taşırlar.Bir sezonda çeşitli faktörlere bağlı olarak 50-250 g/koloni propolis elde edilebilir.Propolis tuzağı plastikten olup 3 mm’lik açıklıklar bulunur.40 derecede yumuşamakta, 80 derece sıcaklıkta kısmen erimektedir.

ARI ZEHİRİ

Arı zehiri 16-19 günlük işçi arılarda en yüksek düzeyde üretilir.Bir arının iğne kesesinde 0.3 mg yaş zehir bulunur ve bu zehirden 0.1 mg kuru arı zehiri üretilebilir. İnsan için LD50 = 2.8 mg/kg arı zehiridir.Her bir koloniye 5 dakika uygulama yapılır. 20 koloniden 1 g kristal halde arı zehiri elde edilir. 10-15.000 arıdan 1 g kristal halde arı zehiri elde edilir. 20.000 koloniden 1 kg kuru arı zehiri elde edilir.En etkin arı zehiri toplama 3 gün aralıkla 15 dakikada yapılır ve 2-3 hafta sonra tekrarlanır.

BALMUMU

Balmumu 12-18 günlük yaştaki işçi arıların 4-7. karın halkalarından salgılanır.Petekler yaklaşık 0.25 mm kalınlığındadır.İşçi arı gözleri 5.1-5.5, erkek arı gözleri 6.2-6.9 mm, ana arı gözü 9-10 mm çapındadır.Bir çerçeve 2-4 kg bal alabilir.Bir petek için gereken mum miktarı 100 gramdır.Tek bir bal mumu pulu sadece 1.1 mg ağırlığındadır. 1 kilo bal mumu için 910.000 tane pul gerekir.1 kg mum üretimi için 8-21 kg bal harcanır.Balmumu 64 derecede erir.

KANSERİN İLACI!!!

0

Alternatif tıp

Kanserin ilacı, Karahindiba: İşte Tarifi

Bulgar devlet televizyonu kanserin ilacı bulundu diye yayın yaptı, AB ülkeleri ayağa kalktı. İşte o haber ve tercümesi.

Karahindiba çayı kanser hücrelerini yok ediyor

Karahindiba çayı kanser hücrelerini yok ediyor: Kemoterapiden 100 kat daha etkili inanılmaz bitki. Karahindiba çayı, kanser hücrelerini etkileyerek 48 saat içerisinde çözülmelerini sağlar ve yeni sağlıklı hücrelerin hastalık kapmalarını engeller.

Çoğunlukla ihmal edilen bu bitki, birçok tıbbi özelliklereReklamlar
sahip ve yapmanız gereken tek şey, bu bitkiyi trafikten uzak, temiz yamaçlardan toplamak. Büyükannelerimiz, tıbbi özelliklerinin farkında olarak, karahindiba çiçeklerinden şuruplar yaptılar; ancak bilmedikleri nokta, karahindiba kökünün kanser hastalarına yardımcı olabileceğiydi.
Bilim adamları, bu bitkinin kökünün kemoterapiden daha iyi olduğunu keşfettiler; çünkü kemoterapinin aksine, karahindiba yalnızca kanserli hücreleri öldürüyor.

Bunun yanı sıra, diüretik özellikleri de var; öd salgılanmasını uyarıyor, karaciğeri temizliyor, alerji konusunda yardımcı oluyor ve kolesterolü düşürüyor. Ve yapısında B6 vitamini, tiamin, riboflavin, C vitamini, demir, kalsiyum, potasyum, folik asit ve magnezyum gibi çok önemli vitaminler ve mineraller bulunduruyor.

Kanada Windsor Üniversitesi Kimya ve Biyokimya Bölümü bir araştırma yürüttü; sonuçlar, kanser hastaları için yeni bir umut teşkil ediyor. Karahindiba kökünün, vücuttaki sağlıklı hücrelere zarar vermeden kanserli hücreleri etkili bir şekilde öldürdüğü keşfedildi.

Araştırmaya göre, karahindiba çayı kanserli hücreleri etkiliyor ve vücuttaki herhangi bir sağlıklı hücreyi etkilemeden kanserli hücrelerin 48 saat içerisinde çözülmelerini sağlıyor. Elde edilen sonuçlar, karahindiba kökü ile yapılacak devamlı tedavinin hastalardaki kanserli hücrelerin çoğunu yok edebileceğini gösterdi. Ekip, bu beklenmedik sonuçlar sayesinde, bu mucizevî bitki üzerindeki araştırmalarını devam ettirmek için ek destek aldı.

72 yaşındaki John di Carlo, sağlık mücadelesi kapsamında yoğun ve agresif kemoterapi tedavisi gördü ve üç yılın sonunda, son günlerini sevdikleri ile geçirmesi için evine gönderildi.

Doktorların hastalığı için fonksiyonel çözümler bulmada fazla alternatifleri olmadığını bilen di Carlo, son çare olarak karahindiba çayı içmeyi denedi. Ve yalnızca 4 ay sonra, hastalığında gerileme yaşandığı görüldü.

İŞTE SIR

Karaciğer ve böreğin en iyi dostu ve yol kenarından bile rahatlıkla toplayabileceğiniz “karahindiba” doğal bir şifa deposu…

Karahindiba Nisan ve Mayıs aylarında yetişen, çok yıllık sarı çiçekli otsu bir bitkidir. Çiçekleri sarı, yaprakları yeşil olsa da bitkiye “karahindiba” denilmiştir.

Mısır ve Kıpçak Türkleri’nin “katagan”, Çağatay Türkleri’nin “saçratku” olarak bildikleri bu bitki günümüze “karahindiba” olarak gelmiştir. Hindiba, Arapça kökenli bir kelimedir. Tedâvisi için kullanıldığı göz hastalığı trahomdan kaynaklandığı ileri sürülür.Anadolu’da acıgıcı, acıgünek, güneyik, çıtlık, cırtlık ve arslandişi olarak bilinse de en yaygın olarak kullanılan adı “radika”dır.

KARAHİNDİBA’NIN KULLANIM ALANLARI

Bitki uzmanları kara hindibâyı çoğu kez aşağıdaki durumların tedâvisinde kullanılır:

  • 2. tip şeker hastalığı
  • Egzama
  • Mide-bağırsak hastalıkları
  • Romatoid artrit
  • Karaciğer hastalığı
  • Mide ekşimesi

KARAHİNDİBA’NIN FAYDALARI

Bitkinin tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöylece sıralanabilir…

Karahindiba sindirim sistemini düzenler: Karahindibanın en mühim etkisi sindirim sistemini düzenlemektir. Çay şeklinde hazırlanan bitki sindirim sistemini düzenleyerek iştahın açılmasında yarar sağlar. Çayın tüketimi ile vücuda alınan besinlerin sindirilmesinde rol oynayan bakteriler ikaz edilerek harekete geçer. Bu sayede sindirim daha kolay gerçekleşir. Bitki çayı ayrıca gaz, kabızlık gibi sorunlara karşı da yarar sağlar.

Karahindiba’nın temizlik üzerindeki etkisi: Karahindiba çayı idrar söktürücü ve müshil etkisi yaratan bitkisel bir çaydır. Bu özelliği ile vücudun temizlenmesini sağlar. Gıda yolu ile vücuda alınan suyun vücut tarafından kolaylıkla emilimine katkıda bulunarak toksinlerin, tuz fazlalığının ve zararlı maddelerin, karaciğer, mide ve idrar yollarında birikmesini önler. Bu sayede karaciğer ile alâkalı gelişecek hastalıkların oluşma olasılığını azaltır. Ayrıca idrar yollarında oluşabilecek enfeksiyonlara karşı da yararlı bir bitkidir.

Karahindiba kalbi güçlendiriyor: Karahindiba kökü kalp kaslarının kuvvetlenmesine yardımcı olur. Vücutta birikebilecek fazla tuzu dışarı atan bir özelliği olduğu için kalp sağlığını korumak için etkili bir bitkidir. Kan şekeri düzeyini dengede tutar ve şeker hastalığı ataklarının hafiflemesine yardımcı olarak, kolesterol seviyesini dengeler.

Karahindiba doğal cilt bakımı ürünüdür: Karahindiba doğal bir cilt bakım ürünüdür. Ciltte oluşabilecek egzama, sedef, sivilce gibi problemlerde karahindiba bitkisinden yararlanılabilir. Karahindiba bu tür cilt sorunlarına yol açabilecek toksinlerin vücuttan atılmasını sağlar. Ciltte oluşabilecek enfeksiyonlara karşı karahindiba, soğutularak içilmelidir.

Karahindiba’nın antioksidan özelliği: 2003 yılında yapılan bir araştırmayla, bilim adamları, karahindiba çiçeği özünün serbest radikallerle(DNA’ya hasar verdiği bilinen kimyasal yan ürünler) savaşabildiğini buldular.

Karahindiba kanserden koruyor: Tamamlanan bir ön araştırmaya göre karahindiba, kansere karşı umut vaat edici bir etken olarak kullanılabilir. 2008 yılında göğüs ve prostat kanseri hücreleri üzerinde yapılan bir araştırmada araştırmacılar, karahindiba yaprağı özünün göğüs kanseri hücrelerinin gelişimini yavaşlattığını ve prostat kanseri hücrelerinin yayılımını durdurduğunu buldu. Ancak ne karahindiba çiçeği ne de karahindiba kökü özlerinin bahsedilen kanser hücreleri üzerinde bir etkisi görüldü.

KARAHİNDİBA’NIN DİĞER FAYDALARI

  • Depresyon, stres ve yorgunluğa karşı iyi gelir. Sinirleri yatıştırarak vücudun rahatlamasını ağlar.
  • Romatoid artrit hastalığının tedâvisinde kullanılabilir.
  • Vücuda enerji ve güç katar.
  • Sarılık ve dalak ile alâkalı hastalıklara karşı iyi gelir.
  • Gut hastalığına karşı yarar sağlar.
  • Diyabet hastaları için yararlıdır.
  • Vücutta su tutulumunu azaltarak zayıflamaya yardımcı olur.
  • Siğil ve enfeksiyon tedâvilerinde kullanılabilir.
  • Kan dolaşımının daha aktif bir şekilde gerçekleşmesine yardımcı olur.

KARAHİNDİBA ÇAYI NASIL HAZIRLANIR?

Karahindiba çayı için karahindiba bitkisinin kurutulmuş yaprakları kullanılır. Şayet çay taze hindiba yaprakları ile hazırlanacaksa aşağıda verilen ölçünün iki katı kullanılmalıdır.

  • 6 çorba kaşığı kara hindibâ kökü (kurutulmuş)
  • 6 çorba kaşığı kara hindibâ yaprağı (kurutulmuş)
  • 4 su bardağı su

Hazırlanışı: 4 su bardağı su ve kara hindibâ kökü uygun bir kabın içine alınarak 20 dakika kadar kaynatılır. Kaynayan su kara hindibâ yaprakları üzerine dökülerek ağzı kapatılır ve 15 dakika kadar demlenir. Hazırlanan çay tazeliğini yitirmeden hemen içilmelidir.

Tarif-2

  • 1 su bardağı kavrulmuş karahindiba
  • Karanfil, tarçın
  • Rezene tohumu
  • Zencefil kökü
  • 1 tutam karabiber

Hazırlanışı: Kavrulmuş karahindiba hariç eşit ölçülerde bütün baharatlar uygun bir tavaya alınarak 20 dakika kadar kavrulur. Kavrulan baharatlara karahindiba eklenerek 1 dakika kadar daha kavrularak ocaktan alınır. Hazırlanan kürden 1 su bardağı kaynar suya 1 yemek kaşığı alınarak karıştırılır ve 10 dakika demlenerek içilir. Tadı acı olabileceğinde bal ile tatlandırılarak tüketilebilir.

KARAHİNDİBA CİLT BAKIMI İÇİN NASIL KULLANILIR?

Karahindiba yaprakları kaynatılmış suya ilave edilerek 10 dakika kadar demlenir. Demlenme süresi tamamlandıktan sonra ciltte oluşan problemlere karşı bir pamuk yardımı ile sürülür.

KARAHİNDİBA İLE İLGİLİ İKAZLAR VE TEDBİRLER

Karahindiba genellikle güvenilir bir bitki olarak düşünülür. Ancak bazı insanlarda midede ekşime ve diğer mide sorunları ile ishal gibi yan etkiler görülebilir.

Karahindiba, kanaryaotu, krizantem, kadife çiçeği, papatya, sarı papatya, civan perçemi veya iyot allerjisi olanlar bu bitkiyi kullanmaktan kaçınmalıdır. Safra kesesi iltihaplı ya da enfekte olmuş olanlar veya safra kanalları tıkalı olanlar da karahindibanın tıbbi gayeyle kullanımından kaçınmalıdır.

KARAHİNDİBA NASIL KULLANILMALIDIR?

Karahindiba % 5e varan yüksek oranıyla en iyi doğal potasyum kaynaklarından biridir. A ve C vitamini ve nikotinik asit ile türlü mineraller yönünden de zengindir. Bu sebeple yaprakları salatalara katılıp yenir. Kökü de, yaşken doğranıp salatalara katılır. Kurutulan kökü birçok ülkede

öğütülüp acı hindiba kahvesi ve çay olarak içilir.

SİZLER DE BENİM GİBİ Mİ?

0

SİZLER DE BENİM GİBİ Mİ?
Benim kadar üzerine görev edineni yok dağın, taşın, kurdun, kuşun derdini. Bir ben mi duyarım yoksa sizler de duyar mısınız bebeklerin ağlama seslerini? Bir ben mi görüyorum kardeşler, evlerden birinde kopan küçük kıyametleri. Sizin de duvarlarınıza yansıyor mu annelerin hüzünleri. Boynu bükük, nasırlı ellerin hayat gaileleri sizleri de düşündürür mü? Saçlarınızda kaç adet ak var saydınız mı? Benim yirmidördümde yirmi. Bir benim mi yüreğimin ucunda ucu keskin bir kılıç batıp çıkar, yoksa size de olur mu bu şekilde bazenleri? Tren düdükleri ürkütür mü sizleri? Mavi renkli duvarlardan korkar mısınız? Nedir sizin korkularınız? Bir bana mı gelir bu şekilde eserekler? Sizin de canınız burnunuzda mı yürürsünüz, sanki arkanızdan atlılar kovalar benzer biçimde? Benim gibi tavşan uykusuna mı dalarsınız doğduğunuz günden beri? Yere tüy inse duyup sıçrar mısınız, yoksa ölüm uykusu mu sizinkisi? Bir ben mi böyle aç açına belki günlerce-gecelerce yememiştir diye birileri, yemem de üzülürüm? Sizleri de kitaplar çarpar mı? Beni olduğu gibi sizleri de sarsar mı? Sizlerin de burnunun direkleri sızlar mı? Yutkunamadığınız zamanları ne sıklıkla? Sizler de benim gibi oldukca soru sorar mısınız? Meraklı mısınız yoksa umursamaz mı? Kafayı yemeye yatkın mısınız yoksa bir dahi kadar parlak zeka mı? Ben soyumu sopumu red ettim. Ya sizler? Sizler bir aristokrat kadar seçkin misiniz? Ruhunuz büyük müdür, yoksa küçük mü? Benim ruhum sığmaz bazen kafesime dar gelir. Sizlerin de göğsü daralır mı? Gitmenin zorluğunu anımsar misiniz, yoksa sizler kalmanın kolaylığını mı seversiniz? Geceleri karabasanlarla gündüzleri alkarılarıyla uğraştığınız olur mu? Sizler ne kadar savaşırsınız tutkularınızla? Böyle sorular sorup da hiç cevabını alamadığınız olur mu?

ÂB-ı HAYÂT

ÂB-ı HAYÂT


İnsanoğlu var olduğu günden bu yana yaşamı anlamlandırmaya çalışmış hep. Oysa hayat bu kadar kısayken dakikalar sonrasına planlamış olacaklar. Göz kapaklarının ardına saklanan hayalleri birken bin olmuş sis perdelerini aralayan umutlarıyla. Kendi içinde çelişmiş bakmak ve görmek, hissetmek ve dokunmak, dinlemek ve duymak. Elbette herkes fikir sahibi, kendince emin adımlarla ilerler hikayesinde. Hatta derler ki; akılları çıkarıp pazara koymuşlar, herkes gidip kendi aklını satın almış.
İşte böyle tükenip giderken hayat suyu, anlam verme arasında gelip giderken yaşam, kendini derin kuyularda hisseden de, bulutlar üzerinde uçan da, rüzgarda savrulan da vardır fütursuz. Yaşama anlam yüklerken o akıp gider kendi doğasında, olması gerektiği gibi. Öyleyse ne duruyorsun? Titre, hopla, zıpla, bir şeyler yap dağılmadan. Bütün parlak ışıklar değil midir karanlığı içinde saklayan? Hatta karanlığın ta kendisi içindir ışıklar.Yukarı aşağı, sağa sola, öne arkaya dön bir bak, neler oluyor? Görmüyor musun? Yaşam bizim çemberimizde döndürmüyor dönüşünü. Biz yaşamın içinde küçük dönüşümleriz sadece. Yukarıda kuşlar cıvıl cıvıl ötüşüp uçarken yerdeki karınca kışın kaygısına. Sağdaki teyze bastonuyla güçlükle yürümeye çalışırken soldaki küçük çocuk koşmaktan. Önünde duran simitci simitleri satma telaşı içindeyken, arkanda insan seli bir yerlere yetişmek için acele etmekte. İşte sen, seni bu koşturmacanın içinde bulmaya çalışır, bir de anlam yüklemek istersin kendince hayat suyuna. Bırakmalı bu doğal akışı. Bazen sakince seyretmeli olan biteni oturup bir kenardan. Anlam yüklemeye çalışırken akışa, bir kitap bir de çay almalı yanına. Rüzgar da ilişivermeli yanına bir nefes gibi. Çayının mis kokusunu koklayıp içerken yeni duygulara, yeni hayatlara yelken aç kitabına. Derinden bir nefesle doya doya çek ciğerlerine oksijeni. Bakarsın yarın bunu da yapamazsın kim bilir? Şimdi kapa gözlerini, sınırsız, uçsuz bucaksız yerlere uçur ruhunu cennetten diyarlara.

ÖN YARGI ZAMAN KAZANDIRIR.

ÖN YARGI ZAMAN KAZANDIRIR
Aklıselim hemen her insan ön yargının yanlış bir davranış olduğunu savunur. Esasen buna itirazım yok ama her şeyin ya mutlak doğru ya da mutlak yanlış kabul edilmesine itirazım var. Bazı davranışlar büyük oranda yanlış olup bir miktar doğru olabilir. Tam tersi de olabilir.
Evet, ön yargı hoş bir davranış değildir ama birçok kez zaman kazandırabilir. Kimlere? Genellikle önsezileri iyi olanlara, iyi gözlemcilere, iyi tahmin yapanlara, kendini iyi tanıyanlara veya iyi mantık yürütenlere… Çok basit örnekler vereceğim. Hepimizin hayatında olan örnekler:
Mesela siz, kot pantolon altına kundura giyen kaç tane profesyonel sporcu gördünüz? Ya da garsonlara kötü davranan ama aslında kibirli olmayan kaç insan tanıyorsunuz? Dirseğine kadar altın bileziklerle şıkır şıkır dolaşan kaç entelektüel gördünüz? Tabanca fotoğrafı paylaşan kaç yazar tanıdınız? Arabasının arkasına özlü söz yapıştıran kaç aydın tanıyorsunuz?
Toplumsal doğruculuğu bir kenara koyup kabul edelim ki insanların kılık kıyafetleri de davranışları da gayet güçlü birer ipucudur. Ne olduklarını göstermez belki ama ne olamayacaklarını pek âlâ gösterir. E tabii, istisnalar olacaktır ama bu olasılığa sürekli şans vermek büyük zaman kaybettirir bence. Zaten her insanı, tek tek ve yüzde yüz doğru tahlil edecek kadar fazla zamanımız yoktur hayatta. Dolayısıyla ilişkilerimizde veya tercihlerimizde ne istediğimizden eminsek, ön yargılarımızın (aslında ön izlenimlerimizin) sesine de biraz kulak vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bize ait her bir iz, hakkımızda güçlü birer veridir; görmesini bilene. Başka örnekler de vereyim: Mesela aralıksız her gün selfie paylaşan kişilerin narsist olabilme ihtimalini hep düşünmüşümdür. Narsist değilse de beğenilmeye çok ihtiyaç duyduğunu, kendini sevmek için bile adeta onay aradığını düşündüğüm olur. Pek tabii yanılabilirim. Pek tabii istisnalar, hatta müstesnalar olabilir. Yine de ben vaktim konusunda cimri olduğumdan, frekansımın uymayacağını düşündüğüm kişilere fazla zaman ayırmamayı tercih ediyorum. Aksini hiç denemedim mi? Denedim. Her on kişiden birinde yanıldığımı görmek, ön yargılı olduğumu gösterdiği gibi, diğer dokuz kişiye boşuna zaman ayırdığımı da göstermiş oldu bana.

RABİA’NIN ANLAMI

0

Rabia Arapça’da “dördüncü” demektir.
Öyle sanıldığı gibi mübarek ve anlamlı bir isim değildir.
Çünkü Arap kültüründe, kız çocukları insandan sayılmadığı için, kızı olanlar isim vermez numara verirlerdi.

Vahide isim değildi, birinci demekti. İlk doğan kıza verilen numaraydı.

Saniye ikinci demekti, ikinci kızı olana verilen numaraydı.

Selase ve Bite isimleri üçüncü demekti, üçüncü doğan kızlara verilen numaraydı.

Rabia da dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza verilen numaraydı.
Bizimkilerde Rabia’yı çok mübarek ve çok dini içerikli bir isim zannederler, bilmiyorlar ki Araplar, insandan saymadığı ve isim vermeye lüzum görmediği kız çocuklarına işte böyle numara takarlardı, tıpkı otomobillere takılan plakalar gibi.!

Dünya kurulduğundan beri kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen kültüre sahip tek millet Araplardı.
Bunun esas sebebi ise, tefecilik yapan, fahiş faizlerle verdikleri paraları ödeyemeyen kişilerin kızlarına, karılarına el koyup pazarlayan insafsız ve ahlaksız, Arap egemenlerinin eline düşmesinden korkan Araplar, yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek bu akıbetten koruduklarını zannederlerdi..

Peki o çağlarda Türk’ler nasıldı?
Türk’ler kız çocuklarına, hatunlarına değer veren, onları önemseyen, insan yerine koyan, komutanlar ve hakanlar gibi yetiştiren tek tanrılı dine mensup bir milletti.
Ve insan hakları açısından da çağdaş kültürün örneklerini vermiş önder uluslardandı.

Eski Türkçe’de “namus” sözcüğü yoktu çünkü namussuzluk nedir bilmezlerdi!

Türk geleneğinde kadın arkadaştı, kadın anneydi, kadın sevgiliydi, tek başına bir devletti.

Ne zaman ki Türkler müslüman oldu, arap kültürü geldi, kadın kadın olduğuna bin pişman oldu.!
Kadın dövmek malesef Türk’lerin arap kültürüyle tanıştıktan sonra başlayan bir olaydır.
Eski Türk kültüründe, örfünde kadın her zaman el üstünde tutulurdu.
Tarihe geçmiş Cengizhan’ın eşi için söylediği
“Ben sizin han’ınızım, bu da benim han’ım” sözleriyle dilimize yerleşen “hanım” kelimesi de bunu göstermektedir!
Yani KADIN EVİN HANIYDI,

(*Mustafa Durmuş’ un Tomris’ ten Rabiya’ a adlı kitabından)

🦊 TİLKİ VE 🐍 YILAN

0

TİLKİ İLE YILAN

Ormanda karşılaşan tilki ile yılan her nasılsa arkadaş olurlar.Gel zaman git zaman canları sıkılmaya başlar ve birlikte uzun bir yolcu­luğa çıkmaya karar verirler.
Yola koyulurlar, az giderler uz giderler, derken bir süre sonra yılan suratını asar.Durumu farkeden tilki sorar:
-Hayrola bir sıkıntın mı var?
Yılan:
-Tilki kardeş yolumuz çok uzun; senin gibi hızlı koşamam ve sana böylece engel olurum ben.
Düşündüm de sen en iyisi yoluna tek başına devam et.
Tilki:
-Hiç olur mu öyle şey? Düşündüğün şeye bak, çık sırtıma ve sıkıca sarıl bana…
Sonunda yola koyulurlar; günlerce yürümekten perişan olan tilki hastalanır. Her şeye rağmen hedefe ulaşırlar, arada sadece aşmaları gereken önlerine çıkan bir ırmak kalmıştır.
Bu esnada yılan tilkiye:
-Tilki kardeş; ben bu nehri geçemem, herşey buraya kadarmış, hadi sen geç, sana uğurlar olsun, ben başımın çaresine bakarım artık, der.
Bunun üzerine Tilki:
-Ben kimseyi yarı yolda bırakmam, sarıl boynuma, karşı kıyıya beraber geçelim, der.
Yılan tilkinin boynuna sarılır ve karşı kıyıya geçmek için suya atlayan tilki yüzmeye başlar. Bu arada yılan tilkinin boynunu sıkmağa başlar ve;
-Tilki kardeş kusura bakma, seni öldürmek zorundayım bu benim fıtratım, der.
Neye uğradığını şaşıran tilki:
-Yılan kardeş! Biz seninle arkadaş değil miyiz? Bak, ben sana bu kadar iyilik ettim, diye ne kadar dil dökmeye çalıştıysa da yılan hiç oralı olmaz ve;
-Bu benim huyum ne yapayım, der.
Bunun üzerine tilki bir an durur, sonra yılana; -Peki yılan kardeş! Öldür, ne yapa­lım? Bu da benim şanssızlığım. Yalnız yüzüme bir defacık bak ki, ölmeden önce o güzel göz­lerini son bir defa göreyim, der.
Yılan, “boynu benim elimde nasıl olsa” diye düşünür ve başını uzatır! Bu fırsatı kaçırmayan tilki derhal yılanın başını kapıverir ve onu öldürür. Sonra da ölen yılanı ırmağın kenarında, kumların üzerine boylu boyunca uzatır ve kendi hilesine kurban giden yol arkadaşına şöyle der: -Yok yılan kar­deş! Ben öyle eğri büğrü arkadaş istemem! Benimle arkadaş olacaksan, böyle dosdoğru olacaksın!

GERÇEK YAŞAMA DAİR BİR KISAS!

0

Gerçek yaşama dair bir kısas.
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı.
Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.
Kadınlardan biri:
Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez; tam bir cambazdır o!
İp üzerinde bir yürüse de görseniz.
Diğer kadın heyecanla atılarak:
Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi, tıpkı bir bülbül gibi şakır, yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur, Allah vergisi bu, üçüncü kadın susup duruyordu.
Diğerleri sordular: Sen çocuğunu niye övmüyorsun nesi var ki?
Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki; ne diye durup dururken öveyim onu.
Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular, ihtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı.
Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı.
Sırtları ağrı içindeydi, bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.
Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu, kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar, aman ne kabiliyetli çocuk, ikinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu, üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı, kadınlar onları izleyen ihtiyara dönüp:
Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler, ihtiyar şaşkınlıkla:
Çocuklarınız mı dedi, onları bilmem yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı.
İşte gerçekten övülecek çocuk oydu…
Görsel: Yunanistan Florina’da çeşmeden su taşıyan bir Türk çocuğu, sene 1916.

ASALET SOYDAN GELİR.

0

ASALET ÜZERİNE YAZILMIŞ MUHTEŞEM BİR HİKAYE…

Birgün sultan, bahçıvanınin yanına uğrayıp, kendisine hediye edilen tayı sorar.
-Bahçıvan efendi! Nasıl bizim tay?
-Asluhû nesluhû(aslı neyse nesli de odur), sultanım.
-Nesi var ki?
-Sultanım, asil bir tayın sırtına sinek böcek konduğunda bunları kuyruğuyla kovalar; ancak bizim tay, adeta bir inek gibi kafasını çevirip ağzıyla sinekleri kovalıyor.
Sultan, bunun nedenini öğrenmek için tayı hediye eden adamı çağırtır ve tayın bu davranışının sebebi hakkında bilgi ister.
Tayı hediye eden adam der ki:
-Sultanım, bizim tay doğduktan hemen sonra annesi öldüğü için onu, ineğe emzirttik.
Böylece meselenin sırrı çözülmüş olur ve sultan adamlarına emreder:
“Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek!”
Başka bir zaman sultana, güzel görünüşlü iri bir hindi hediye edilir.
Bir müddet sonra sultan bahçıvanın yanına varır ve hindiyi sorar.
-Asluhû nesluhû, sultanım.
-Bahçıvan efendi, bunun neyi var?
-Sultanım, asil olan bir hindi öteceği zaman kabarır, ibiği masmavi olunca başlar ötmeğe.
Bizim hindi iyice kabarıyor, ibiği masmavi olup tam öteceği zaman kafasını suya daldırıyor. Galiba bunun da soyunda bir bozukluk var.
Sultan, işin aslını öğrenmek için hindiyi hediye eden kişiyi çağırtır.
O kişi, hindinin yumurtasını ördeğin altına koyduklarını ve hindinin, ördek yavrularıyla birlikte büyüdüğünü anlatır. Bu meselenin de sırrı böylece anlaşılmış olur.
Ve padişah emreder:
“Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.”
Sultan, güzel bir günün sabahında bahçede yalnız başına dolaşırken bahçıvan gözüne ilişir ve ona doğru yaklaşarak;
-Bahçıvan efendi, bende de bir sıkıntı var mı? der.
-Asluhû nesluhû, efendim.
-Bende de mi? der ve hemen son demlerini yaşayan annesine koşar.
-Anacığım, inan sana kırılıp küsmem, kızmam da.
Bende bir sıkıntı var mı?
Annesi durur, sıkıla sıkıla başlar anlatmaya:
-Oğul, babanla evlendiğimizde baban çok yaşlıydı, ben daha 15-16 yaşlarında genç, güzel bir kızdım. Gençliğimin duygularına kapılıp bir hata ettim. Sen bizim sarayın aşçısının oğlusun.
Hakikati öğrenen sultan, bahçıvana seslenir:
-Ey olayların perde arkasından bizlere sırlar sunan değerli insan!
Tay ve hindinin durumlarına vakıf oldun, anladık ta, Benim durumumu nasıl anladın? Bu nasıl bir bilgeliktir? Söyle bakalım Bana.
-Ey yüce Sultan, bunu anlamaktan daha kolay ne var?
Benim bildiğim sultanlar, ödül verirken “verin bir kese altın!” der. Sen ise, “verin fazladan bir kap yemek!” diyorsun. Sultan adamlarına seslenir:
-Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek!

Asalet önemlidir. Nesiller aslına çeker. “Asil azmaz, bal kokmaz; kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır” demiş atalarımız. Sultan için “Otu çek köküne bak” sözü cuk oturursa da, diğer örnekler için eğitimin önemine işaret etmek gerekir. Ancak, “Soysuza silah vermişler, çekip babasını vurmuş” sözü de boşuna söylenmemiştir. Özetle, “it eniğinden kurt olmaz.

VERECEĞİNİZ CEVABIN FREKANS BOYUTU

0

NASILSINIZ ? Sorusuna “ölüyorum” derseniz, hayatınıza öleceğiniz insanları olayları ve durumları çekersiniz
(10 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “sürünüyorum” derseniz, hayatınıza sürüneceğiniz insanları olayları ve durumları çekersiniz. Kendinize ve kimseye faydanız olmaz.
(20 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “kötüyüm” derseniz, hayatınıza kötü insanları durumları ve olayları çekersiniz. Kendinize ve kimseye faydanız olmaz.
(30 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “iyi” olmaya çalışıyorum derseniz, hayatınıza iyi insanları iyi olayları ve durumları çekersiniz. (40 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “iyiyim” derseniz hayatınıza iyi insanları olayları ve durumları çekersiniz. Sadece kendinize faydanız var.
(50 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “çok iyiyim” derseniz, hayatınıza çok iyi insanları olayları ve durumları çekersiniz. Etrafınızdaki insanlara ve kendinize faydanız var. (60 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “harikayım” derseniz, hayatınıza harika insanları olayları ve durumları çekersiniz. Kendinize ve bütün insanlığa faydanız var. (70 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “şahaneyim” derseniz, hayatınıza şahane insanları olayları ve durumları çekersiniz. Kendinize ve Etrafınızdaki bütün insanlara hayvanlara faydanız olacak. (80 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “muhteşemim” derseniz, hayatınıza muhteşem insanları olayları ve durumları çekersiniz. Kendinize ve Bütün evrene katkınız olacaktır.
(90 frekanstır)

NASILSINIZ ? Sorusuna “mucizeyim” derseniz, hayatınıza mucize insanları olayları ve durumları çekersiniz. Kendinize, insanlara, hayvanlara, bitkilere ve taşlara fayda sağlayacaksınız.
(100 frekanstır)
Yüz görmek demektir. Unutmayın arkadaşlar

“Benzer benzeri çeker”.

Pekala Siz Nasılsınız? Artık frekansları öğrendiğimize göre mucize ötesiyiz

Her an’ımız ilahi aşkla dolsun.